Kürsü
Beşir Ayvazoğlu- Tatlı aşurenin acı hatırası
Follow @dusuncemektebi2
BeÅŸir AyvazoÄŸlu- Karar
Menkıbeye göre, Allah’ın “Ey yeryüzü, suyunu yut ve ey gök, sen de suyunu tut.” (Hûd Suresi, 44) buyruÄŸu üzerine tufan diner, sular çekilir ve Nuh peygamberin gemisi Cudi dağına oturur. Tufandan saÄŸ salim kurtulanlar, gemide kalan muhtelif hububatı bir kazana doldurup çorba piÅŸirir ve bu çorbaya “Selamet Çorbası” derler. O gün 10 Muharrem olduÄŸu için zamanla bu çorbanın adı âÅŸûrâ olacaktır. Bizim aÅŸure dediÄŸimiz nefis tatlı...
Nuh’un gemisinin hangi tarihte karaya oturduÄŸuna bilmemize elbette imkân yok. Ä°lim adamları arasındaki yaygın görüÅŸe göre Emeviler tarafından Taziye’nin etkisini kırmak amacıyla uydurulan hikâyelerden biri de budur. Göklerin, yerin, kalemin, levhin, meleklerin ve Âdem’in 10 Muharrem’de yaratıldığı, Âdem Peygamber’in suçunun o gün affedildiÄŸi, Yunus’un balık karnından o gün kurtulduÄŸu gibi rivayetler de Emeviler tarafından yayılmıştır. Hatta o gün süslenmenin, eÅŸe dosta güzel yemekler yedirmenin, yoksulları sevindirip hastaları ziyaret etmenin, oruç tutmanın vb. sevap olduÄŸuna dair uydurma hadislerle Sünnilerin Muharrem’in onuncu gününü bir bayram gibi kutlamaları istenmiÅŸti.
Sünnilerin 10 Muharrem’i hiçbir zaman bayram olarak görmediklerine, kaynağını bilmedikleri söz konusu rivayetlere inanmakla beraber Muharrem’i matem ayı olarak benimsediklerine, aÅŸurenin de Hz. Hüseyin’in ve onunla birlikte ÅŸehit olanların ruhları için piÅŸirildiÄŸine geçen haftaki yazımda iÅŸaret etmiÅŸtim. BektaÅŸi tekkelerinin de en önemli geleneklerinden biri Muharrem orucu, diÄŸeri ise aÅŸure piÅŸirilip dağıtılmasıydı. Kaygusuz Abdal’ın “Meyveli aÅŸure aşı gelse görürdük cünbüÅŸü” mısraı bu geleneÄŸin bizdeki eskiliÄŸini göstermesi bakımından dikkat çekicidir. AÅŸurenin BektaÅŸi kültüründeki önemine dair geniÅŸ bilgi, Güldane Gündüzöz’ün BektaÅŸi Kültüründe Yemek Motifi (2015) isimli kitabında bulunabilir.
Sadece BektaÅŸi tekkelerinde deÄŸil, bütün tekkelerde aÅŸure gününün özel merasimleri vardı.
***
Aslında 10 Muharrem, Ä°slâm’dan önce de kutsal sayılan bir gündü; temel malzemesi buÄŸday olan ve o gün piÅŸirilen yemeÄŸe de aÅŸure denirdi. Åžiiler aÅŸureyi matem yemeÄŸi olarak benimsediler. Zamanla müÅŸterek bir geleneÄŸe dönüÅŸen ve bereket getirdiÄŸine inanılan aÅŸurenin yedi, on iki veya kırk çeÅŸit kuru erzaktan yapıldığına dair rivayetler vardır.
