Kürsü
Mahalle mektepleri ve Bed-i Besmele merasimleri
Follow @dusuncemektebi2
Bed-i besmele cemiyetleri, tahsil hayatına adım atan çocuk için muhteşem bir mektebe başlama merasimiydi.
Büyük mütefekkir Ä°bn Haldun, “Kur’an, talimin esasıdır ve daha sonra hâsıl olan melekeler bu esas üzerine bina kılınır.” dedikten sonra Ä°slam beldelerinde Müslüman çocuklar için ilk planda “Kur’an temelli” bir eÄŸitim sisteminin benimsenmesini, bütün melekelere esas olan “bilgi”yi kavrayışın, erken yaÅŸlarda daha iyi ve köklü olmasına baÄŸlar. (Ä°bn Haldun, Mukaddime, haz. Süleyman UludaÄŸ, Ä°stanbul 2016, s. 986.)
Osmanlı Devleti’nde eÄŸitim öÄŸretimin ilk adımı olan sıbyan mekteplerinin programları baÅŸlangıçtan 1924 yılına kadar çeÅŸitli geliÅŸmeler gösterse de Fatih Sultan Mehmet’in Ä°stanbul’da kurduÄŸu ilk darutta’limin vakfiyesinde yazıldığı üzere “ta’lim-i Kelâm-ı Kadîm ve Kur’an-ı Azîm okunması” her dönemde geçerli ilk ÅŸart olmuÅŸtur. (Cahit Baltacı, “Mektep”, DÄ°A, c. 29, s. 6.)
Her mahallede birer tane olmasından dolayı “mahalle mektebi” ve çoÄŸunlukla taÅŸtan yapılmaları sebebiyle “taÅŸ mektep” diye de isimlendirilen bu mektepler, ekseriyetle vakıf külliyeleri içinde yer alırdı. Halktan alınan vergilerle deÄŸil, hayırsever ÅŸahıslar tarafından yaptırıldığından ve vakfiyelerde özellikle fakir aile çocuklarının ihtiyaçlarının giderilmesine yönelik tedbirler alındığından aileye de devlete de yük getirmeyen ideal eÄŸitim kurumlarıydı.
Eski bir âdete muvafık olarak, çocuÄŸun “dört yaÅŸ, dört ay, dört gün”lük olması eÄŸitim hayatı için bir milat kabul edilir, bu yaşı itmam edenler mektebe baÅŸlatılırdı. GeleneÄŸi deÄŸil çocuÄŸunun zihinsel-bedensel-ruhsal geliÅŸimini esas alarak, beÅŸ-yedi yaÅŸ arasında mektebe baÅŸlamasını uygun gören aileler de vardı. EÄŸitime çocuk hazır olduÄŸunda baÅŸlanması, modern eÄŸitim biliminin her çocuÄŸun geliÅŸim dönemlerini az çok birbirinden farklı zamanlarda yaÅŸadığı kabulüne de uygun bir yaklaşımdı. Mektebe kendi isteÄŸiyle baÅŸlayan Ahmet Rasim, hayatındaki deÄŸiÅŸimi hatıralarında ÅŸöyle dile getirir: “Mektebe baÅŸlayacağıma söz verdim a, evde bir derece yükselir gibi oldum. Annem, sütninem, Dilfezâ Kalfa’da davranışlar deÄŸiÅŸti. Åžu bir-iki günden beri, birinden biri eliyle bana yemek yedirirken, kendim yemeÄŸe baÅŸladım. Yemekten sonra her zaman olduÄŸu gibi elimi silecekler, artık: “Gel buraya!” emri kalktı…” (Ahmet Rasim, Falaka, haz. Sedit Yüksel, Ankara 1969, s. 16.)
TaÅŸ mekteplerde okutulan dersler, mektebin ÅŸehirde, kasabada, köyde oluÅŸuna ve vakfiye ÅŸartlarına göre deÄŸiÅŸiklik arz ediyordu. Genellikle Kur’an okuma ve tecvit bilgisi, namaz sureleri ve duaları, ilmihâl bilgileri, namazların kılınışını öÄŸreten tatbikat dersleri ve tekbir, salavat ve mektep ilahilerini muhtevi dinî musiki eÄŸitimi verilir, bazı mekteplerde bunlara ilaveten yazı meÅŸk ettirilir, hafızlık yaptırılırdı.
