Devletle –ya da iktidarla- sanatsal/ fikrî etkinlik, doÄŸaları gereÄŸi birbirine zıttır. Çünkü devletin amacı, her durumda varlığını sürdürmektir. Gücünü zayıflatacağı endiÅŸesiyle farklılıklara sıcak bakmaz; dolayısıyla “yüreklerin toplu vurması”nı ister. Nitekim Mehmet Âkif’in “Girmeden tefrika bir millete, düşman giremez/ Toplu vurdukça yürekler onu top sindiremez” mısraları, devletin bu özelliÄŸine vurgu yapar. Bu sebeple devlet, ÅŸahsîlikten çok “anonim” ve “homojen”liÄŸi yeÄŸler; duygu ve düşüncelerin benzeÅŸmesinden yanadır. Bunu da Louıs Althusser’in deyiÅŸiyle “ideolojik aygıtları”yla yapmaya çalışır. Devletin bir baÅŸka özelliÄŸi, “icbarî” olması; insanları, yasalar, yönetmelikler ve kolluk kuvvetleri aracılığıyla ortak kurallara uymaya zorlamasıdır. Oysa sanatkâr, her ÅŸeyden önce ÅŸahsî dili ve üslûbuyla var olur. Çünkü sanat, sübjektiftir; sanatkâr hayata “özge temaÅŸa” ile ve “kendinden” bakar. Devlet ise vatandaÅŸlarının yüzünün sürekli kendisine dönük olmasını; hatta kendi kanatlarının altına “iltica” etmelerini bekler. Lâkin Adorno’nun da dediÄŸi üzere “Bütün mülteci aydınlar sakat kalmış insanlardır…” (Minima Moralia, s. 34) Çünkü bir “koro”ya dahildirler, ÅŸahsî deÄŸil anonim bir dil kullanırlar… Bu ise baÅŸta söylediÄŸimiz gibi vicdanî ve sivil bir etkinlik olan sanatın doÄŸasına aykırıdır.
Hasılı, saydığımız bu farklar sebebiyle, tarih boyunca devlet/ iktidar ile sanat arasında daima bir çatışma olagelmiÅŸ; devlet/ iktidar, doÄŸası gereÄŸi sanatı kendine tâbi kılmak, hatta varlığını sürdürebilmek, gücünü pekiÅŸtirmek ve yaymak için kullanmak istemiÅŸ; buna karşılık gerçek sanatkâr da –doÄŸası gereÄŸi- ÅŸahsiyetini, kendi dilini ve özerkliÄŸini korumak için direnmiÅŸtir.
H H H
Sanatsal etkinliÄŸin doÄŸasıyla devletin karakteri arasındaki bu temel farkı ve çatışmayı, Nahit Sırrı Örik, “Åžair Necmi Efendi’nin Bahar Kasidesi” adlı öyküsünde çok iyi anlatır. Öyküde Åžair Necmi Efendi, tüm fakirliÄŸine, muhtaçlığına ve eÅŸi Gülfam Hanımın ısrarlarına raÄŸmen, caize almak için yeni tayin olunan sadrazama kaside (cülusnâme) yazmaz/ yazamaz da, açlıktan ölmek pahasına tabiatın sesine uyup “bahara kaside” yazar!.. Necmi Efendi, devletin beklentisi ve öyküde icbar edici kolluk görevini temsil eden Gülfam Hanımın buyruÄŸunun aksine, sanatın/ ÅŸiirin doÄŸasına, vicdanının sesine tâbi olmuÅŸ sivil bir ÅŸairdir.
Sanatın doÄŸasıyla devletin/ iktidarın iÅŸleyiÅŸi arasındaki bu büyük farka ve çatışmaya; geçmiÅŸte devlet ve iktidarlar tarafından dışlanmalarına, anonimleÅŸtirmeye maruz kalmalarına; üstelik Necip Fazıl, Sezai Karakoç ve Nuri Pakdil gibi her türlü baskıya karşı iktidarla çatışan “sivil” bir sanat geleneÄŸinden gelmelerine raÄŸmen, günümüzde bazı “Ä°slâmcı” sanatkârların var güçleriyle devlet ve iktidarın “koruyucu kanatları” altında sanatsal etkinlikler yapması, kanaatimce oldukça risklidir!.. Çünkü bu iliÅŸki, her ÅŸeyden önce sanatın doÄŸasına aykırı. Ä°ÅŸte bu sebeple “Ä°slâmcı” sanat özerkliÄŸini, sivil karakterini, vicdanını; dolayısıyla inandırıcılığını ve etkisini yitiriyor, anonimleÅŸiyor; hatta kanonik bir baskı unsuruna dönüşüyor… Bunun en çarpıcı sonuçlarından biri de, edebiyat dünyasında “eleÅŸtiri”nin yerini “güzelleme”lerin alması ve garip bir “dayanışma ruhu”nun zuhur etmesi…
Oysa Adorno’nu dediÄŸi gibi; “Kudret sahiplerine yanaÅŸmaktan ve onlardan ‘bir ÅŸeyler beklemekten’ özellikle kaçınmak gerekir. Muhtemel avantajlara dikilmiÅŸ göz, bütün insan iliÅŸkilerinin –bana göre sanatın ve fikrin de AK- ölümcül düşmanıdır.” (Minima Moralia, s. 34)
Hasılı günümüzde “Ä°slâmcı edebiyat”ın en büyük risklerinden biri, iktidarla kurduÄŸu bu ‘ölümcül’ iliÅŸki biçimidir…
Henüz yorum yapılmamış.