10 Muharrem’den itibaren Saray’dan tekkelere, ekâbir konaklarından fukara evlerine kadar aÅŸurenin piÅŸirilmediÄŸi yer yoktu denebilir. ReÅŸat Ekrem Koçu’nun anlatışına göre, eski Ä°stanbul konaklarında piÅŸirilen aÅŸure ocaktan indirildikten sonra evin en yaÅŸlısı kazanı büyük bir kepçeyle karıştırarak Yâsin-i Åžerif okuyup üfler ve kazanın aÄŸzını kalaylı tarafı içte kalacak ÅŸeklinde bir tepsiyle kapatırmış. Kâseler hazırlandıktan sonra aşın buÄŸusuyla terlemiÅŸ olan tepsi kaldırılır, doldurulan kâseler önce evin beyine, hanımına ve çocuklarına bu tepsiyle birlikte götürülürmüÅŸ. Bey, hanım ve çocuklar, sırayla salâvat getirerek o terden birer parmak alıp gözkapaklarına sürer, gelecek Muharrem’e kadar göz aÄŸrısı çekmeyeceklerine inanırlarmış. O gün aÅŸureyi piÅŸirenler sadece bahÅŸiÅŸ deÄŸil, aÅŸureden ve terli tepsiden de nasiplerini alırlarmış.
Daha ÅŸaşırtıcı inançlar da vardır: AÅŸure piÅŸirilirken birkaç delikli gümüÅŸ para kepçeye ibriÅŸimle baÄŸlanır, aÅŸure piÅŸtikten sonra yıkanıp bereket tılsımı olarak para kesesine atılırmış. AÅŸure parası edinmeyenler de kaşıklarına gelen ilk bakla tanesini yaladıktan sonra kurular, kurutur ve aynı amaçla gelecek 10 Muharrem’e kadar keselerinde muhafaza ederlermiÅŸ.
AÅŸure, ailenin durumuna göre gümüÅŸ yahut kalaylı bakır tepsilere dizilip iÅŸlemeli ve sırmalı peÅŸkirlerle örtülmüÅŸ porselen, gümüÅŸ veya kalaylı bakır kaselerle komÅŸulardan baÅŸlanarak eÅŸe dosta, yakın ve uzak akrabalara dağıtılırdı. Kâselerin bereketli olması için yıkanmadan iade edildiÄŸini de ReÅŸat Ekrem’den öÄŸreniyoruz. Bu, “Bereketi içinde olsun!” mânasına gelirmiÅŸ. Topkapı Sarayı Müzesi’nde eÅŸsiz güzellikte aÅŸure kaselerinin bulunduÄŸunu belirterek geçelim.
***
AÅŸure piÅŸirmede kullanılan malzeme bölgeden bölgeye deÄŸiÅŸebilir. Ancak buÄŸdaysız aÅŸure piÅŸirilemez. Fasulye, nohut, bakla ve kurutulmuÅŸ meyvelerle ceviz, fındık, fıstık ve badem gibi sert kabuklu yemiÅŸler de aÅŸurenin vazgeçilmezleridir. Eskiler, güzel koku vermek için aÅŸureye gül suyunun yanı sıra amber veya misk de katarlardı. Kâselere taksim edildikten sonra üzerine ezilmiÅŸ ceviz, fındık, badem, kuÅŸüzümü yahut nar taneleri serpilerek ikram edilen aÅŸure, malzemesi kaliteli ve yeterli olduÄŸu, kıvamında piÅŸirildiÄŸi ve geleneklere uygun bir biçimde ikram edildiÄŸi takdirde tadına doyum olmaz bir tatlıdır; damakta harika bir tat bırakır. Fakat bu nefis tatlıyı özellikle Muharrem ayında yerken Hz Hüseyin’in ve Kerbelâ’da onunla birlikte ÅŸehit edilenlerin ruhları için piÅŸirilip dağıtıldığını unutmamak gerekir. Bunu düÅŸündüÄŸünüz zaman, aÅŸurenin tatlılığına peygamber torununa reva görülen zulüm dolayısıyla Ä°slâm ümmetinin asırlardır yaÅŸadığı matemin acılığı da karışacaktır.
***
AÅŸure, yukarıda özetle anlattığımız merasimler ve inançlar unutulmuÅŸ olmakla beraber, hâlâ yaÅŸayan ve insanları kaynaÅŸtıran bir gelenektir. Muharem ayının onuncu gününde ve sonraki günlerde aÅŸure piÅŸirilmeyen ev azdır. Saray’ın, ekâbir konaklarının ve tekkelerin halka aÅŸure dağıtma geleneÄŸini ise belediyeler ve hayırseverler devralmış görünüyor.
Henüz yorum yapılmamış.