Sosyal Medya

Kürsü

İbrahim Kiras-İslamcılık halk için mi devlet için mi

Ä°brahim Kiras-Karar



Nerede kalmıştık... “Ä°kinci MeÅŸrutiyet yıllarıyla Cumhuriyet dönemi arasındaki zaman aralığı çok kısaydı ama bu sırada sanki bir dünyada uyuyup baÅŸka bir dünyada uyanmışçasına büyük bir deÄŸiÅŸim yaÅŸadık...” diyorduk. “DeÄŸiÅŸen ÅŸey dünyaya ve kendimize bakışımızdı. Kendimizi mevcut dünya içindeki konumlayışımızdı...” diyorduk.
 
Kökeni Tanzimat reformlarına gösterilen reaksiyona dayanan, Hamid devrinde çiçeklenip meyvalarını Ä°kinci MeÅŸrutiyet devrinde veren ve kendisine “Ä°slamcılık” adı yakıştırılan fikir akımı ile bilahare cumhuriyet devrinde ortaya çıkıp yine Ä°slamcılık diye adlandırılacak olan siyasi/sosyal hareketler/hareketlilikler arasındaki münasebetten söz ediyorduk. Bence bu ikincisini ilkinden ayırmak için belki neo-islamcılık diye (veya baÅŸka bir adla) adlandırmak daha uygun. Çünkü aynı adı taşıyan iki ayrı cereyan söz konusu. Hemen hemen hiçbir ortak yönleri de yok.
 
Ortak yönlerinin olmaması da normal. İki ayrı dünyanın realiteleri bunlar... Meşrutiyet ve Cumhuriyet devirleri iki ayrı dünya...
 
***
 
“Ä°ki ayrı dünya” derken tam olarak ne demek istediÄŸimi açmam gerekiyor. Tabii bu arada “sanki bir dünyada uyuyup baÅŸka bir dünyada uyanmışçasına büyük bir deÄŸiÅŸim yaÅŸadık” derken ne kastettiÄŸimi de...
 
Baştan başlayalım... Osmanlı aydınının zihin dünyası devlet merkezliydi. Devletin varlığından bağımsız herhangi bir maddi veya manevi değer düşünülemezdi. Erdemlerimizin de sorunlarımızın da kaynağı devletti. Devlet düzelirse her şey düzelirdi.
 
Ãœstelik, tarih bilincine sahip olduÄŸunu bildiÄŸimiz açık fikirli birçok aydın bile yaÅŸanmakta olan problemlerin büyüklüğüne raÄŸmen Osmanlı devletinin günün birinde ortadan kalkabileceÄŸine ihtimal vermiyordu. Devletimizin “ebed müddet” (ölümsüz) olduÄŸuna samimiyetle inanıyordu. Belki de inanmak istiyorlardı veya buna kendilerini inandırmaya çalışıyorlardı demek daha doÄŸru.
 
18. ve 19. asır Osmanlı aydınlarının birçoÄŸu bugün “Haldunist” diye nitelenmeyi hak edecek ölçüde Ä°bn Haldun’a yakınlık duyuyorlardı. Ancak Umran teorisyeninin tarih ÅŸemasını Osmanlı’ya uygulamaya gelince iÅŸ deÄŸiÅŸiyordu. Bir devletin tıpkı canlı varlıklar gibi doÄŸduktan sonra bir müddet büyüyüp geliÅŸeceÄŸini, belirsiz bir süre boyunca canlılığını üst seviyede sürdürüp bilahare zayıflamaya, güçsüzleÅŸmeye baÅŸlayacağını ve sonra fani hayatının sona ereceÄŸini teorik olarak kabul ediyorlar ama bunun kendi devletleri için de geçerli olduÄŸunu kabule yanaÅŸmıyorlardı. Hem de büyük bir hızla her alanda güç kaybettiÄŸimiz bir dönemde bile.
 
Ä°nsanın psikolojik mekanizmalarının politik sahada iÅŸleyiÅŸinin bir örneÄŸi demek lazım buna belki. Ama konumuz ÅŸimdilik bu deÄŸil... Konumuz devleti ayakta tutmanın yolları üzerine kafa yoran aydınlarımızın refleksleri veya çıkış noktaları…
 
***
 
Daha evvel de yazmıştım, Yusuf Akçura meÅŸhur Üç Tarz-ı Siyaset makalesinde “Müslümanlık ve Türklük siyasetlerinden hangisi Devlet-i Osmaniye için daha nafi ve kabil-i tatbiktir?” diye sorduktan sonra kendi cevabını verir. Yani Osmanlıcılık, Ä°slamcılık ve Türkçülük görüşlerine “hangisi devletimiz için daha faydalı ve uygulanması mümkün” diye bakıyordu Osmanlı aydınları…
 
Osmanlı aydınlarının benimsediÄŸi reform programları siyasi programlardı hep. Osmanlıcılık, Ä°slamcılık, Türkçülük... Hiçbiri toplumsal bir program deÄŸildi. Sözgelimi sosyalizm veya liberalizm Osmanlı aydınından neredeyse hiç yüz bulamamıştır. Hem de bu iki görüşün Avrupa’da en güçlü olduÄŸu devirde. Yani ondokuzuncu asırda. Bunda elbette bizim sanayi toplumu olmayışımızın önemli payı var ama aynı zamanda tamamına yakını devlet memurlarından müteÅŸekkil olan aydın zümrenin meselelere devlet odaklı bakma refleksinin veya alışkanlığının da payı var.
 
Toplumdaki beklenti ve talepler, toplumsal kesimlerin veya sınıfların çıkarları vs. değil devletin bekası önem taşıyordu Osmanlı aydını için. Çünkü diğer her şeyi buna bağlı görüyordu. Dolayısıyla devleti kurtarmak tek ve nihai amaçtı.
 
Ondokuzuncu asır peÅŸ peÅŸe toprak kayıplarıyla geçmiÅŸ, yirminci asır başında ise Balkan Harbiyle bilhassa devletin kalbi sayılan Makedonya topraklarını kaybetmemiz büyük bir travma yaratmıştı aydınlar üzerinde. Bu nesil nihayet Ä°stanbul’un iÅŸgalini de gördü ve artık kendi dünyasının sona erdiÄŸini, ÅŸimdi yeni bir dünyanın eÅŸiÄŸinde olunduÄŸunu fark etti.
 
Mesela 1870 doÄŸumlu Süleyman Nazif “Ben doÄŸduÄŸum zaman vatanım Macaristan hududundan Aden Denizi’ne ve Büyük Sahra’dan Tiflis civarına kadar uzanan uçsuz bucaksız bir ülkeydi” diyor… Kendinizi Malta Geceleri müellifinin neslinden birinin yerine koyarak düşünün.
 
“Devlet-i ebed müddet” diye bildiÄŸiniz imparatorluk elinizden kayıp gitmiÅŸtir. Milletin varlığı ise adeta uçurumun kenarından son anda çekilip kurtarılmıştır. Eski her ÅŸeyi kaybedip yeni her ÅŸeye sıfırdan baÅŸlamanın gerektiÄŸi bir süreç baÅŸlamıştır.

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.