Sosyal Medya

Güncel

İslamofobinin kökenleri 798 yıl öncesine dayanıyor

İslamofobinin gün geçtikçe ciddi gerilimlere yol açtığı Avrupa’da İslam’ın kendi kaynakları üzerinden ciddi bir inceleme konusu olması ve bu alanda nesnel araştırmaların yapılması 1945’leri bulmuş.



Tarih sahnesine çıktığı 7. yüzyıldan itibaren İslam, başlattığı büyük fetihler ve bunları takip eden ihtida hareketleriyle Hıristiyan dünyası için büyük bir tehdit oluşturmuştu. 7. asırda karşı karşıya gelen bu iki dünya arasındaki gerilim -farklı boyutlarda da olsa- çeşitli merhalelerden geçerek günümüze kadar sürdü. Dinî-itikadî, siyasî-askerî boyutları olan bu karmaşık problemin Hıristiyanların sosyal ve ekonomik hayatlarına da çeşitli yansımaları vardı.
 
Peki, günümüzde Ä°slamofobinin pençesinden kurtulamayan Hıristiyan Avrupa’nın Orta ÇaÄŸ’daki Ä°slam algısı nasıldı? Özellikle Hıristiyan düşünürler Ä°slam’ı nasıl yorumluyorlardı? Bugünlere nasıl bir literatür bırakmışlardı?
 
Bu soruların cevabı için Richard W. Southern tarafından 1960’larda kaleme alınan Orta ÇaÄŸ Avrupa’sında Ä°slam Algısı kitabı biçilmiÅŸ bir kaftan. Türkçeye ancak 2000’li yıllarda kazandırılan kitap, daha ilk sayfalarında bize büyük bir ÅŸaÅŸkınlık yaÅŸatıyor. Zira kitaba göre Avrupa’da Ä°slam’ın kendi kaynakları üzerinden ciddi bir inceleme konusu olması ve bu alanda nesnel araÅŸtırmaların yapılması 1945’leri bulmuÅŸ. Southern bu konu hakkında Orta ÇaÄŸ düşünürlerinin ahvalini abartısız ÅŸekilde “ham cehaletle” tanımlıyor.  
 
Oysa Ä°slam’ın varlığı Hıristiyanlar için Orta ÇaÄŸ’da merkezi bir problemdi ve hayatlarının her alanını kuÅŸatıyordu. Müslümanların güçlenmesi sadece siyasî ve askerî bir tehlike de deÄŸildi. Aynı zamanda teolojik bir problemdi: Ä°lahî iradenin insanlık tarihinde Ä°slam’a biçtiÄŸi rol nasıl açıklanmalıydı? Ä°slam sadece sapkın bir fırka mıydı; yoksa yeni bir din ya da düşünce sistemi miydi?
 
İki farklı dünya
 
Kitaba göre Hıristiyan düşünürlerin eserlerinde bu soruların doyurucu ve bilimsel cevaplarını bulmak imkânsızdır. Müslümanlar söz konusu olduÄŸunda Avrupa’da büyük bir korku ve tedirginlik hâkimdi.
 
Batı Hıristiyanlığı ve Ä°slam yalnızca iki dinî sistemi temsil etmiyordu. Bunlar her bakımdan birbirinden çok farklı toplumlardı. Orta ÇaÄŸ’ın zaman ve mekân bakımından büyük bir bölümünde Ä°slam’ın gücü büyük ÅŸehirlerde, görkemli saraylarda, uzun ulaşım güzergâhlarında teÅŸekkül etmiÅŸken; Hıristiyan Batı baÅŸat olarak tarıma dayalı manastır çevresinde feodal bir toplum oluÅŸturmuÅŸtu.
 
Siyasî bir güç olarak Ä°slam’ın doÄŸuÅŸu ve kurduÄŸu medeniyet, kurumlar tarihinin en ÅŸaşırtıcı hadiselerinden biridir. Çünkü çok kısa sürede teÅŸekkül etmiÅŸti Ä°slam medeniyeti. Hıristiyan Batı ise, geç Orta ÇaÄŸ’da yüzyıllarca sürmüş olan durgunluk döneminden sonra, ancak toplumsal ve ekonomik bir sıçrama noktası yakalayabilmiÅŸti yazara göre. Oysa Ä°slam tek bir hamlede güç, zenginlik, ihtiÅŸam ve olgunluÄŸu yakalamıştı. Ä°slam ayrıca Grek bilimi ve felsefesinin baÅŸ mirasçısı olmuÅŸtu. Buna karşın “Barbar Batı, Roma edebiyatıyla yetinmeyi tercih etmiÅŸti.”
 
