Güncel
Ramazan Kayan: Acı Gerçek
Ölüm, insanlık tarihi kadar eski fakat hiç eskimeyen bir temadır… Bu kadar eski olmasına raÄŸmen herkese yeni görünür…
Ölüm insanın önceden olacağını kesinlikle bildiği ancak ne zaman geleceğini kesinlikle bilmediği bir olgudur.
Ölüm bir muamma mıdır? Hayır…
Hayat kadar doÄŸal ve kaçınılmaz bir durumdur… Tartışılmaz bir doÄŸrudur… Ölüm hayatın en ”diri” gerçeÄŸidir…
Ölme işi insanla kopmaz bağlara sahiptir.
Ölüm ve yaÅŸam yan yana, iç içe, yüz yüze… Her nefes yeni bir yaÅŸam, her nefessizlik yeni bir ölüm içeriyor.
Ölüm bir kaçış kapısı deÄŸil, aksine iç içe yaÅŸanması gereken gerçeÄŸimizdir…
Ölüm var oluÅŸumuzun olmazsa olmazıdır…
Ölüm, doÄŸumun elçisidir. DoÄŸumla baÅŸlar ölüm…
Ölümden kaçmak, kendinden kaçmaktır…
Ölüm, ebedi var oluÅŸun kapısıdır…
Ölümü yokmuÅŸ gibi yaÅŸayanların hazin bir ÅŸekilde yok oluÅŸlarını her gün görüyoruz…
Yalan dünya yanıltmaya devam ediyor… En yalın ve en yakın gerçeÄŸi unutturmaya çalışıyor… Halbuki biz ölülerimizle yaÅŸarız… Onları yaÅŸatırız…
Ölüm bizlere oldukça tanıdık olmasına raÄŸmen gün geçtikçe tanımlamakta, temas kurmakta zorlanıyoruz… VaroluÅŸa yönelik ciddi bir tehdit olarak algılanıyor ölüm… Ölümü zihnin en kuytu köşelerine itmeye çalışan modern zamanların insanları ölümle yüzleÅŸmek istemiyor…
İçinde ölüm olmayan bir hayat tasarlanıyor ve kurgulanıyor…
Ä°nsanoÄŸlunun varlığa ve kim olduÄŸuna, hayata ve ötesine, manaya ve hikmete, güzelliÄŸe ve derinliÄŸe olan ilgisi neredeyse tamamen kayboluyor… Kaba, katı, kuru kuÅŸaklar yetiÅŸiyor…
Mekanik ve matematik yetiyor… Mana ve mavera ıskalanıyor…
Ölüm temasına temas eden kaldı mı acaba? Aydın, entelektüel, sanat, spor, edebiyat, bilim, kültür, akademik ve siyaset dünyasından bu yönde bir tanıklığınız oldu mu?
Her şeyi kendi çıkarı, konforu, keyfi, egosu, özeli, örgütü için düşünen, ötekini ve öte dünyayı hesaba katmayanın ölümle ne işi olabilir? Tek yönlü güç stratejilerinden başka ne hesabı olabilir?..
Ä°ÅŸin gereÄŸi hayatı ciddiye aldığımız kadar ölümü de ciddiye alabilsek hayatımız daha kaliteli olacaktır…
Ölümle empati yapmıyoruz. Çünkü ölüm sempatik deÄŸil… SoÄŸuk ve sıkıcı bir yüzü var… Ölümü görmemezlikten geliyoruz… Nasıl olsa öğrenmiÅŸiz, ölenle ölünmez ya! O halde hiç ölmeyecekmiÅŸ gibi yaÅŸayabiliriz(!)
Müfredatta ölüm yok… Mevzuatta ölüm yok… Müktesebatta ölüm yok… Åžimdilik ölüm mevzubahis deÄŸil… Demoralize olmak istemiyoruz… Çocuklarımızın psikolojisinin bozulmasına sebep olacağından kaygı duyuyoruz…
Ä°ÅŸitmek istemediÄŸimiz kelime, ölüm…
Çağdaş psikiyatri, psikoloji, psikodinamik, psikanaliz neyin peşinde?
Ölüme karşı tutumlar, ölümsüzlük arzuları…
Hegel ne diyor: ‘’Tarih, insanların ölüme karşı eylediklerinin toplamıdır.”
Ölümsüzlüğü aramakla ne büyük bir bunalıma müşteri olduÄŸumuzu unutuyoruz… Ölümsüzlüğe oynamak insanın kendine yapabileceÄŸi en büyük kötülüktür…
Düşünün ki dayanılmaz dertlere ve acılara düçar olan bir insan, ölümü mumla arıyor… Ölmek istiyor ama ölemiyor… Ötenazi istiyor… Ä°ntihara kalkışıyor…
Aslında ölüm bir nimet, ölümsüzlük ise bir felakettir. Yaşamın bir cehenneme dönüşmesini kim kaldırabilir?
Nedense ölümün imgelerini hayatımızdan silmeye çalışıyoruz. Hatta ölümün ismi ‘eks’ oldu… Morglar hastanelerin en uzak alanlarında…
Hep baÅŸkalarının ölümünü seyrediyoruz, sadece seyrediyoruz… Seyirlik bir seremoni… Nasıl olsa ölen biz deÄŸiliz, ne deÄŸeri var? Nihayetinde biyolojik bir organizmanın yok oluÅŸu deÄŸil mi?
BaÅŸkalarının ölümünü seyretmekten, kurcalamaktan, konuÅŸmaktan kendi akıbetimizi düşünmüyoruz… Sanki kendi ölümümüzü hatırlamamak için çare arıyoruz.