Mahalle mekteplerinde çocuklar, altlarında minderleri, önlerinde rahleleriyle kimi zaman hocayı takiben toplu, kimi zaman da münferit olarak ders okurlardı. Elif cüzünden harfleri söktükten sonra Amme cüzü, Tebareke cüzü ve hatta Mevlid’i okur, sonra Mushaf’a geçerlerdi. Amme cüzündeki sureler sondan baÅŸa doÄŸru sırayla talim edilirken Ä°nÅŸirah suresine gelmek bir seviye kabul edilir, “FerÄŸab’a çıkmak” tabir edilen bu seviye ayrı bir sevinç vesilesi olurdu. Hocasının önünde ders veren çocuk “Ve ilâ Rabbike ferÄŸab” der demez arkasında bekleyen kalfa çocuÄŸun fesini kapar, yerine sırmalı cüz kesesini geçirir, sabî o hâlde kalfanın yedeÄŸinde evine götürülürken yolda görenler onun FerÄŸab’a çıktığını anlayıp maÅŸallahlarla alkış tutardı. Aile büyüÄŸü kalfaya bahÅŸiÅŸ vererek, cüz kesesini çocuÄŸun başından çıkarır, fesini giydirir, zor bir aÅŸamayı daha atlayan çocuk evde iltifatlara boÄŸulurdu.
Mektep görevlileri
Mektep hocası genellikle mahalle camisinin medresede tahsil görmüÅŸ imamı olurdu. Yanında bir de “kalfa” (halife) denilen yardımcısı bulunurdu ki hoca olmadığı zaman ona vekâlet ederdi. Bir de her sabah “Haydi mektebe!” çaÄŸrısıyla, talebeleri evlerinden tek tek toplayan, omzundaki uzun sırığa çocukların yiyecek çıkınlarını asarak onları mektebe taşıyan ve mektepte hademelik vazifesi gören “bevvab” var idi.
Bir dönem romanlarda, filmlerde iç karartıcı mekânları, kaba softa hocaları, falaka cezaları, ezberci uygulamalarıyla mahalle mektepleri, hiçbir faydası olmayan eÄŸitim kurumları olarak taraflı bir biçimde yerilmiÅŸtir. Hâlbuki hatıratlara bakıldığında mektep günlerine dair çok hoÅŸ örnekler mevcuttur. Ä°stanbul/Aksaray’da Yolgeçen Mektebi’nde tahsiline baÅŸlayan Hasan Âli Yücel’in ilk hocasına dair anlatımı hocaya verilen kıymeti gözler önüne serer: “…Yan sokaktan uzun boylu, siyah cübbeli, bembeyaz sarıklı, kır sakallı, çok güzel yüzlü bir Hoca Efendi, kahvenin önüne yöneldi. Birbiriyle konuÅŸan müÅŸteriler bile laflarını bırakıp ayaÄŸa kalktılar, ona hürmetle selam verdiler. Hizamıza gelince babam bana da kalkmamı ihtar etti, yerden temennalardan sonra: ‘Ä°ltifat buyrulmaz mı Hoca Efendi?’ diye recalı bir sesle onu bir ÅŸey içmeye davet edince, o ‘BeÅŸ dakika tasdî edeyim efendim.’ dedi ve yanımıza oturdu. O kadar güler yüzlü, o kadar muhteÅŸem bir hocaydı ki, halkın ve babamın gösterdiÄŸi saygıya bakıp bu tertemiz giyinmiÅŸ hâliyle onu, evde büyüklerin sık sık konuÅŸup bahsettikleri “Åžeyhülislâm Efendi” olacak diye düÅŸünürken babam: ‘Âli, öp Hoca Efendi hazretlerinin elini, müsaade buyururlarsa ondan “Besmele” diyeceksin.’ Hemen kalktım; yine yüzü gülüyordu, elini uzattı, yumuÅŸacık bir el, öptüm. ‘Berhudar ol, evladım. Âli Efendi’yi ne zaman bana teslim edeceksiniz, beyefendi?’ diye sorunca babam ‘Yarın’ cevabını verdi. ‘Yarın salı deÄŸil mi efendim? Onu iki gün sonra lütfedip getirseniz. PerÅŸembedir mübarek gündür. Alışmak için daha iyi olur. O da inÅŸallah hem-nâmı gibi büyük âdem olur.’ …Ben aziz üstadım Ä°smail Efendi için en küçük bir hayal kırıklığına uÄŸramadım. Ä°lk hocam bana her zaman ÅŸeyhülislâmlardan daha üstün göründü.” (Hasan Âli Yücel, GeçtiÄŸim Günlerden, Ä°stanbul 1990, Ä°letiÅŸim Yay., s. 37-38.)
