Güncel
S.Seyfi Öğün: Erdoğan karşıtlığı dışında hiçbir benzerlikleri olmadığı için bir çatı aday bile bulamadılar
Follow @dusuncemektebi2
Yeni Şafak yazarı Süleyman Seyfi Öğün, muhalefetin sistemsel değişikliklere hazır olmadığını belirttiği yazısında gelen baskın seçim kararı ile ne yapacağını bilemez hale geldiklerini ve Başkan seçiminin partiler üstü bir setavır gerektiğini kavrayamadıkları için ortak bir adayda birleşemediklerini iddia etti.
Yazının Tamamı
24 Haziran CumhurbaÅŸkanlığı seçimi Türk siyâsal târihinde bir baskın seçim olarak yerini aldı görünüyor. Bunun iki doÄŸrudan açılımı olduÄŸunu düşünüyorum. Ä°lk olarak “baskın” kavramının üzerinde duralım. Bir ÅŸeyin “baskın” olması; ihtimâlen birilerinin “hazırlıksızlığını” da îmâ edebilir. Ä°kinci olarak; biliyoruz ki seçmenler cumhurbaÅŸkanlarını seçecekler. Bunun somut ve pratik karşılığı, seçimin ;parlamenter seçimlerden farklı ve de kaçınılmaz olarak bâzı “isimler” üzerinden yapılacak olmasıdır.
Hazırlık açısından bakıldığında görünen; muhalefetin sistem deÄŸiÅŸimine dâir bir zihniyet ayarlamasını yapamamış olmasıdır. Sistem deÄŸiÅŸiminin üzerinden bir hayli zaman geçti. Muhalefetin kendisini bu deÄŸiÅŸime uyarlaması ve yeni sistemin gereklerine odaklanması için yeterli bir süreydi bu. Ama , “2019’a kadar bir ÅŸekilde hâllolur” diye bakmış olmalılar ki, baskın seçim karârı alınınca , futbol tâbiriyle kontrpiyede kaldılar. ErdoÄŸan karşıtlığı dışında hiçbir benzerlikleri olmadığı için bir çatı aday bile bulamadılar. HoÅŸ bulsalar ne olurdu? Karşıtlık, farklı ve vâitkâr bir vizyon ile birleÅŸmezse kendisini sönümlendirecek olan bir pozisyondur.
Ä°kinci husus bana daha mühim görünüyor. Bu seçimde, mâlûm, partilere verilen oylarla, baÅŸkana verilen oylar farklı olacak. Ä°lkinde ÅŸahıslar deÄŸil, partiler; diÄŸerinde ise ÅŸahıslar odakta olacak. Bu ayrımın , pratikte hangi tabloları resmedeceÄŸini; hangi dengeleri kuracağı veyâ hangi dengesizliklere sebep olacağını zaman gösterecek. Ama bildiÄŸimiz; tecrübenin Türkiye’de siyâsetin kurumsallaÅŸması üzerinde doÄŸrudan tesirli olacağıdır.
Kurumsal siyâset üretmek modernliÄŸin gereÄŸidir. Devletlerin uzun târihi içinde bu zâten veridir. Kurumsallığın karşılığı, gayrışahsîlikten baÅŸka bir ÅŸey deÄŸidir. Bir an düşünelim; Roma ve Osmanlı Ä°mparatorluklarının üç kıt’aya yayılan hükümrânlık kurmak ve idâre etmeye mâtuf baÅŸarıları , aslında kurumsallık baÅŸarılarıdır. Her ne kadar görünüşte bir hânedan veyâ “sezar” âilesiyle anılsa da , bunun etkisinin bir hayli “sembolik” olduÄŸunu görüyoruz. Meselâ Osmanlı’da, pâdiÅŸahlar bile nihâyetinde devlet ile özdeÅŸlik kuramaz. Yâni, ismi bu olmakla berâber Osmanlı devletinin sâhibi, üstün körü bahsedildiÄŸi ve zannedildiÄŸi üzere Osmanlı âilesi deÄŸildir. en kudretli sultanlar bile, çift manâsı üzerinden “Devlet benim” iddiasını ileri süremez. O zaman kendisine “Sen kimsin ki?” sorusu sorulur ve ağır bir bedel ödetilir. Siyâsal kültürel düzeyde, kulluk bunu ifâde eder. Baskın olan, “hikmet-i hükûmet” fikridir ki; bunun ÅŸahsiyâta dökülmesinin önünde ciddî bir târihsel-kültürel mâniler mevcuttur. EÄŸer illâ ki devlete bir sâhiplik aranıyorsa, onun sâhibi sâdece ilâhî kuvvet , yâni en geniÅŸ manâsıyla Tanrı olabilir.
