Kürsü
Bizim gibi disiplinli milletlerin devletlerinin hiç yapmayacağı bir şey oldu: Herkes istediği besteyi okumakta serbest bırakıldı
Follow @dusuncemektebi2
A. Yağmur Tunalı Karar gazetesi için beste tartışmalarını yazdı: İstiklâl Marşı ulu orta tartışılamaz
Yazının Tamamı
CumhurbaÅŸkanı ErdoÄŸan’ın “En büyük üzüntüm bu emsalsiz marşın hakiki manasını yüreklere nakÅŸedecek bir bestenin yapılamamış olmasıdır. Burada bestekarlara iÅŸ düşüyor” sözlerinin ardından baÅŸlayan tartışmada konuyu mecrasından çıkarıp farklı noktalara çekmek isteyenlere dikkat çekiyor.
Ä°stiklâl Marşı’nın bestesi zaman zaman gündeme gelir, tartışılır. Bugüne kadar konuÅŸulanları, yazılanları bir araya getiren bir çalışma hiç şüphesiz enteresan olurdu. Entelektüel seviyemizle beraber siyasetin günlük tavır alışlarının ucuzluÄŸu da o çalışmada ortaya çıkardı. Köşe yazarları, ilim ve sanat adamları; az bilen, çok bilen; anlayan, anlamayan; seven, sevmeyen yüzlerce ismin bu konuya bir yerden girdikleri görülürdü. Böyle bir çalışmanın bu tartışmaları yapıldıkları zamanlar hakkında bize pek çok bilgi sunacakları kesindir. Bu tartışmaların ortak bir özelliÄŸi daha da ilgi çekicidir: Saman alevi gibi gelip geçmiÅŸlerdir. Åžu veya bu sebeple sonuca ulaÅŸmamış tartışmalardır.
Bir diÄŸer ilgi çekici taraf, bu tartışmaların saf müzik ve sanat endiÅŸesini yansıtmamasıdır. Evet, söylenenler, beste veya güfte(ÅŸiir) üzerindendir. Fakat mesele hemen daha baÅŸka ve genel bir probleme dönüşür. Mesela, birileri “Bu bir ırkçı ÅŸiirdir zaten…” der. Bir diÄŸer görüş, “beste yerli deÄŸildir, özgün deÄŸildir... Ä°stiklal Marşı’na bu aparma yakışmaz!” der. Hatta bir diÄŸeri iÅŸi olmayacak noktalara vardırır, “ Halka sorulmadı, niçin biz kabul edelim ki?” demeye kalkar.
Bir başka acı gerçeği hemen bunun yanına koyalım: Bilmenin bu toplumda bir değer ifade etmediği zamanlardayız. Hatta bilenden kaçıyoruz, daha da ötesi, bileni dışlıyoruz.
Kolayca fark edileceği gibi, meselenin içinden çıkılmaz tarafı, bize çok zaman kaybettiren kimlik arayışlarının içinden tartışılmasıdır. İstiklal Marşı gibi herkesin benimsemesi gereken bir metni ve onun bestesini tartışmanın arka planında oturmamış bir millî kimlik vardır. Dünya görüşlerinin ortak bir zemine kavuşmaması vardır. Bizim gibi köklü devlet geleneğine sahip bir toplumda olacak şey değildir biliyorum ama olmuştur ve olmaktadır.
Sayın CumhurbaÅŸkanı’nın ettiÄŸi sözler için de bu böyledir. Böyle anlaşılacak ve böyle tartışılacaktır. En iyiyi, en güzeli arama gayretini davet eden bir çaÄŸrı iÅŸlevi görmeyecektir. Bazı iyi niyetli kimselerin iyi niyetli görünen, “Hakıkaten öyle... bu besteyi zor söylüyoruz...” demeleri durumu deÄŸiÅŸtirmez. Bu hep söylenmiÅŸtir.
Tenkitlerin bugüne kadar gelmesine ÅŸaşılmaz. Gerçekten, beste herkesçe söylenmesi zor bir eserdir, doÄŸru. Güzeldir ancak öğrenilmesi, öğretilmesi ve söylenmesinde sıkıntılar vardır. Bu da doÄŸru. “Obe”, “laaayacakobenim”, “nimmilleti”, “munüstünde”, “tüte” “nenso”, “nocaa”, “kobe” gibi bozukluklar kulak tırmalayan hatalardır. Türk çocukları bunlardan dolayı da millî marÅŸlarını düzgün söyleyemiyorlar. Bunlar da doÄŸru.