Nasıl olsa saÄŸlıklı besleniyor, düzenli olarak saÄŸlık kontrolüne gidiyor, güvenli evlerde yaşıyoruz. Ve de sigortalıyız…
Ne toplu ölümler ne de tekli ölümler umurumuzda…
Ölümü eskittik… Artık üzerimizde etkisi yok…
Ölüme deÄŸer yükleyenlerden deÄŸiliz. Cesetleri toprağın altına bırakırken bile duyarsız, tepkisiz duruyoruz…
Ölümü anlamından soyutluyor, öte dünya ya soÄŸuk bakıyoruz… Rutin ölümler ruhumuzu sarsmıyor…
Ölümü tükettik, çünkü tefekkür etmiyoruz.
Ölümün bizi alt edeceğini bile bile ölümü atlıyoruz.
Artık ölüm duyarlılığını yitirmiÅŸ bir uygarlığın çocuklarıyız…
Ölümü öteliyoruz, öcüleÅŸtiriyoruz; ama bir türlü olmuyor, yakamızdan düşmüyor. Biz unutsak da ölüm bizi unutmuyor… Biz erken desek de ecel bildiÄŸini yapıyor. Biz mesafeli dursak da o hep ensemizde… Kaçınılmaz kaderimiz, her birimizin alnında ölüm yazılı…
Ölenlerin çocukları değil miyiz? Nasıl aldırışsız, kaygısız davranabiliriz?
Ölümün bir ayet olduÄŸunu unutuyoruz. Evet bir uyarı, bir iÅŸaret… Okunması gereken bir kitap… Etkili bir nasihatçi…
Yaşlılara yakıştırılan ölüm, aslında her yaşa özeldir.
Ölümü kendilerine, yakınlarına yakıştıramayanların akıbeti ortada… Böyle iken ölümü nasıl görmemezlikten gelebiliriz?
KeÅŸke ölümü hep göz önünde bulundurabilsek, o vakit hırsların, nefretlerin, öfkelerin, ÅŸehvetlerin, arzuların nasıl dizginlenebildiÄŸini görebilirdik…
Resulullah (sav) reçeteyi sunmuyor mu? “Lezzetleri kesen (ölümü) çokça hatırlayınız.”
Biliyoruz ki, ölümün ilacı yok ama ölümün kendisi ilaçtır… Azgınlıkları, asabiyetleri, aşırılıkları, ataletleri atabilmenin yolu ölümü hatırlamaktan geçiyor…
DünyevileÅŸmenin büyüsünü bozacak ilaç, ölümle barışık olmaktır…
En güçlü terbiye mektebi, mezarlıklar olsa gerek…
Özümüze dönmenin yolu ölümü özümsemek ve önemsemekten geçiyor…
Ölüm, özgürlüğün binitidir.
Ölümü göze almadıkça, önümüz açılmaz…
Ölümü göze almadıkça özgüven de kazanamayız…
Aslında uyku da ölümün bir çeÅŸididir. Her gün uyumakla ölümün provasını yapmış oluyoruz…
Uyku hafif ölümdür. Ölüm derin uykudur.
‘’Allah o canları öldükleri zaman alır; ölmeyenleri de uyuduklarında. Sonra haklarında ölüm kararı verdiklerini alıkoyar, diÄŸerlerini belirlenmiÅŸ bir süreye kadar salıverir. Şüphesiz ki bunda düşünecek bir toplum için deliller vardır.” ( Zümer, 42)
Bu bilinçle uykuyu değerlendirebilsek, uykumuz ibadete dönüşmez mi?
Evet, ölüm uzun bir bahis, derin bir mevzu, çetin bir konu… Canımızı alsa da ölümle dost olacağız… Ölümle iç içe yaÅŸayacağız ve ölümü yaÅŸatacağız…
Nasıl bir ölüme yatırım yaptığımızı kendimize soracağız… Veya kendimize nasıl bir ölümü yakıştırdığımızı netleÅŸtireceÄŸiz…
Aziz ve asil bir ölümün arayışında olacağız…
Kirli, karanlık, şaibeli ölümlerden Rabbimize sığınacağız.
Temennimiz temiz ölüm. Hangi sürecin ve sınavın sonucu olduğunu biliyoruz. Efendimiz(sav) bu konu da kriteri zaten koymuş:
‘’Nasıl yaÅŸarsanız öyle ölürsünüz; nasıl ölürseniz o hal üzere diriltilip, mahÅŸere getirilirsiniz. Her kul, öldüğü hal üzere diriltilir.” (Müslim)
Ölümün rengi belli… Åžayet Allah’ın boyası kimliÄŸimize yüklenmiÅŸse sorun yok…
Öyle bir ölümü hedefleyelim ki, ölümümüz ödülümüz olsun…
Ölümün bizi nerede beklediÄŸi belli deÄŸil, iyisi mi biz onu her yerde bekleyelim…
Ölüme kafa tutanları görüyoruz, nasıl da fiyakaları bozuluyor, foyaları ortaya çıkıyor… Ne fena bir ölüm!
Fırsat elimizde iken ölümü konuÅŸturalım, ölüme kulak verelim, ölüme selam duralım… Ne mutlu o sessiz çığlığı duyanlara… Hepimiz ölecek yaÅŸtayız…
Ölüm genetik… Ölüm gerçek… Ölüm gelecek…
Hayat sormuÅŸ ölüme; ‘Neden insanlar beni sever ama seni sevmezler?’ diye.
Ölüm cevap vermiÅŸ: ‘Çünkü sen güzel bir yalansın, ben de acı bir gerçeÄŸim.
Henüz yorum yapılmamış.