Dini ve teolojik açıdan 1100’lerden önceki Batılı yazarlar, Ä°slam konusunda tam anlamıyla cahildi diyor yazarımız. Onlar için Ä°slam, Hıristiyanlığı her taraftan tehdit eden sayısız düşmandan yalnızca biriydi. Bu yüzden de Ä°slam tektanrıcılığını; ilkel Viking, Slav ve Macar putperestliÄŸinden ya da Manici sapkınlıktan ayırt etme hususunda hiçbir istek duymamışlardı. Ä°slam’ı anlamaya çalışırken baÅŸvurdukları tek kaynak ise Kıtab-ı Mukaddes’ti.
 
Bede’nin tuhaf yorumu
 
Orta ÇaÄŸ’ın büyük Kitab-ı Mukaddes üstadı Bede, Ä°slam’ı anlamak için ilginç bir yorum geliÅŸtirir: Hz. Ä°brahim’in Sare ve Hacer adlı iki hanımından, Ä°smail ve Ä°shak isimli 2 çocuÄŸu dünyaya gelmiÅŸti. Ä°shak özgür bir kadının oÄŸlu olarak kendi neslinden gelecek olan Mesih’i, yani kiliseyi temsil ediyordu. Benzer ÅŸekilde köle bir kadının oÄŸlu olan Ä°smail ve onun neslinden olanlar da Müslümanlardı. Ä°smail çöle sürülmüştü. Araplar da oradan gelmiÅŸlerdi.
 
Richard W. Southern’e göre, Endülüs’teki Müslümanların kurduÄŸu devletler sebebiyle, Ä°slam’dan en fazla çeken ve ilginç bir ÅŸekilde onun hakkında en az düşünen ülke Ä°spanya idi. Paul Alvarus’a göre Ä°slam yönetimi Deccal’in çıkışı için bir hazırlıktı. Yazar, bu düşüncelerde ilgi çeken tek hususun Orta ÇaÄŸ Avrupa’sında görülen cehaletin boyutu olabileceÄŸine dikkat çekiyor.
 
Şüphesiz 1. Haçlı Seferi Avrupa’daki çoÄŸu ÅŸeyi kökten deÄŸiÅŸtirmiÅŸti. Öte yandan Ä°slam hakkında daha saÄŸlıklı bir bilgilenmeye vesile olmamıştı bu süreç. 1. Haçlı Seferi’nin baÅŸarısıyla ortaya çıkan muzaffer ve aÅŸağılayıcı tavır buna engeldi çünkü. Buna mukabil Ä°slam ve onun kurucusu bu geliÅŸmeler sayesinde Batı edebiyatında ilk kez bildik mefhumlar haline gelecekti. Zira o tarihten önce yazılmış neredeyse hiçbir edebî metinde Hz. Muhammed’in (sas) adına rastlanmıyordu. 1120’li yıllardan itibaren artık herkes Ä°slam’ın ne olduÄŸu ve onun peygamberinin kim olduÄŸu hususunda genel bir resme sahiptir.
 
Ä°slam’ı Hıristiyanlık üzerinden okudular
 
Bu resimde genellikle Ä°slam, Hıristiyanlığın sapkın bir versiyonuydu. Hz. Peygamber’e de günümüzde çokça duyduÄŸumuz çirkin yakıştırmalar yapılmıştı. Bu eserlerin çoÄŸunda Araplar her zaman putperest olarak tasvir edilmiÅŸlerdi. İçinde Hz. Peygamber’in de olduÄŸu farklı tanrılara tapıyorlardı Araplar. Temel kaynaklardan ziyade muhayyileden beslenen bu Ä°slam algısı oldukça açık ve sarihti. Popüler ÅŸiirler ve diÄŸer metinler sayesinde Hz. Muhammed ve Ä°slam’a ait bu olumsuz imaj kuÅŸaktan kuÅŸaÄŸa aktarıldı. Ve günümüze kadar hiçbir deÄŸiÅŸikliÄŸe uÄŸramadan gelmeyi de baÅŸardı. Tıpkı sevilen roman kahramanları gibi… Dante Alighieri’nin Ä°lahî Komedya’sı bunun en meÅŸhur örneklerindendir.
 
Şüphesiz Hıristiyanlar Ä°slam’ı anlamakta zorlanıyorlardı ve kaçınılmaz olarak bilmedikleri bir dünyayı bildikleri bir inanç sistemiyle kıyaslayarak açıklamaya çalışıyorlardı; yani kendi dinleriyle… Hıristiyanlar teslise inanıyorlarsa Müslümanların da benzer bir ÅŸeye inanması gerekiyordu. Fakat Müslümanların teslisi saçma sapan bir ÅŸeydi onlara göre. Hıristiyanlar dinlerinin kurucusuna tapınıyorlarsa Müslümanların da peygamberlerine inanmaları gerekiyordu. Fakat onların öncülerinde Hz. Ä°sa’daki üstün faziletlerden yoksundu.
 
