Güncel
Hilmi Demir: Ehl-i sünnet ve dinî jeopolitiğin dönüşümü
Follow @dusuncemektebi2
Abbasilerin son dönemindeki krizler, Sünni dünyada bir merkez krizi de oluşturmuştur. Bu krize müdahale ederek hem krize son veren hem de Sünni merkezi yeniden kuran yine Hanefiler ve Türkler olmuştur.
Tarih boyunca dinler ve dinî gruplar devlet politikalarında her zaman önemli olmuÅŸtur. Bugün de dinî aktörler ve gruplar uluslararası iliÅŸkilerin önemli aktörlerinden biri hâline geldi. Din hiçbir zaman yalnızca bireyin inanç dünyasını ilgilendiren bir mesele olarak kalmadı. Katı sekülerleÅŸme teorileri dinin rolünün azalacağını iddia etse de tam tersi oldu. Özellikle bulunduÄŸumuz coÄŸrafyada dinî yapılar ve örgütler devletlerin güvenlik politikalarını etkileyecek kadar önemli hâle geldi. Tarih boyunca devletler kendi egemenliklerini çevreye doÄŸru yaymak için dinî bir yoruma yaslandılar. Bugün de modern devletler için durum aslında çok da deÄŸiÅŸmedi. Ä°ngiltere için Anglikan kilisesi, ABD için Protestanlık ve Evanjelizm, Putin’in yeniden ayaÄŸa kaldırdığı Rusya için de Ortodoks mezhebi dinî jeopolitiklerini belirleyen ana eksendir.
Ä°slam dünyasından bahsettiÄŸimizde, durum çok da farklı deÄŸildir. ÅžiiliÄŸin siyasal bir güç hâline gelmesiyle birlikte Sünni dünya kendisini savunacak merkezî güçlere ihtiyaç duymaya baÅŸlamıştır. Ä°ÅŸte “Ehl-i sünnet” diye bilinen Sünni dünyayı bir arada tutan ÅŸemsiye kavramının öne çıkması bu zorunluluÄŸun doÄŸal bir sonucudur. Ä°slam dünyasında Hazreti Peygamber’in vefatıyla baÅŸlayan iç krizler karşısında birçok grup ve fırka ortaya çıkmaya baÅŸlamıştır. Bir yandan da ÅŸehirleÅŸme ve devletleÅŸme süreci zorunlu olarak hukuk yapma ihtiyacını da zorunlu kılmıştır. Bu zorunluluklara cevap Ebu Hanife hazretleri tarafından kurulan ilk hukuk okulu tarafında verilmiÅŸtir. ‘’Hanefiyye’’ olarak anılan bu okulu daha sonra Malikîler, Åžafiiler ve en son da Hanbelîler takip etmiÅŸtir.
Şiilik ve Batınîlik karşısında Sünni merkez inşası
Ä°slam dünyasının siyasi merkezinde hissedilen ilk derin kriz, Åžii Büveyhilerin hilafet merkezi için bir tehdit olmasıyla yaÅŸanmıştır. Onuncu yüzyılın baÅŸlarında Ä°slam dünyası dışarıdan gelen ve Åžii olan Büveyhi devletinin saldırısı ile sarsılınca SünniliÄŸin savunusu gündeme gelmiÅŸtir. Hilafet merkezi BaÄŸdat’ın iÅŸgali, Ä°slam dünyasında siyasi ve kültürel bir krizin yaÅŸanmasına neden olmuÅŸtur. Ä°ÅŸte tam bu sırada Hanefi ulemayı destekleyen Samanilerin emîri Ä°smail bin Ahmed (892-907) Semerkant, Buhara ve diÄŸer Maveraünnehir kasabalarındaki âlimleri toplayarak, onlardan Sünni inancı savunmalarını istemiÅŸtir. Bu âlimler de Sünni amentünün prensiplerinin tespiti ve yorumu görevini Matüridi'nin akranı olan Hanefi âlim Ebü'l-Kasım Ä°shak bin Muhammed el-Hakîm es-Semerkandî’ye (ö. 953) vermiÅŸlerdir. Åžeyh Semerkandî de Ebu Hanife’nin görüşlerini merkeze alan es-Sevadü'l-a'zam ismiyle meÅŸhur olan eserini kaleme almıştır. Bu eser Samaniler döneminin resmî ilmihali olmuÅŸtur. Öyle ki metin Farsçaya da çevrilerek özellikle Åžiilerin hâkim olduÄŸu Türk bölgelerinde okutulmuÅŸtur.
