Sosyal Medya

Güncel

Teknolojik kolaylıkların tefekkür ve hıfz melekelerimiz üzerinde meydana getirdiği tahribata yeterince kafa yoruyor muyuz?

Eski ulemanın ürettiği bilgi ve kültür birikimi, o zamanki imkân kıtlıklarını da düşününce, hepten büyük bir saygıyı hak ediyor. Yazdıkları eserleri yaşadıkları gün sayısına bölünce bile içinden çıkamadığımız o büyük isimler, acaba bugünün bolluğunda yaşasalardı aynı şeyleri üretebilirler miydi?



Yeni Şafak yazarı Taha Kılınç, yazının İslam medeniyetinde önemli bir yeri olduğunu ama hızla yayılan teknoloji karşısında onun da hızla değerini yitirdiği yazısında Ketebe Yayın Evi gibi hamlelerin bu gibi zihinsel yozlaşmaların önüne geçebilecek adımlar olduğunu belirtti.

Yazının Tamamı

Tarihte herhalde çok az çatışma, Talas Savaşı kadar, kültür ve bilginin yayılmasına hizmet etmiÅŸtir. 751’de Müslüman Araplarla Karluk Türklerinin Çin’i maÄŸlup ettiÄŸi savaÅŸ, kâğıdın Ä°slâm dünyasına girme vesilesidir. Esir düşen Çinli ustaların Semerkand’da üretmeye baÅŸladığı kâğıt, böylece ilk kez anavatanı sayılan Çin dışında imal edilmiÅŸ, ardından hızlı bir ÅŸekilde Ä°slâm medeniyetinin hammaddelerinden biri haline gelmiÅŸ. 794’te BaÄŸdad’da bir kâğıt imalathanesinin açılmasını Mısır ve Kuzey Afrika’daki benzerleri izlemiÅŸ. Kâğıt daha sonra Endülüs’e ulaÅŸarak, Müslümanlar eliyle Avrupa’ya yayılmış.

Klâsik dönemde Ä°slâm âlimleri, ilmin ve yazının temel malzemeleri olan kâğıt ve kaleme büyük hürmet göstermiÅŸler. Kur’ân’da kaleme ve yazdıklarına yemin edilmesi, kâğıdı da doÄŸal olarak “ulvî bir nesne”ye dönüştürmüş. Yere düşen boÅŸ bir kâğıt parçasını bile saygıyla alıp yükseÄŸe kaldıran ufuk, bugün kâğıdın hayatımızdaki bolluÄŸunu ve böylesine israf ediliÅŸini görse, kim bilir ne yapardı…
 
Teknolojinin klâsik ilim malzemelerinin yerini alması, “bilginin muhafazası” yönünden zihinlerimizi de tembelleÅŸtirmiÅŸ görünüyor. Her ÅŸeyi depoladığımız telefon ve bilgisayarlarımızdaki bilgilerin yok olması, minik bir virüse bakıyor bugün. En yakınlarımızın telefon numaralarını dahi ezberleyemiyoruz, çünkü bizim adımıza bunu yapan bir alet var. Peki, teknolojik kolaylıkların tefekkür ve hıfz melekelerimiz üzerinde meydana getirdiÄŸi tahribata yeterince kafa yoruyor muyuz? YorduÄŸumuz pek söylenemez. Sorunun cevabını gerekirse Google’a bakıp söyleyebilecek olmanın rahatlığıyla…
 
Eski ulemanın ürettiği bilgi ve kültür birikimi, o zamanki imkân kıtlıklarını da düşününce, hepten büyük bir saygıyı hak ediyor. Yazdıkları eserleri yaşadıkları gün sayısına bölünce bile içinden çıkamadığımız o büyük isimler, acaba bugünün bolluğunda yaşasalardı aynı şeyleri üretebilirler miydi? Belki de hayır. Çünkü onların çabalarını şekillendiren şey sadece çalışkanlıkları ve gayretleri değildi. Şu anda hayatımızdan çekilmeye başlayan bir iksirle sırlamışlardı bütün satırları: Bereket. O olmayınca, bolluk da yoklukla eş değer, maalesef.
 
