Güncel
Türkiye, Revizyonist Politikaya Mecbur Bırakıldı!
Katar’daki askeri üssün Suudi Arabistan-Katar krizinde oynadığı “oyun bozucu rol”, burada önemli bir motivasyon kaynağı olarak karşımıza çıkıyor.
Milli Gazete yazarı Seyfettin Erol Türk dış politikasında atılan adımları ve gelinen noktayı köşesinde değerlendirdi.
Yazının Tamamı
Türk dış politikası bir kez daha uluslararası gündemin merkezinde, yoÄŸun tartışmaların göbeÄŸinde yer alıyor. Irak ve Suriye’de somut bir ÅŸekilde kendisini gösteren “saha-diplomasi” eÅŸgüdümlü yürütülen baÅŸarılı politika, hiç kuÅŸkusuz burada oldukça önemli bir yere sahip. Sahada operasyonel olarak elde edinilen kazanımlar, Türkiye’nin “diplomasi-siyaset” sahnesindeki gücünü daha da artırmış durumda.
Bu da önümüzdeki süreçte Türkiye’nin askeri-istihbari güç ve operasyonlarına dayalı politikalarının daha da geniÅŸleyeceÄŸine-derinleÅŸeceÄŸine iÅŸaret ediyor. Suriye sonrası Irak’ta gerçekleÅŸtirilen operasyonlar ve dünyanın deÄŸiÅŸik yerlerinde inÅŸa edilmeye baÅŸlayan askeri üsler bunun en temel göstergesi. (ÖrneÄŸin; Katar’daki askeri üssün Suudi Arabistan-Katar krizinde oynadığı “oyun bozucu rol”, burada önemli bir motivasyon kaynağı olarak karşımıza çıkıyor.)
Düne kadar yumuÅŸak güç unsurlarına dayalı bir dış politika izlemeye çalışan Ankara, bunun tek başına daha fazla devam ettirilemeyeceÄŸi gerçeÄŸini anlamış durumda. “Sert güce” dayalı eylemlerle desteklenmeyen yumuÅŸak gücün en azından kendisine uygulama sahası bulamadığını somut örnekleriyle tecrübe etmiÅŸ bulunuyor. Misal mi? Arap Baharı sonrası yaÅŸanan geliÅŸmelere ve Türkiye’nin gönül coÄŸrafyasından birer birer uzaklaÅŸtırılmasına bir bakın; orada fazlasıyla örnek göreceksinizdir. Süleyman Åžah Türbesi’nin taşınması bile baÅŸlı başına yeter!
Türkiye, Revizyonist Politikaya Mecbur Bırakıldı!
Sadece yumuÅŸak güce dayalı politikaların bir zafiyet olarak algılanmaya baÅŸladığı bir dünyada Türkiye’nin statükocu politikalar izlemesini beklemek artık ham hayal olacaktır. Zira düne kadar (Saddam Hüseyin hadisesini hatırlayın) OrtadoÄŸu’da statükodan yana olan Ankara, adeta revizyonist bir politika izlemeye mecbur bırakılmıştır.
Türkiye’yi bu politika izlemeye yönelten sadece ABD deÄŸildir. ABD’nin alan açtığı ülkeler de buna dahildir. Bunun için Türk yakın çevresinde kimlerin bölgesel statükoyu koruma adına revizyonist hamlelerde bulunduÄŸuna, oralarda örtülü nüfuz alanları inÅŸa ettiÄŸine ve Türkiye’yi buradan iÅŸbirliÄŸi masalları adı altında dışlamaya baktığına iyi bakın.
Dolayısıyla Türkiye’yi bu politikaya mecbur kılanların Ankara’ya en ufak bir eleÅŸtiride bulunma hakkı söz konusu bile olamaz! Ankara’nın bir kusuru var ise o da bu politikayı izlemekte geç kalmış olmasıdır. Bir diÄŸer ifadeyle Türkiye, 11 Eylül sonrası yeni dünya düzeni inÅŸa sürecine bu baÄŸlamda geç cevap vermiÅŸtir. “Yeni Dünya Düzeni”nin “Geç Aktörü”dür.
