Özel / Analiz Haber
Kenan Alpay: Hükümetin milliyetçi dil ile arasına ciddi bir mesafe koyması gerekiyor
Toplum samimiyetsiz, çıkarcı sadece vatan millet edebiyatı yapan bugünlerde de yerli ve milli gibi argümanlarla toplumu aldatmaya, duygu ve düşüncelerini istismar etmeye kalkanları açık veya flu ama bir şekilde görüyor. Bu yüzdendir ki bugün AK Parti seçime giderken olması gerekenden çok daha adalet, şeffaflık ve dürüstlük için fazla mesai harcamak zorunda kalıyor.
Hazırlayan: Mehmed Mazlum Çelik
Gazeteci yazar Kenan Alpay'la 24 Haziran seçimi öncesi genel siyasi atmosferi, AK Parti'nin MHP ile kurduğu ittifakın seçime ve topluma yansımlarını konuştuk.
Ani bir seçim kararı ile yine oldukça politik bir atmosfere girdik. Bugün bazı kesimler seçim sürecindeki propagandadan hareketle bu seçimin gerilen toplumu daha da kutuplaştıracağı iddialarına siz nasıl yaklaşıyorsunuz?
Türkiye toplumu öteden beri politik düzeyi son derece yüksek bir toplumdur zaten. Bu duruma bağlı olarak zaman zaman fikri ayrılıkların hatta çatışmaların olması doğaldır. Bu açıdan kutuplaşma olgusu diye tabir edilen durum yeni bir olay değildir. Daha öncesinde sağ-sol, Kemalistler-dindarlar ayrışma ve çatışması vardı.
Türkiye toplumunu oluşturan değişik unsurların farklı mezhebi, etnik, bölgesel, siyasal veya ideolojik kimliğinden kaynaklanan tartışmalar ve bunun neticesinde ayrışma noktaları da vardı. Bu durum yeni bir olguymuş gibi hatta AK Parti’nin bizzat kendisi kutuplaşmanın biricik sebebiymiş gibi lanse ediliyor. Bu türden değerlendirmelere katılmıyorum ve yanlış buluyorum. AK Parti girdiği en son seçimde %49 oy almış siyasi bir partidir. Garip bir biçimde her iki kişiden birinin oyunu almış bir partinin kutuplaştırıcı siyasetin faili olduğundan bahsediliyor. Böyle bir söylemi toplumsal gerçekleri tahrif, toplumsal farklılaşmaları çarpıtma ve nihayet siyasal tercihlere bağlı olarak toplumu hasım olarak tasvir etmeye teşebbüs olarak değerlendiriyorum.
Bu durum AK Parti’nin kurumsal yapısı ve kadrolarıyla hatalar yapmadığı, ahlaki veya hukuki açıdan kusurlar işlemediği anlamına gelmez. Muhakkak bazı yanlış uygulamalar ve söylemler söz konusudur. Ama bu kutuplaşma iddiasını objektif bir veri olarak kabul etmek Kemalizm’in, resmi ideolojinin bize 90 yıldır dayattığı politikaya teslim olmak anlamına gelir. Dikkat edilirse toplumu kutuplaştırma sürecinin merkezine doğrudan ya da dolaylı olarak çok partili hayata geçişi, askeri vesayetin geriletilmesini, bürokratik teamüllerin siyasal iktidar karşısında etkisini kaybetmesi koyuluyorsa ortada sosyolojik bir analiz değil iktidar mücadelesi için bir kara propaganda var demektir.
Çok partili hayat ve seçimler toplumu kutuplaştırıyorsa çare tek partili bir düzene geri dönmektir. Ancak bu söylem en temelde seçmenin iradesine saygısızlık olacaktır. Bu tür spekülatif ve sekter tartışmalarla gerilimi artırmak yerine seçim sürecini etkileyecek risklerin, baskıların veya yanlışların giderilebileceğine odaklanmak daha mantıklı ve faydalı olacaktır.
Ak Parti ile MHP arasında kurulan ve sonrasında BBP’nin de dâhil edildiği ittifaka nasıl yaklaşıyorsunuz? Toplum nezdinde karşılığı ne olacaktır; özellikle muhafazakâr Kürtler bu yakınlaşmaya nasıl bakıyor?
Öncelikle AK Parti’nin MHP ile neden ve hangi süreçte ittifak yaptığına bakmamız lazım. Hangi şartların bu ittifakı gerekli kıldığını anlamamız gerekiyor. 15 Temmuz darbe girişimine kadar MHP lideri Devlet Bahçeli, tüm söylem ve icraatlarıyla AK Parti’yi ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı hedef alan son derece çirkin ve yıkıcı bir politika yürütüyordu. Erdoğan’ın iktidardan düşürülüşünü adeta düşmanın mağlup edilmesiyle eş değerde görüyor, bütün teşkilat, kadro ve tabanı bu doğrultuda şartlandırıyordu. Bu anlamda öyle sanıyorum ki CHP’den daha aşağı kalmayan bir düzeyde şedit bir muhalefet yürütüyordu. Üslup son derece sert ve kırıcı, seviye de yerlerde sürünüyordu.