Avrupa’daki ilk Kur’an tercümesi
 
12. yüzyılda Nogentli Guibert Ä°spanya dışında Hz. Peygamber hakkında yazılan ilk biyografi kitabını kaleme aldı ve yeni bir yazım furyasına ilham verdi. Buna karşın ilk nesnel biyografiyi 1220’de Petrus Alfonsi yazdı. Yahudilikten Hıristiyanlığa geçmiÅŸ biri olan Alfonsi’ye göre Ä°slam –hiç olmazsa- herhangi bir dine mensup olmayan biri için iyi bir tercihti. Birinin ateist olmasındansa Müslüman olması tercih edilebilirdi.
 
Bu dönemde ilk defa “Muhammed nasıl bir insandı; baÅŸarısının sırrı neydi” soruları gündeme geldi. Elbette cevabı pek iç açıcı olmayacaktı bu soruların. Çünkü onlar gerçekten bu baÅŸarının sebeplerini anlamaya çalışmak yerine, onu büyülerle veya doÄŸa üstü güçlerle izah etmeye çalıştılar.
 
1143’te Kettonlu Robert bir Kur’an tercümesi yayınladı. Bu Avrupa’daki Ä°slam araÅŸtırmalarında bir dönüm noktasıydı. Batı, ilk defa ciddi bir Ä°slam araÅŸtırması için temel kaynaÄŸa sahip olmuÅŸtu. Fakat bu aynı zamanda bir sondu. Çünkü kendi içindeki sapkınlıklarla baÅŸ edemeyen kilise bu giriÅŸimi pek de hoÅŸ karşılamayacaktı.
 
Roger Bacon 1266-68 yılları arasında Ä°slam’ın nasıl anlaşılması gerektiÄŸi hususunda yeni bir görüş ileri sürdü. Bacon’a göre Ä°slam gibi sapkınlıklardan kurtulmanın yolu felsefe ya da mucizeden geçiyordu. Fakat felsefe konusunda Hıristiyanlık çok zayıftı. Bu bilimi mutlaka öğrenmek gerekiyordu. Felsefenin gücü Tanrı’nın hikmetiyle de uyuÅŸmaktaydı. Bu bakış açısı Ä°slam’ın felsefi gücünün anlaşılması açısından bir dönüm noktasıydı şüphesiz. Ancak Bacon’dan sonra bu çalışmaların arkası gelmedi. Felsefi bakışın yerini kayıtsızlık ve hayal gücü aldı. Hz. Muhammed’in (sas) hayat hikâyesi yeniden revaç buldu. Tabii olumsuz imajlar ve iftiralarla harmanlanmış bir ÅŸekilde. DeÄŸiÅŸen tek ÅŸek iftiraların konusuydu.
 
Protestanlar da aynı yolun yolcusu
 
14 yüzyılda John Wycliffe daha sonra Protestanların da kullanacağı bir argümanı gündeme getirdi. Ä°slam’ın temel özellikleriyle Batı Kilisesi’nin karakteri aynıydı: Gurur, tamah ve mal hırsı… Batı Kilisesi’ndeki yozlaÅŸmalar Ä°slam’ın doÄŸuÅŸunun temel sebebiydi. Kilisenin içindeki yozlaÅŸmışlık son bulduÄŸunda Ä°slam’ın da sonu gelecekti. Bu durumda kilise Ä°slam’dan daha günahkâr ve sorumluydu. Luther bu fikirleri daha da geliÅŸtirecekti elbette.
 
Bütün bu çabaların neticesinde 15. asra geldiğimizde açıklığa kavuşmuş tek şey vardı: İslam ve Müslümanlar hakkında bir şeyler yapılmalıydı? Ama ne?
 
Richard W. Southern’in Orta ÇaÄŸ Avrupa’sında Ä°slam Algısı kitabı, bugün Batı dünyasındaki olumsuz Ä°slam algısının ve Ä°slamofobinin kökenlerini anlamak açısından oldukça kıymetli bilgiler ihtiva ediyor. Kitaptan anlıyoruz ki, söz konusu Ä°slam olduÄŸunda, Avrupa’da hiçbir ÅŸey deÄŸiÅŸmemiÅŸ. Ãœstelik ÅŸu an karşımızda bilimsel ve teknolojik geliÅŸmeler açısından birkaç asırdır bütün dünyaya galebe çalan bir medeniyet var. Bilim devriminin nüfuz edemediÄŸi alanlar kalmış şüphesiz.
 
Dünya Bizim

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.