“Caydırıcı Güç” Olabilmek…
Yeni uluslararası sistem sahip olduÄŸunuz askeri-istihbari güç ve bunu kullanabilme kapasitenize dayanmaktadır. Bu gücü ortaya koyamayan devletler birer “hedef ülke” haline konulmaktadır. Zira zafiyet beraberinde zayıflığı getirmektedir. Türkiye bunu çok acı bir ÅŸekilde test etmiÅŸtir.
Hiç kuÅŸkusuz, bu yeni süreçte “caydırıcılık” esastır. Ve ülkelerin caydırıcılığı sadece kendi sınırları ile ilgili deÄŸildir. Sadece kendi sınırları ile “sınırlı” bir güç anlayışı kaybetmeye mahkûmdur. Bu, yeni oyunu ve onun kurallarını anlamamakla eÅŸdeÄŸerdir. Caydırıcı güç, aynı zamanda oyun bozucu-oyun kurucu niteliÄŸe de sahiptir.
Türkiye’nin kendi silah sistemlerini ve bu baÄŸlamda Ar-Ge’sini geliÅŸtirmeye çalışması burada oldukça önemli bir yere sahiptir. Türkiye’nin kendi Ä°HA ve SÄ°HA’larıyla sahada daha etkili sonuçlar elde etmeye baÅŸlaması, terörle mücadele baÄŸlamında ortaya koyduÄŸu performans, Türkiye’yi tekrar güvenlik eksenli bir güç merkezi haline dönüştürmektedir.
Türkiye’nin bu hamlesine/arayışına yönelik silah sistemleri eksenli iÅŸbirliÄŸi teklifleri (örneÄŸin S-400 ve Patriotlar örneÄŸinde görüldüğü üzere) kadar; terörle mücadelesindeki baÅŸarısı kapsamında yeni iÅŸbirliklerinin, örtülü ittifak giriÅŸimlerinin altında da bu yatmaktadır. Türkiye, bu baÄŸlamda Afrika’dan OrtadoÄŸu’ya, Orta Asya’dan Güney Asya’ya kadar uzanan geniÅŸ bir hatta iÅŸbirliÄŸi yapılmak istenilen, aranılan güvenli bir aktör konumundadır.
Oyun Bozucu Olmanın Maliyeti!
EÄŸer Türkiye baÅŸta kendi sınırları içerisinde olmak üzere, yakın çevresinde Suriye ve Irak’ta terörle mücadelede baÅŸarılı bir sınav vermemiÅŸ olsaydı; baÅŸta Sykes-Picot düzeni ve Büyük OrtadoÄŸu Projesi (BOP) olmak üzere, eski ve yeni projelere, dizayn giriÅŸimlerine meydan okumasaydı, yukarıda sayılan hususların hiçbirisi söz konusu bile olmayacaktı.
Dolayısıyla Türkiye’nin son yıllarda izlemeye baÅŸladığı revizyonist politika anlayışı; oluÅŸturulmaya çalışılan yeni statükoya büyük bir meydan okuma olarak algılanmakta, Türkiye’yi bir hedef haline getirmektedir. Türkiye’ye yönelik artan açık-örtülü operasyonların altında da bu husus yatmaktadır.
Düne kadar küresel ve bölgesel çaptaki sorunlar karşısında mevcut sınırları ve dengeleri bozmamak adına sınırlı politikalar üreterek, var olan statükoyu bozmamaya çalışan Türkiye’nin yeni dış politikasından duyulan rahatsızlığın 15 Temmuz 2016’da zirve yapmasının altında da bu husus yatmaktadır.
15 Temmuz baÅŸarısız darbe giriÅŸiminin temel hedeflerinden birinin Türkiye’yi tekrar statükocu politikalara mahkûm etmek olduÄŸu ÅŸimdilerde daha net anlaşılmaktadır. Anlaşılan bir diÄŸer husus da; okun bir kere yaydan çıkmış olması ve bunu hiçbir gücün Allah’ın izniyle engelleyemeyecek olmasıdır.
Henüz yorum yapılmamış.