Güncel
Cevdet Said: Acı çekmekten ve kayıp vermekten nasıl kaçınabiliriz?

Follow @dusuncemektebi2
Hakikat şu ki, haklarında Rablerinin yargısı kesinleşenler asla iman etmeyecekler. İsterse hakikatin her tür belgesi (ayaklarına kadar) gelmiş olsun; tâ ki can yakıcı azabı görünceye kadar (Yunus, 10:96-97).[1]
Kendini ya da toplumu ıslah etmek (düzeltmek ve iyileştirmek) için çabalayan herkes, dalaletten hidayete (yanlışı terk edip doğruya) intikal etmenin zorluğunu derinden kavramıştır. Zira yanlışlık bilinçaltına kök salmıştır, doğruluğun ise faydaları ve getirisi çok açık olmadığı için çoğu zaman yok zannedilmektedir.
Kur’an-ı Kerim bu bağlamda şöyle der:
“Hakikat şu ki, haklarında Rablerinin yargısı kesinleşenler asla iman etmeyecekler. İsterse hakikatin her tür belgesi (ayaklarına kadar) gelmiş olsun; tâ ki can yakıcı azabı görünceye kadar…” (Yunus, 10:96-97).[1]
Bu ayette Kur’an, değişimin değindiğimiz zorluğundan bahsetmektedir. Bu zorluk bazen zararlı düşüncelerden kurtulabilmekten büsbütün aciz kalmaya kadar varabilmektedir. İnsanların benliklerinde yer etmiş kavramları, düşünceleri ve gelenekleri değiştirmenin zorluğu, bu çaresizlik durumu insani bir durum olup tüm toplumlar bu zorluktan muztariptir.
Çekilen can yakıcı acılar, kafaların içindeki düşünce ve algıların bir sonucudur. Yaşadığımız savaşlar böyle bir döngüyle sürüp gitmektedir. Bu döngüyü kavrayıp ona göre davranmayanlar, başkalarını bizim önümüze geçiren etkenleri anlamaya odaklanmak yerine düşmanlarından silah almaya devam edenler, savaşı ve acı sonuçlarını tekrar tekrar yaşamaya mahkûmdur.
Bu nedenle, Allah tüm işaretleri ve tüm uyarıları gönderdikten sonra hâlâ düzelme ve iyileşme sağlanmıyorsa gözleri açmak için geriye kalan son çare, insanın bizzat kendi eylemiyle sebebiyet verdiği can yakıcı azaptır. Böylece insan, dayanılmaz acılardan ve kayıplardan sonra maruz kalacağı sonuçların ağır baskısı altında yanlışı terk etmek zorunda kalacaktır.
Tarih boyunca gelip geçmiş medeniyetlerin durumunu inceleyerek insanoğluna bazen tek bir azabın yeterli gelmediğini ve tekrarlanması gerektiğini de idrak etmeliyiz. Ne kadar çok savaş yapıldı! Ne kadar çok millet tümüyle helak oldu! Meğer âdemoğlu ölü düşünceler uğruna intihar etmeye ve ölmeye ne kadar da istidatlıymış!
Kültürel dönüşüm ya da tutumları değiştirmek, öncülleri gözden geçirmek, jeolojik bir dönüşüm gibidir. Evet, gerçekten çok yavaştır ama sağlam ve köklüdür. Öte yandan bu değişim yönetilebilir durumdadır. Zira Allah’ın sünnetlerine/yasalarına tâbidir. İnsanlığın bu yasaları öğrenmesi ve kültürel dönüşüm sürecini hızlandırmaya muvaffak olması imkân dahilindedir. Bireysel değişimin yasalarını, mekanizmasını ve araçlarını öğrenerek acıyı azaltmak mümkündür. Zira, otomatik olarak gerçekleşen bir değişim planlanarak da gerçekleştirilebilir.
Bütün insanlar hata yapar ve hata yapanların en hayırlısı tevbe eden ve özeleştiri yapanlardır. Hatalar hasarlara yol açmaktadır. İnsana yakışan aynı hatalara tekrar tekrar düşmemesi ve hatalarından ders çıkarmasıdır. Kur’an-ı Kerim insanın nefsiyle/benliğiyle ilgili şu açıklamayı yapar:
“İnsan benliği ve onun yaratılış amacına uygun biçimlenişi şahit olsun; ve nihayet insan benliğine iyiyi ve kötüyü tanıyıp sorumsuz ve sorumlu davranma yeteneğini yerleştiren (şahit olsun) ki: Kim kendini geliştirip arındırırsa, o kesinlikle ebedî mutluluğa ulaşacaktır; kim de kendini geliştirmeyip (içindeki iyilik tohumunu) çürütürse, o kesinlikle kaybedecektir.” (Şems 91:7-10).
“Ama onlara, daha büyük mahrumiyeti tattırmadan önce daha yakın (dünya) mahrumiyetini elbette tattıracağız; umulur ki (yol yakınken) dönerler.” (Secde 32:21).
Acı çekmekten ve kayıp vermekten nasıl kaçınabileceğimizi öğrenmemizi çok istiyorum. Daha önce Sovyetler Birliği’nin parçalanmasına benzer şekilde bugünlerde de yeni parçalanmaların yaşandığını görmekteyiz. Avrupa Birliği’nde olduğu gibi bazı toplumların da birleştiklerini görüyoruz. Bazı toplumların da kan döktüğünü ve birbirlerine büyük acılar yaşattıklarını görüyoruz. Çünkü onlar rüşd (doğruluk, dürüstlük ve olgunluk) yolunu reddediyor ve ayetlerden yararlanmak yerine onları yalanlıyorlar.
Müslüman insanın olayların yorumunu öğrenmesini, bu olayların bağlı olduğu yasaları ve değerini anlamasını çok istiyorum. Müslümanların, yasaları keşfederek sorunlarını çözmek, anlaşmazlıklarını bertaraf etmek ve çatışma ve düşmanlıklarını durdurmak için kullanmasını çok istiyorum.
Yasaları anlayabilmeyi ve gözlerimizin önünde cereyan eden olayları, gördüklerimizi ve duyduklarımızı doğru değerlendirebilmeyi temenni ediyorum.
[1] Şu ayet-i kerimeler de aynı konuyu açıklamaktadır: “Ve Musa; “Rabbimiz!” dedi; “Şu bir gerçek ki Sen, Firavun ve onun yakın çevresine bu dünya hayatında göz kamaştırıcı bir saltanat ve mal verdin! Rabbimiz (işte) bu yüzden senin yolundan insanları saptırıyorlar. Rabbimiz! Onların servetlerini kökünden kazı ve yüreklerine bunun acısını oturt; belli ki onlar, can yakıcı azabı görmedikçe iman etmeyecekler!” (Yunus, 10:88).
“İşte Biz vahyin, günaha batmışların kalplerinde (etki etmeden) geçip gitmesini böyle sağlamışızdır. Can yakıcı bir azabı görünceye kadar bu (vahye) iman etmeyecekler; nihayet bu azap kendileri farkında değilken ansızın onları bulacaktır.” (Şu’arâ 200-203).
Çeviri: Fethi Güngör
Henüz yorum yapılmamış.