15 Temmuz darbe girişimiyle birlikte Sayın Bahçeli hızla hidayete ermiş gibi devletin tehdit altında olduğu, ülkenin beka sorunu yaşadığı gerekçeleriyle kırmızı gül uzatıverdi. AK Parti de bu teklifi reddetmedi. Çünkü geçmiş sürece baktığımızda anayasanın yeniden yazılması konusu başta olmak üzere ne CHP ne de HDP ile uzlaşma imkanı bulunamadı. Yine bu dönem bir yandan darbecilerle mücadele süreciyken aynı zamanda Suriye ve Irak başta olmak üzere Türkiye’nin bölgesel düzeyde ciddi güvenlik problemleriyle karşı karşıya kaldığı bir süreçti. Bu sebeple AK Parti, MHP ile ittifak yapmanın en doğru seçenek olduğuna karar verdi.
Fakat meselenin yanlış olan ve toplumu tedirgin eden tarafı MHP ile yakınlaşmanın siyasi bir ittifak olmaktan öteye geçip ideolojik bir ittifaka dönüşmesidir. Durum bu şekilde tezahür edince sadece muhafazakâr Kürtler değil, aynı zamanda AK Parti’nin doğal ve taşıyıcı tabanı olan muhafazakâr-dindar kesimlerde de rahatsızlığa sebep oldu. Bu rahatsızlığın çeşitli kaygılarla dışa vurulamasa dahi hali hazırda devam ettiği kanısındayım.
MHP ile olan ittifakı bir yere kadar seçim ittifakı olarak izah etmek mümkün; ama Türk milliyetçiliğine, hele hele ilerleyen süreçlerde Atatürkçülük gibi vurgulara öncelik tanıyan söylemlerin tabana izah edilmesinin mümkün olduğunu düşünmüyorum. Milliyetçi söylem ve duruşların belli bir kesimde karşılığı olacaktır, bunu yadsıyamayız. Öte taraftan önemli orandaki toplumsal kesimlerde tepkiye sebep olduğunu da söylemek durumundayız. Milliyetçi söylemin getirisinden çok oy götürüsü olacak demek yanlış olmaz sanırım.
FETÖ’cü, kriptocu, tuzluk, işbirlikçi gibi sayısız ithamla kurgulanan bir dilin varlığı söz konusu. Bu dil bu seçimlerde nasıl tezahür edecektir?
Suçlayıcı, ötekileştirici hatta tedirgin edici bir dilin seçim sürecinde ya da diğer zamanlarda herhangi bir kuşatıcı, yapıcı, güven verici rolü asla ve kat’a olamaz. Kuşatamaz; ama dağıtır. Toplayamaz; ama ayrıştırır. Güven vermez; ama huzursuzluğu artırır. Bu dil daha önce devlet dili dediğimiz topluma yönelik buyurgan bir dildir. Bu dili Kemalist devlet aklı toplumu terbiye edilebilir, duyguları ve aklı kontrol edilebilir bir nesne olarak gördüğü süreçte yoğun bir biçimde kullanmıştır. Kullanmıştır ama devlet-toplum dengesine pozitif bir katkısı değil her zaman negatif bir etkisi olmuştur.
AK Parti’nin kuruluşundan bu yana elde ettiği başarının temelinde Kemalist-Atatürkçü devlet mantığı ve bu mantığın kullandığı dil ile hesaplaşması yatmaktadır. Oysa bugün hükümete yakın kesim tarafından kullanılan dil toplumun çok önemli bir kesimini ajanlıkla, başka devletlerin hesabına çalışmakla hatta beşinci kol faaliyeti yürütmekle itham ediyorsa ortada kriz düzeyinde bir sorun var demektir.
Eskiden Kemalist akıl bu itham edici dili mürteci-gerici, bölücü, ABD ve İsrail’in uzantısı gibi ifadeler eşliğinde icra ederdi. Bu dil AK Parti tarafından resmi olarak kullanılmıyorsa da ona yakın gazeteler, TV’ler, gazeteciler, aydınlar ve akademisyenler tarafından kullanılıyor oluşu toplumda huzursuzluğu artırıcı bir faktör olarak yer tutuyor.
Bugün Türkiye toplumu yalnızlaşmış, içine kapanmış, apolitik bir toplum değildir. Aksine, Suriye ve Filistin’den Bangladeş’e, Çeçenistan ve Bosna’dan Afrika’nın en ücra beldelerine değin yaşanan acılara duyarlı bir toplumdur. İslam kardeşliği için hızla seferber olabilen, insani yardımlar noktasında değme uluslararası kuruluşlara fark atarak dayanışmada öncü rolü oynayabilen bir toplumdur.