Modern devletlerin târihi, mutlakiyetçi krallıkların yükseliÅŸi ile tutarlılık gösteriyordu. Bu, modern sezarlarda bir ego ÅŸiÅŸmesine de sebebiyet verdi. Meselâ Fransız Kralı XIV.Louis, bu ÅŸiÅŸmeyi o kadar ileri götürdü ki; ÅŸehvete gelip”Devlet benim” diyebildi. Ama aslında bu söz tabloyu reel olarak açıklamıyor. Tam tersine modern devletin pratiklerinin birikimi, derin ve köklü bir “nesnellik” ve “dünyevîlik” ihtivâ eder. XIV.Louis’nin politik ihtirasla sarfettiÄŸi ifâde bunu vurgular. Feodalitenin pratikleri içinde zâten Kiliseden (Tanrı’dan) bağımsızlaÅŸmış; üstelik her türlü moral deÄŸerden uzaklaÅŸmış , reelpolitik’in güdümüne girmiÅŸ bir devlet egemenliÄŸidir bu.
Reelpolitik, egemenliÄŸin hüküm sürdüğü alanlarda hayâtın nesnelliÄŸini dayatır. Moralpolitik’in baskılandığı “kurumsal siyâset” de bunun ifâdesidir. Ä°ÅŸ ve iÅŸlemlerin hesaplayıcı düzlemde akılcılaÅŸtırılması da bu amaca mâtuftur.
Reelpolitik ve kurumsal siyâset , V.Turner’ın kavramıyla “communitas” baÄŸlarından gelen tepkileri çekti. Moralpolitik ile desteklenen “communitas” ile reelpolitik ile yüklü olan modern devletin mücâdelesini kâğıt üzerinde ilki kazandı. Egemenlik, kayıtlı ÅŸartlı veyâ kayıtsız ÅŸartsız ulusa devredildi. Ama , vurgulayalım; bu geçiÅŸ kâğıt üzerinde kaldı. Devlet ile ulus arasındaki sözleÅŸme ancak “communitas”ın yeni bir forma kavuÅŸturulması , yâni “societas”a geçiÅŸle mümkün oldu. (Z. Bauman bu geçiÅŸi çok güzel anlatır). Societas, moral aşırılıklarından arındırılmış maddî iÅŸbölümüne göre tanımlanmış communitas’tır .
Societas, II.Genel SavaÅŸ sonrasında kurulan dünyâda, yâni 20.Asır’da iÅŸgördü. Ama 21.Asır communitas’ın geri dönüşüdür. Modern Batı toplumlarının yaÅŸadığı bunalımlar communitas’ın societas’ı aşındırmasıdır. “Ekonomipolitik”in, “kültürpolitik”le yer deÄŸiÅŸtirmesi de, baÅŸka bir açıdan buna işâret eder. Vurgular ise yabancı düşmanlığından (xenophobia), kültürel özgürleÅŸim taleplerine, yaygın bir yelpâzede zuhûr ediyor. Siyâsal tercihler de buna göre ÅŸekilleniyor. Dikkat edilmesi gereken nüans ÅŸu:yaÅŸananlar “reelpolitik’”n çöküşü deÄŸildir. Ä°yimser beklentileri boÅŸa çıkaracak ÅŸekilde; “communitas” baskısı yiyen “societas “gerilerken, reelpolitik da eÅŸ anlı olarak gerilemiyor. Tam tersine târihsel mevzilerini tahkim ediyor, baÅŸta yabancı düşmanlığını arkasına alarak machtpolitik’in çılgınlıklarına doÄŸru yelkenlerini ÅŸiÅŸiriyor.
Türkiye’nin içinde bulunduÄŸu “gri alanlar” dünyâsında, edinilmiÅŸ societas formlarıyla, gelenekler düzlemindeki tesirlerini sürdüren görece kuvvetli “communitas” formlarının arasında nasıl bir denge kurulacağı ise merak uyandıran bir pratik olarak zuhûr ediyor. Türkiye’deki sistem deÄŸiÅŸimin beni ilgilendiren tarafı da bu….
Henüz yorum yapılmamış.