***
 
Kısa bir süre önce, Albayrak Medya Grubu bünyesinde Ketebe Yayınları’nın okura ‘merhaba’ demesi, Müslümanlar olarak kâğıt ve kalemle tarih boyunca süregelen uzun serüvenimizi ve bugün vardığımız noktayı düşündürdü bana. Ve Ketebe’yi, daha isminden baÅŸlayarak, adeta yeni ve taze bir baÅŸlangıç, modern zamanların bizden götürdüğü ÅŸeyleri yerine koyma denemesi, kaleme ve kâğıda yepyeni bir ufukla bakış, kâğıdın sükûnetiyle satırların bereketini tekrar buluÅŸturma çabası olarak yorumladım.
 
“Daha isminden baÅŸlayarak” dedim. Açayım:
 
“Ketebe”yi iki ÅŸekilde anlayabiliriz. Birinci manada “Bir hattatın, eserin altına attığı imza” vurgusu var. Ä°kinci mana ise, Arapçada “Yazdı” fiilinin karşılığı. Hangisini temel alırsak alalım, Ketebe direkt ÅŸekilde “yazı”ya iÅŸaret eden bir kelime.
 
Müslümanlar olarak, Kitabımız Kur’ân’ın her yerinde karşımıza çıkan bir kavramdır yazı. Namaz, oruç, cihad gibi ibadetler “yazılmıştır” mesela. Kaderimiz, rızkımız, ecelimiz “yazılmıştır”. Kâinattaki her bir zerre, bütün mevcûdât, varlıklar âleminin her bir noktası teker teker “yazılmıştır”. Melekler amellerimizi “yazmaktadır” ayrıca. Ve bizden kendi aramızdaki muamelelerimizi, sözleÅŸme ve ahitlerimizi de “yazmamız” istenmektedir.
 
Bu açıdan bakıldığında, yazmak eylemi, adeta dünya hayatındaki varlığımızın nirengi noktalarından biridir. Hep söylendiÄŸi gibi “okumak” bir emirdir, doÄŸru; ama bundan daha fazlası “yazmak” eylemi söz konusu olduÄŸunda geçerlidir.
 
***
 
“İçeriÄŸinden sunumuna kadar tamamen kültürümüzü ve duruÅŸumuzu temsil edecek bir yayıncılık” için titizlenen Mesut Albayrak Bey’in himayesinde irfan dünyamıza “merhaba” diyen Ketebe Yayınları, alanında gerçek bir uzman olan Ömer Lekesiz’in danışmanlığında, Ä°smail Kılıçarslan, Ahmet Murat Özel ve Mustafa ArmaÄŸan’ın tecrübeli ve nazik ellerine emanet. Yayınevinin koordinatörlüğü görevini üstlenen Ä°smail Demirci’nin hassasiyetini de bilhassa not etmeli.
 
Ä°lk etapta, Yeni Åžafak Genel Yayın Yönetmeni Ä°brahim Karagül AÄŸabey’in “Tanklar Kâbe’ye Dayanmadan” adlı eserinin de aralarında bulunduÄŸu 16 kitapla okurun karşısına çıkan Ketebe, ÅŸimdiden dikkat çekmeyi baÅŸardı. Bundan sonra yayımlayacağı kitaplarla da gündemi belirleyeceÄŸine inandığım Ketebe Yayınları, yazıyla ulvî irtibatımızı yeniden saÄŸlayacak ve bizi kadîm kültürümüze saÄŸlam bir ÅŸekilde baÄŸlayacak bir merdiven olsun, kendimizi bulmamız yolunda fiili bir dua yerine geçsin.
 
***
 
Ana fikrini “yazı”nın oluÅŸturduÄŸu bu yazıyı, Türkiye’den epey uzakta, MaÄŸrib’in [Fas] kültür baÅŸkenti olarak kabul edilen Fes’ten yazıyorum. Ä°letiÅŸim ve yazı imkânlarının böylesine kolaylaÅŸtığı bir zamanda, “Kaleme ve yazdıklarına yemin olsun” ifadesi daha bir anlam kazanıyor zihnimde.
 
Fâtıma ve Meryem isimli iki kız kardeşin infakıyla bugünkü derin kimliğini bulan Fes, elbette en dipte tek paragrafla geçiştirilecek bir şehir değil. Onu ayrıntılı ve müstakil bir şekilde anlatmam lazım. Nasip olursa, önümüzdeki hafta bu köşede ayrı bir yazıyla bu vecibeyi yerine getireceğim.

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.