Siyasal ve toplumsal dinamizmi bu düzeyde yüksek seyreden bir toplumu böylesi negatif ve ayrıştırıcı bir dille toplumu manipüle etmeye giriştiğinizde bunun ters etkiler yaratacağı kanısındayım. Mesela gerek icraat ve koordinasyon yeteneği açısından gerekse karizmatik ve sürükleyici vasıflarıyla toplumsal meşruiyeti Sayın Erdoğan’a denk veya ona yaklaşan bir siyasal lider var mı diye baktığımızda derin bir uçurum görmekteyiz.
Buna rağmen yaklaşan seçimlerle birlikte AK Parti’de bir huzursuzluk ve tereddüt gözlemleniyor. Bunu söylenen sözlerden daha ziyade sergilenen pratikten anlıyoruz. İşte MHP ile ittifak yetmiyor olacak ki ittifaka BBP’nin de katılması için uğraşılıyor. Belki o da yetmiyor başka birilerinin daha katılması için çaba sarf ediliyor. Bunu toparlayıcı bir cephe olarak görmek de mümkün; ama öte taraftan Hükümet, eriyen bir milliyetçi partiyle ve onun üstüne ancak bindelik küsuratta yer bulabilen diğer bir milliyetçi partiyle ittifak yapmak durumunda kalıyor.
Sonuç olarak Hükümetin milliyetçi dil ve mantıkla arasına ciddi bir mesafe koyması gerekiyor. Bu dil ve mantık kuşatıcı ve güven telkin edici siyasetin değil trollerin dili ve mantığıdır çünkü. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yakın zaman önce bir zaman bir sözü oldu “bu ülkeyi ahlaksız troller yönetmeyecek” diye. O zaman süratle medyada konuşlanmış mafyavari bir usul ile çalışan şebekeler tasfiye edilmelidir. Adı gazeteciden, aydından daha çok trole çıkmış tiplerin siyaseti ve toplumu ipotek altında tutmak üzere konuşlandıkları medyadan muhakkak temizlenmesi gerekiyor.
İnsanlar yalnızca ekonomide yaşanan bazı olumsuz gelişmelerden dolayı Hükümetten soğumazlar. Bu toplumun ağır bedeller ödemeyi de göze alarak koruyup kolladığı ahlak anlayışları, şerefi ve namusu var, muhafaza etmek üzere çırpındığı onur ve haysiyeti var. İşte bu toplum birilerinin medya üzerinden hedef gözeterek insanların şeref ve namuslarına saldıran, itibar suikastına girişen böylesi kişilere ve örgütlere duyarsız kalmaz.
Ak Parti yeknesak bir insicam üzerine hep kavga, gürültü ve ayrışmadan uzak bir parti vitrini izlenimi verdi; ama bugün bu partinin en önemli kurucularından birisi muhalefetin Cumhurbaşkanı adayı olarak ortaya çıkması söz konusu olabiliyor, bu noktaya nasıl gelindi?
Abdullah Gül, şüphesiz kişilik ve mizaç olarak bir farklılığı temsil ediyor; ama unutmayalım ki Cumhurbaşkanlığı devir-teslim törenine kadar birkaç istisna dışında AK Parti’nin ortaya koyduğu siyaset ile paralel yürüyen bir çizgideydi. Tarihte örneği pek çok kez görüldüğü üzere siyasette sadece yakın arkadaşlar değil, baba-oğul, abi-kardeş dahi farklılaşabilir hatta rakip olabilir. Öte taraftan Erdoğan’ın karşısına Abdullah Gül’ün çıkması veya çıkarılması çabasını ve o süreci çok anormal görmüyorum. Neticede Abdullah Gül, AK Parti’nin kurucularından biri olmakla beraber Refah Partisi ve Fazilet Partisi’nde de bir geçmişi olan biri... Toplumun ilk defa duyduğu, yeni gördüğü bir kişi değil. Devlet Bakanlığı, Dış İşleri Bakanlığı, Başbakanlık ve nihayetinde Cumhurbaşkanlığı yapmış bir isim. Dolayısıyla geçmişi tümden silip bu isme şimdi kalkıp ABD’den emir gelmiş, Pensilvanya’nın talimatıyla hareket ediyor, Kandil’de beklenti oluştu, CHP’nin kayığına bindi gibi dışlayıcı, suçlayıcı ve itham edici değerlendirmeler yapılmasını doğru bulmuyorum.