Abbasilerin son dönemindeki krizler, Sünni dünyada bir merkez krizi de oluÅŸturmuÅŸtur. Bu krize müdahale ederek hem krize son veren hem de Sünni merkezi yeniden kuran yine Hanefiler ve Türkler olmuÅŸtur. 940’lı yıllar sürekli askerî darbelerle tahtan indirilen ve yerine yeni Halifeler getirilen bir dönemdir. BaÄŸdat’ta toplumsal ve siyasal krizler tırmanmaktadır. Ä°ÅŸte böyle bir dönemde yukarıdan gelen Åžii Büveyhiler 945’te BaÄŸdat’ı ele geçirerek, Abbasi Halifesi el-Müstekfî’ye egemenliklerini kabul ettirmiÅŸlerdir. Artık Sünni dünyanın merkezi Åžiiler tarafından iÅŸgal edilmiÅŸtir. Büyük Selçuklu Sultanı TuÄŸrul Bey, 1055’te BaÄŸdat’a girerek Abbasi Halifesini Büveyhilerin baskısından kurtarmıştır. Bu olaydan sonra Abbasi halifeleri Selçukluların himayesi altına girmiÅŸtir. Böylece Selçuklular hem BaÄŸdat’ta yayılan ÅžiiliÄŸe hem de Mısır’dan gelen bir diÄŸer Åžii devleti olan Fâtımilerin Bâtınilik akımlarına karşı koyabilmek için SünniliÄŸi yeniden inÅŸa etmek zorunda kalmışlardır. Amcasından sonra 1064’te tahta geçen Sultan Alparslan Sünni merkezi yeniden ihya etmek için iki kurum inÅŸa ettirmiÅŸtir.
Sultan Alparslan’ın veziri Nizam-ül Mülk tarafından 1064-1066 tarihlerinde BaÄŸdad’da kurulan Nizamiyye Medresesi ve yine aynı tarihlerde BaÄŸdad’ın A’zamiyye mahallesinde kurulan Ebu Hanife Medresesi ve külliyesi Ä°slam dünyasında eÄŸitimin bir sistem dâhilinde yürütülmesini saÄŸlamıştır. Her ne kadar bu eÄŸitim kurumları devlete hukukçu (Kadı-Müfti-Ä°mam) yetiÅŸtirmek üzerine kurulmuÅŸ ise de, daha sonraki yüzyıllarda hızla yaygınlaÅŸarak öğrenciler için ders materyali niteliÄŸinde kısa risalelerin yazılmasına yol açacaktır. Bu medreseleri model alan yüzlerce medrese kısa sürede tüm Ä°slam dünyasını bir aÄŸ gibi kuÅŸatacaktır.
12. Yüzyıldan sonra Ä°slam dünyasında ÅžiiliÄŸin siyasi bir devlet tarafından temsil edilme imkânı ortadan kalkacaktır. Bunun yerine Ä°slam dünyasında Selçuklularla yeni bir dönem baÅŸlayacaktır. Bu yeni siyaset biçimi dinî alanda özellikle HanefiliÄŸin Ehl-i sünnet ile daha çok anılmasına yol açacaktır. Bu süreçte EÅŸ’arîlik de kurumsallaÅŸarak bir mezhep kimliÄŸini kazanmaya baÅŸlayacak ve Ehl-i sünneti temsil görevini üstlenecektir. Özellikle 11. Yüzyıldan itibaren Ebu Hanife’nin Müslümanları ortak bir aidiyet içinde tutma çabasını yansıtan ve el-Hakîm es-Semerkandî tarafından evrenselleÅŸtiren akide (es-Sevadü'l-a'zam) içindeki birçok görüş EÅŸ’arilerce de paylaşılmaya baÅŸlanacaktır.
Moğol krizi ve Sünni merkezin tahkimi
Ä°slam dünyası ikinci büyük krizini MoÄŸol saldırıları ile yaÅŸamıştır. MoÄŸollar katliam, yaÄŸma, tecavüz ve esir alma gibi eylemlerle Semerkant’tan BaÄŸdat’a kadar tüm Ä°slam ÅŸehirlerini yerle bir etmiÅŸtir. Bu tarihlerde SünniliÄŸin yeni merkezi Memluklular olmuÅŸtur. Åžafii ve EÅŸ’arilik daha ön planda olmakla birlikte MoÄŸol saldırıları Ä°slam âlimleri arasındaki ihtilafları azaltma ve safları güçlendirme ihtiyacını öne çıkarmıştır. Tabii özellikle 14. Yüzyılın baÅŸlarında aslında SünniliÄŸe karşı bir saldırı da Ä°bn Teymiyye’den gelmiÅŸtir. Memlukluların öne çıkardığı EÅŸ’ariliÄŸe karşı sert tavrı nedeniyle Ä°bn Teymiyye de bu tarihte Sünni ulemanın tepkisini çekmiÅŸtir. Ä°ÅŸte tam bu noktada Takiyüddin es Subki (ö. 1355) bir Åžafii ve EÅŸ’ari olmasına raÄŸmen Hanefi olan Tahavî’nin Akide’sini merkeze alarak EÅŸ’arilik ile MatüridiliÄŸi uzlaÅŸtırmaya çalışmıştır. Böylece hem Sünni dünyayı bir arada tutabilecek hem de Ä°bn Teymiyye’nin fikirlerine karşı güçlü bir cephe oluÅŸturabilecekti.
