Kürsü
İsmail Kılıçarslan- Filin getirdiği adam
Follow @dusuncemektebi2
İsmail Kılıçarslan- Yeni Şafak
Zamanlardan bir zamanda, mekânlardan bir mekânda, Abdullah’lardan bir Abdullah bir gemiyle Hind’e yahut Sind’e yahut Çin’e gitmeye karar vermiÅŸ. Rüzgârsız, pırıl pırıl bir günde Endülüs’ten yahut Ä°skenderiye’den yahut Cidde’den gemiye binmiÅŸ. DemiÅŸ ki “fakirim, hiç param yok ama gitmek isterim.” DemiÅŸler ki “bu sabah bir tayfa hastalandı, yerine geçersen bin. Hind’de yahut Sind’de yahut Çin’de inersin.”
GitmiÅŸler bir vakit. Altlarında mavi deniz, üstlerinde yıldızlı gök, gitmiÅŸler.
Derken kararmış deniz, derken kararmış gök, saklanmış yıldızlar. Karanlık sanki arşı kaplamış. Deniz köpürmüÅŸ, dalgalar yükselmiÅŸ, rüzgâr hızlanıp fırtınaya dönmüÅŸ. Geminin yolcuları birer birer adaklar adamaya, ahitler vermeye baÅŸlamışlar korkudan. Biri “kurtulursak vallahi bir daha ÅŸarap içmeyeceÄŸim”, diÄŸeri “kurtulursak yedi koyun keseceÄŸim”, bir baÅŸkası “kurtulursak iki köle azat edeceÄŸim” demiÅŸ.
Geminin kaptanı, tayfası, yolcuları… Her biri bir adakta bulunmuÅŸ. Ta ki geriye yalnızca Abdullah kalana dek... DiÄŸerleri yaklaşıp demiÅŸler ki “sen de bir ÅŸey ada yahut bir ÅŸey ahdet ki tamamlansın tamamlanması gereken.”
Abdullah demiÅŸ ki “ben fakir bir adamım. Adayacak bir ÅŸeyim yok. Ahdedecek bir durumda da deÄŸilim.” “Olsun” demiÅŸler, “sen bir ÅŸey ahdet mutlaka.” Abdullah düÅŸünmüÅŸ ve “kurtulursak asla fil eti yemeyeceÄŸim” diye ahdetmiÅŸ. “Zaten yemeyiz ki biz fil eti, böyle ahit mi olur?” diye gülmüÅŸ etraftakiler. Abdullah, “vallahi aklıma böyle bir ahit geldi” demiÅŸ.
Fırtına, kasırgaya dönmüÅŸ o ara. Gemi, bir saman çöpü hükmünde kalakalmış koca denizde. Herkes “sonumuz geldi” diye düÅŸünmeye baÅŸlamış. Tutunamayıp denize düÅŸenler olmuÅŸ.
Abdullah ve kurtulan birkaç kiÅŸi gözlerini bir kumsalda açmışlar. KuÅŸ uçmaz, kervan geçmez bir yerde olduklarını anlamışlar tez vakitte. Yayan yapıldak, aç biilaç yürümüÅŸler. Bir damla suyu belki bulmuÅŸlar ama bir lokma ekmeÄŸe hasret çekerek üç gün gitmiÅŸler.
O gece bir aÄŸaç altında ateÅŸ yakıp etraftan topladıkları otlarla açlıklarını bastırmaya çabalarlarken bir fil yavrusu gelmiÅŸ yakınlarına. Yolculardan biri, hiç tereddüt etmeden yavrucağı öldürüvermiÅŸ oracıkta. Etini piÅŸirip yemeye koyulmuÅŸlar.
Abdullah hariç kafiledeki herkes yemiÅŸ o etten. Ne kadar ısrar etseler de, ne kadar “zaruret hali bu, yemezsen ölürsün” deseler de Abdullah “benim ahdim var, ben fil eti yemem, açlıktan ölmekten deÄŸil, Allah’tan korkarım” diyerek reddetmiÅŸ onları.
Gece herkes, hem de tok midelerle uykuya dalmışken filin annesi gelmiÅŸ yavrusunun peÅŸine. Bakmış ki yavrusunu yemiÅŸler. Uyuyan herkesi tek tek koklayıp, yavrusunun kokusunu kimde alsa oracıkta, ayağıyla ezerek öldürmüÅŸ onu. Böyle böyle, geride sadece Abdullah kalana kadar devam etmiÅŸ fil iÅŸine. Sıra Abdullah’a geldiÄŸinde, ondan yavrusunda bir koku bulamamış. Tekrar tekrar koklamış, ı-ıh. Bir koku yokmuÅŸ Abdullah’ta.
Fil, bir ayağını yere koyup, hortumuyla sırtını iÅŸaret ederek, hal diliyle “bin” demiÅŸ Abdullah’a. Abdullah da binmiÅŸ.
Attan, rüzgârdan, hatta ÅŸimÅŸekten hızlı ÅŸekilde koÅŸan fil, bir ÅŸehre getirmiÅŸ Abdullah’ı. Åžehirdekiler, ÅŸaÅŸmış bu hale. “Filin getirdiÄŸi adam” ismini vermiÅŸler ona. Hürmet göstermiÅŸler, misafir etmiÅŸler.
Abdullah bir müddet kaldıktan sonra onu kervancıbaşı yaptıkları bir kafile hazırlamış ÅŸehir. Türlü ticaret ürünüyle dolu bir kervanla ülkesine dönen Abdullah, ÅŸehrinin en zengin adamı olmuÅŸ böylece.
Bu hikâyeyi bana anlatanlar dediler ki “fil yavrusu haram lokmadır, bir yiyen iflah olmaz.” Ve dediler ki “filin diÄŸerlerini öldürdüÄŸü ayağı adalettir, önünde ya da sonunda gelip seni bulur.” Ve dediler ki “filin sırtı talihtir, ahdinden dönmeyenin yanındadır.” Ve dediler ki “filin Abdullah’ı götürdüÄŸü o ÅŸehir nimettir, Allah’tan gayrısından korkmayanı bulur.”
Henüz yorum yapılmamış.