Eğer meydanda serbest bir seçim varsa ilkesel olarak herkes bir diğerine rakip olabilir. Ayıp değil, yasak değil. Siyasal alanda yarışa girişmek neden yanlış, tehdit veya anormal olsun? Fakat burada AK Parti’nin üzerine düşen farklı görev ve sorumluluklar da vardı. AK Parti kendi içerisinden kişilerin başka partiler tarafından bir siyasi aktör olarak kullanılmasının önüne geçici tedbirler alması gerekirdi. Meselenin bu yönü hep es geçiliyor maalesef.
Eğer Abdullah Gül’ü kuşatabilecek onu AK Parti içinde istihdam edebilecek ve onu partinin dengelerini koruyarak tatmin edebilecek şekilde partinin içinde tutabilseydi bugün biz bu süreci konuşmuyor olacaktık. Demek ki perde arkasında olaylar farklı cereyan etmiş; ama olayı tek taraflı bir ihanet hatta kimi yazarların AK Parti’de Erdoğan’a muhalefet eden herkesin bir Brütüs olarak tanımlanmasını tamamen saçmalık ve nifak olarak buluyorum. Bu ahlak dışı siyasi bir tavırdır. Ortada bir seçim var ve biri aday olmaya kalktığında onu ihanetle suçluyorsanız, siz zaten tek parti rejimini öneriyorsunuz demektir. Eğer bazılarının iddia ettiği gibi kanun dışı bir durum varsa da o zaman orada devreye girmesi gereken merci mahkemelerdir, emniyettir, ötesini tartışmaya gerek yok.
Ak Parti kurulurken ona şiddetle muhalefet hatta düşmanlık etmiş bazı kişilerin parti içinde ya da Sayın Erdoğan’ın yakınında öngörülemez ve engellenemez yükselişine tanık oluyoruz. Siz bu olaya nasıl yaklaşıyorsunuz?
Bir siyasal iktidarın etrafında onun sahip olduğu imkânlardan faydalanmak üzere çok sayıda insan, çevre veya kurum kümelenir, kümeleniyor da zaten. Bu AK Parti ile başlayan bir olay değildir. Türkçede meşhur bir söz vardır: “Dün dündür, bugün bugündür.” Bazıları dün muhalefet etmişlerdi, bugün ise amigoluğunu yapıyorlar; yarın hükümet zaafa uğrasa intikam almak için kuyruğa geçecekler arasında hiş kuşkusuz bu kimseler de olacaktır. Bu insanın ve eşyanın binlerce yıllık tabiatıyla alakalı bir durum...
AK Parti bunu engelleyebilir miydi? Çok kolay olacağı kanaatinde değilim. Fakat AK Parti’nin adalete ve toplumu bir arada tutmaya yönelik vurgularına dönüp baktığımızda toplum ona diğer siyasi partilerden farklı bir anlam yüklüyor. Yani adaleti en nihayetinde hükümetin şahsında, yerel yönetimlerde, medyada, iş dünyasında mücessem bir şekilde görmek istiyor toplum. Fakat aykırı bazı uygulamalarla karşılaştığında bu menfaatçi, içten pazarlıklı karakterleri hemen seziyor. Bugün bunu görmek eskiden olduğundan çok daha kolay...
Eskiden bir şeyin radyo, TV veya gazeteye haber olmasının önüne geçtiniz mi iş biterdi. Oysa bugün bunu engellemenin neredeyse imkânı yok. İnsanlar rahatsız edici gelişmeleri tek başına görmüş bile olsalar bunu binlere hatta on binlere ulaştırabiliyorlar. Bu açıdan sosyal medya üzerinden kimi ironik kimi öfke kimi de bir muhasebe ihtiva eden mesajlar, postlar, capsler siyasetin işini bir hayli zorlaştırabiliyor. Bu mecrada dile getirilen şikâyet ve talepleri hükümetin kale alması gerekir. Bazı tipler TV’lerde konuştuğu zaman bunlar toplumu ikna ediyor diye düşünmesin kimse. Bugün dünyanın her tarafında Youtuber denilen tipler milyonlar tarafından takip ediliyorlar. Bunu sosyal medya üzerinden kimi sahte kimi gerçek hesaplar üzerinden Türkiye’de siyasetin ortaya koyduğu pratikleri etkili bir şekilde değerlendiriyor. Onun içindir ki Ak Parti gereken muhasebeyi zamanında yapmazsa geç kalınmış bir muhasebenin hükmü kalmayacaktır. Toplum samimiyetsiz, çıkarcı sadece vatan millet edebiyatı yapan bugünlerde de yerli ve milli gibi argümanlarla toplumu aldatmaya, duygu ve düşüncelerini istismar etmeye kalkanları açık veya flu ama bir şekilde görüyor. Bu yüzdendir ki bugün AK Parti seçime giderken olması gerekenden çok daha adalet, şeffaflık ve dürüstlük için fazla mesai harcamak zorunda kalıyor.
KAYNAK: DÜŞÜNCE MEKTEBİ
Henüz yorum yapılmamış.