Bu durum oldukça karşılık buldu; hatta öyle ki daha sonraki yüzyıllarda Osmanlı’da da EÅŸ’arilik ve Matüridilik arasındaki farkların lafzi farklar olduÄŸunu ispat etmeye çalışan birçok eser kaleme alındı. Osmanlı devletinin kuruluÅŸu ve MoÄŸol saldırılarının atlatılmasından sonra Sünni dünya daha merkezî bir dinî-jeopolitiÄŸe kavuÅŸtu.
Yeniçeri ocağının sancağını Ebu Hanife sancağı koyan Osmanlı’da Hanefilik BektaÅŸileri de içine alan merkezî bir gücü temsil ediyordu. Öyle ki artık Ehl-i sünnet kendi içinde birçok farklı tasavvufi görüşleri içeren, ama akidede birliÄŸi temsil eden büyük bir aileye dönüştü.
TaÅŸköprü-Zâde’den Mütercim Asım Efendi’nin Emali ÅŸerhine ve Taftazânî'nin Åžerhu'l-'Akâidi’n-Nesefiyye’sine haÅŸiye yazan el-Mevlâ Muslihiddîn Mustafa el-Kestellî’ye kadar tüm ulema Ehl-i sünnetin iki imamı olduÄŸu konusunda icma etti: Ä°mam Ebu’l Hasan el-EÅŸ’ari ve Ä°mam Matüridi. Böylece Osmanlı Ä°stanbul’dan Orta Asya’ya, Orta DoÄŸu’dan MaÄŸrib’e ve hatta Balkanlara kadar dinî jeopolitiÄŸi Ehl-i sünnet üzerinden belirlemeyi baÅŸardı.
Osmanlı’nın çekiliÅŸi ve Vehhabilik
Ä°slam dünyası üçüncü krizini Osmanlının çekiliÅŸiyle yaÅŸadı. Arap yarımadasında baÅŸlayan Vehhabi devrimi yerini Arap milliyetçiliÄŸi ve SelefiliÄŸe bıraktı. Bilinenin aksine Vehhabi-Selefilik, SünniliÄŸin mirasını devralmaktan daha çok onun boÅŸluÄŸunu doldurmak üzere kurgulanmış sun’î bir oluÅŸumdu. Osmanlı yıkılırken yerini alan Arap devletleri için yeni bir dinî kimlik inÅŸa ediliyordu. Pan-Ä°slamizm adı altında aslında uzun süre Selefilik bir ideoloji olarak yeni bir kök arayışını ifade etti. 1979 Ä°ran Devrimi ile birlikte de Ä°slam dünyasında Fars milliyetçiliÄŸi ile Åžiilik yeniden dirildi. Böylece hem Sünni dünya hem de Åžii dünya sözde iki kutba ayrılmış oldu. Kurdukları devasa üniversiteler, vakıflar ve yardım kuruluÅŸları ile bu iki kutup kendi cazibe merkezlerini oluÅŸturmuÅŸlardır.
21. yüzyıla girerken, bugün hem Ä°ran hem de Suud merkezinde inÅŸa edilen bu iki dinî jeopolitik bir krizle karşı karşıya. Bugün Suudi Arabistan’ın SünniliÄŸi Vehhabi-Selefilikle doldurma teÅŸebbüsünün baÅŸarısızlığı Muhammed bin Selman’ın “Vehhabilik diye bir ÅŸey tanımıyoruz” çıkışıyla iflas etti. DiÄŸer bir itiraf ise Ä°ran’dan geldi. Ä°ran’da Ä°slamlaÅŸtırma çabalarının baÅŸarısız olduÄŸu açıkça dillendirilmeye baÅŸlandı. En son Tahran Ãœniversitesi Hocalarından Sadık Zibakelam “devrim sonrası dinî entelektüalizm iflas etmiÅŸtir” dedi.
Ä°slam dünyası dördüncü krizin eÅŸiÄŸinde görülüyor. Bu kriz de muhtemelen yeni bir dinî jeopolitik ile aşılacak. Åžiilik kendi iç krizini aÅŸabilecek nitelikte gibi. Asıl sorun, Sünni dünyanın bu krizi nasıl aÅŸacağıdır. Osmanlı’nın çekilmesiyle baÅŸlayan “yüzyıllık Sünni boÅŸluk” kim tarafından doldurulacak? Ä°slam dünyası Ä°ran ÅžiiliÄŸi ile Vehhabi-Selefilik arasındaki gerilim sonrası nereye doÄŸru savrulacak? Ä°slam dünyası bu soruların cevabını ararken, Türkiye’de dinî hayatın 15 Temmuz ile büyük bir travmaya savrulması boÅŸuna deÄŸil yani. Ehl-i sünnetin yeniden ihyası, hem iç travmanın atlatılmasında hem de yeni jeopolitiÄŸin tasarlanmasında bize bir imkân sunamaz mı? Ne dersiniz...
Henüz yorum yapılmamış.