Bed-i besmele merasimi
Halk arasında “Âmin alayı” olarak bilinen “Bed-i besmele cemiyetleri”, tahsil hayatına adım atan çocuk için hatırası zihninde ömür boyu taze kalacak muhteÅŸem bir mektebe baÅŸlama merasimiydi. Neredeyse düÄŸüne eÅŸ deÄŸer bir önem atfedilen “cemiyet” için mümkünse kandil günleri, deÄŸilse pazartesi veya perÅŸembe günleri tercih edilirdi. Mektep hocasına birkaç gün önceden haber verilir, hazırlıklara baÅŸlanırdı. Hane halkı bir taraftan evi merasim için hazırlarken, diÄŸer taraftan çocuÄŸun ihtiyaçları giderilirdi. Artık mektepli sınıfına dâhil olacak sabînin, merasim günü giyeceÄŸi kıyafet özenle hazırlanır, mektebe gidip gelirken cüzünü taşıması için “kadife üzerine sarı sırma kılâptan iÅŸlemeli, kâr-ı kadim” bir cüz kesesi diktirilir, mektepte oturacağı kadife kumaÅŸtan dairevî yahut dört köÅŸe bir “minder” doldurulur, sade yahut sedef kakmalı açılır-kapanır bir “rahle” yaptırılır, kapakları ve ilk yaprakları yaldızlarla, renkli çiçeklerle tezyin edilmiÅŸ bir “Elif cüzü” satın alınırdı. Mektep hazırlıkları yapılan bir çocuÄŸun: “Elif bâ cüzüm, yaldızlı ve pek sevimli bir kitaptı. Alındığı günden ona gönül baÄŸlamıştım. Evdekilere içindeki ÅŸekillerin ne olduÄŸunu soruyordum. Fakat sanki ağız birliÄŸi etmiÅŸler, bana bir ÅŸey söylemiyorlardı. Çünkü aÄŸzı hayırlı bir hocadan ‘besmele’ demeden okumaya baÅŸlamak yövümlü deÄŸilmiÅŸ…” (Hasan Âli Yücel, a.g.e., s. 39.) ifadeleri süslü cüz kitaplarının okuma iÅŸtiyakını artırdığına bir misaldir. Harfleri göstermeye, satırları takip etmeye yarayan, ucu sivri arkası iÅŸlemeli, kemik, pirinç, gümüÅŸ veya altından mâmul bir “hilâl” ve talebenin günlük dersini bitirdiÄŸi yeri iÅŸaretlemek üzere kullanacağı “balmumu” da temin edildi mi iÅŸ tamamdı.
Merasim günü, çocuÄŸa o güne mahsus kıyafeti belki “hilali gömlek, ipekli mintan, yepyeni bir fes ve potin” (Ahmet Rasim, a.g.e., s. 18.) giydirilir, saÄŸ omuzundan sol tarafa doÄŸru cüz kesesi boynuna asılır, erkekse fesine nazarlık veya elmas bir iÄŸne, kız ise başına pırlanta bir taç, göÄŸsüne elmas bir broÅŸ ve nazarlık takılırdı. Omuzundan çapraz olarak geçirilip bel üstünden usulüne uygun “Lahor ÅŸal” baÄŸlanırdı. Heyecanla âmin alayını beklerken, annesi ve haminnesi göz yaÅŸları içinde “Ya Rabbim güveyliÄŸini/gelinliÄŸini de göster inÅŸallah.” diye dua ederlerdi.
DiÄŸer taraftan mektepteki çocuklar, hocanın bir önceki gün “Yarın ders yok Âmin var, bayramlık esvaplarınızla gelin.” hatırlatmasıyla tertemiz bir ÅŸekilde giyinip mektepte toplanırlar, ikiÅŸerli sıra olup dizilirler, baÅŸlarında hocaları, kalfaları ve bevvapları olduÄŸu hâlde ilahici başının idare ettiÄŸi ilahici takımını izleyerek ve yüksek sesle koro ile okunan ilahilerin beyit aralarında hep bir ağızdan “Âmin” diyerek çocuÄŸun evine gelirlerdi.
“Âmin alayı” mektebe yeni baÅŸlayacak çocuÄŸu evinden dualarla alır bu safhadan sonra yeni bir sıralanmayla kalabalıklaÅŸan alay yine ilahilerle yola düzülürdü. Kafilenin en önünde bulunan hocanın arkasından başının üzerinde çocuÄŸun rahlesini, minderini ve cüz kesesini en kutsal bir emaneti taşır gibi taşıyan bevvap yürürdü. BeÅŸ on adım geriden eÄŸer erkekse bir midilliye yahut ata, kız ise faytona bindirilen çocuk, onun ardından da genellikle Yunus ve Niyazi Mısri’den “bülent-avaz ile” ilahiler söyleyen ilahici takımı ve aminciler gelirdi. “Ne bahtlı ol kiÅŸi kim okuduÄŸu Kur’an ola”; “Gel vücûdun âteÅŸ-i aÅŸk-ı habîbullaha yak / ÇeÅŸm-i kalbi ol ziyada feth edüp Mevlâya bak” gibi sözleri muhtevi mektep ilahileri, Kur’an okumayı, Allah’ı ve Hz. Peygamber’i sevmeyi, ilim öÄŸrenmeyi, güzel ahlakı, vatan sevgisini telkin eder, çocukları eÄŸlendirirken deÄŸerlerimizi de öÄŸretirdi. (Mustafa Uzun, “Mektep Ä°lahisi ve Gülbanki”, DÄ°A, c. 29, s. 10.) Mehmet Akif’in ifadesiyle bu “her biri çevresine sabah aydınlığı saçan, küçük adımlı yaman tabur”u (M. Akif, Ersoy, “Âmin Alayı”, Safahat, Ä°stanbul 2016, s. 131.) merasim çocuÄŸunun ailesi, yakınları, komÅŸuları, yolda katılan halk takip ederdi.
Mahallede bir “amin”, seyrine doyulmaz bir hadiseydi. Ahmet Rasim hatıralarında dizleri aÄŸrıyan yaÅŸlı kadınların bile “Hayırlı olacak çocukların aminlerinde melekler de bulunurmuÅŸ.” diyerek seyre çıktıklarından bahseder. (Ahmet Rasim, a.g.e., s. 44.) Bütün coÅŸkusuyla ilerleyen bu “masumlar kafilesi”, evlerinin camlarına, dükkânlarının kapısına çıkan, mütebessim çehrelerle ve maÅŸallahlarla “selama duran” halkın arasından ağır ağır ilerlerdi. Yolculuk mahallede bir müddet dolaşıldıktan sonra, merasim evde yapılacaksa çocuÄŸun evinde, mektepte yapılacaksa mektepte son bulurdu. Kapı önünde ekseriyetle kurban kesilir ve mektep gülbankı çekilirdi. (Osman Ergin'in Hafız Kemal'den naklettiÄŸi gülbank için bkz. Osman Ergin, a.g.e., s. 94.)
Alaya dâhil olanlar ve davetliler cemiyet evine yahut mektebe çıkar, buhurdanlarda yakılan öd aÄŸacı ve gül suyu kokuları arasında kendilerine ayrılan yerde oturup bekleÅŸirken, baba çocuÄŸunun elinden tutar ve onu hocaya teslim ederdi. Hoca kendi yerine, çocuk hocasının önüne, minderine oturur, rahlesinin üzerine Elifbâ’sını açar, eline hilalini alırdı. Ä°lk ders istiaze ile besmelenin ve elif cüzünün bir ya da birkaç harfinin tekrar ile taliminden ibaretti. “Rabbi yessir” (Rabbim kolaylaÅŸtır, zorlaÅŸtırma, Rabbim okumamı hayırla tamamlat!) ve “Rabbi zidni” (Rabbim, ilmimi, aklımı ve anlayışımı artır!) dualarını da hocasının ardından tekrar ederek okuyan mektepli, bundan sonra hocadan baÅŸlayarak bütün misafirlerinin elini öperdi. Merasim hafız talebelerden birinin Kur’an tilaveti ve hoca efendinin duasıyla hitama ererdi.
Bundan sonra yemekler, lokmalar, zerdeler, ÅŸekerler... Kapıdan çıkarken hane sahibinin merasime katılarak amin diyen bütün çocuklara -ilahicilere bir misli fazla olmak üzere- harçlık dağıtması da âdettendi. Elbette hoca, kalfa ve bevvap da unutulmaz, onlar da kendileri için hazırlanan atiyyeler ve bir miktar para takdim edilerek uÄŸurlanırdı.
Yüzlerce yıllık geleneÄŸimizde var olup zaman içinde unutulan amin alayı; “hatırası olsun” kabilinden bir kutlama deÄŸildi. Çocuk için pek cazip olan bu olay mühim pedagojik hedefler gözetiyordu. Mektep hocasını, kalfasını, bevvabı, ailesinin ve yakınlarının da bulunduÄŸu bir ÅŸölende tanımanın, o vakte kadar evin dışına ebeveynsiz çıkmamış bir çocuk için ne kadar rahatlatıcı olduÄŸu; yalnız olmadığını kendisi gibi iki düzine akranla bir arada olacağını bilmenin ne kadar heyecan verici olduÄŸu muhakkak. SüslenmiÅŸ at veya araba, özel kıyafetler, yaldızlı elif bâ, hilal, kadife minder, rahle… Bütün ayrıntılarıyla “irfan hayatının bu bir günlük bayramı”, hem mektebe baÅŸlayacak çocuÄŸu ilme teÅŸvik etmek hem de amin alayına imrenerek bakan henüz mektep yaşı gelmeyenleri ve onların velilerini okumaya/okutmaya heveslendirmek içindi. DüÄŸünler kadar mühimsenip masraf edilen bu cemiyetlerde o mahallenin birkaç fakir çocuÄŸunun ihtiyaçlarının görülüp mektebe baÅŸlatılması da merasimin toplum hayatına akseden bir diÄŸer yönüydü. (Halide Edip Adıvar, Mor Salkımlı Ev, Yeni Matbaa, Ä°stanbul 1963, s. 21.)
Osmanlı’da sınıfsal bir ayırım olmaksızın her çocuÄŸun istifade edebileceÄŸi mahalle mektepleri Ä°stanbul’un fethinden önce Anadolu ve Balkanlarda hayat bulmuÅŸ, XIX. asrın ikinci çeyreÄŸinden itibaren ise daha sistemli ve programlı eÄŸitim kurumları olan Mekteb-i Ä°btidailere ve sonrasında da Ä°lk Mekteplere dönüÅŸmüÅŸtür. Kendi devirlerinde oldukça iÅŸlevsel olan mahalle mektepleri, mimari yapısı, her çocuÄŸun kendi zekâsı ve gayreti neticesinde birebir eÄŸitim alması, çocuÄŸu eÄŸitime teÅŸvik eden merasim uygulamaları, bilgiyi deÄŸil bilgiyi kazanma ve hafıza yeteneÄŸinin geliÅŸtirilmesini ön planda tutan yaklaşımlarıyla modern eÄŸitim prensiplerine de uygunluk gösterir.
Bu yazıya konu olan mahalle mektepleri ve bed-i besmele merasimleri ile ilgili teknik bilgiler, aÅŸağıdaki temel kaynaklardan istifade ile yazılmıştır: Osman Ergin, Türk Maarif Tarihi, Ä°stanbul, 1977, I, s. 91-96; Ali Birinci, "Mahalle Mektebine BaÅŸlama Merasimi ve Mektep Ä°lahileri", II. Milletlerarası Türk Folklor Kongresi Bildirileri, Ankara, 1982, IV, s. 37-57; Ä°smail Kara-Ali Birinci, Bir EÄŸitim Tasavvuru Olarak Mahalle/Sıbyan Mektepleri, Ä°stanbul, 2005.
Ä°stanbul Kadıköy Vaizesi F. Hilâl FerÅŸatoÄŸlu
Henüz yorum yapılmamış.