“Bu doÄŸruların yol açtığı arızaları düzeltelim” demek de doÄŸru. Fakat dikkate almamız gereken çok ÅŸey var. Mesele, halledelim deyiverip geçmekle halledilmez, halledilemez. Hele yeni bir beste dediÄŸinizde, büsbütün baÅŸka problemler açarsınız. Nitekim daha önce de bunlar düşünülmüş ve az çok hissettirmeye çalıştığım sebepler yüzünden neticeye varılamamıştır. Açılacak problemlerin neler olduÄŸunu bize Ä°stiklâl Marşı tarihi söyleyecektir. Tarihe biraz daha geriden baÅŸlayarak bakalım ki tam bir fikir edinilsin.
Millî Marş yerine Tekbir
Dünyada 1789’dan sonra Millî MarÅŸ anlayışı yayılmaya baÅŸladı. Heyetlerin görüşmelerinde ve kabul merasimlerinde iki ülkenin marÅŸlarının çalınması bir diplomasi kuralı gibi o yıllarda yerleÅŸti. Buna raÄŸmen, bizde uzun zaman bir “Ä°stiklal Marşı” seçilmedi. Gerçi, 2. Mahmud’dan itibaren her padiÅŸah için bir marÅŸ bestelenmiÅŸti. Bunlar, sözsüz eserlerdi. Mahmûdiye, Aziziye, Hamîdiye gibi adlarla anılırlardı. Heyetlerimizin katıldığı merasimlerde nedense bu marÅŸlar çalınmazdı. Bizim heyetler Batı’ya gittiklerinde, hemen her görüşmede deÄŸiÅŸik eserler millî marÅŸ yerine okunurdu. Bunların bilinenleri toplansa, hoÅŸ ve eÄŸlenceli bir dönem fotoÄŸrafı çıkar. Mesela, 20. asrın baÅŸlarında Fransa’daki bir askerî toplantıda Tekbir seçilmiÅŸti. Bir diÄŸerinde “Entarisi ala benziyor/ Sultan ReÅŸad bana benziyor “ türküsü okunmuÅŸtu.
Millî MarÅŸ bestelenmesi zaman zaman gündeme gelse de kesin karar Ä°stiklal Harbi yılları içinde verildi. 1920’de kurulan TBMM’nin aldığı bir kararla hemen herkesin bildiÄŸi bir yarışma açıldı. Yarışmaya 700’den fazla ÅŸiir geldi. Kâzım Karabekir PaÅŸa da cepheden ÅŸiir gönderenler arasındaydı. Yine hemen herkesin bildiÄŸi gibi, bunca ÅŸiire raÄŸmen Mehmed Âkif ikna edildi ve ödül olarak konan 500 altını almamak ÅŸartıyla yarışmaya katıldı. Oy birliÄŸiyle kazanan onun ÅŸiiriydi. Kahraman Ordumuza ithafıyla yazdığı o uzun ve muhteÅŸem ÅŸiir. Dünya edebiyatında bir benzeri zor söylenecek kıratta ve kıymette bir ÅŸiir.
Atatürk, Âkif’e haber gönderdi
Bizim İstiklal Marşımız, seçilen bu şiir olacaktı fakat bu eserin bir de bestelenmesi gerekiyordu. Bir yıl sonra bunun için de yarışma açıldı. 55 bestekâr, bu şahane şiiri besteledi. O devrin kalburüstü bütün bestekârları yarışmaya katılmıştı. Yalnız, beklenmedik bir problem çıktı. Şaşacaksınız, jüri teşkil edilemedi. Neden jüri kurulamadığı detaylarını çok iyi bilmediğimiz bir konudur. Akla ilk gelen, seçici kurula girecek hemen bütün isimlerin yarışmacı olmaları gibi görünüyor ancak meselenin başka sebeplerinin bulunduğu da açık.
Bu durumda ne yapıldı dersiniz? Devletlerin, hele bizim gibi disiplinli milletlerin devletlerinin hiç yapmayacağı bir ÅŸey oldu: Herkes istediÄŸi besteyi okumakta serbest bırakıldı. Okullar, resmî daireler, ülkenin hemen her yerinde beÄŸendikleri bir besteyi alıp törenlerde okudular. 1923’de 1930’a kadar bu çok besteli marÅŸ dönemi devam etti. 7 yıl boyunca Ali Rıfat (ÇaÄŸatay) Bey’in bestesi birinciydi. En çok o okunuyordu. 1930’a gelindiÄŸinde Osman Zeki Ãœngör’ün bestesi birinciliÄŸi, yani en çok okunan beste unvanını elde etti.
Ä°ÅŸte devlet bu noktada müdahale etti ve çok marÅŸlı dönemi bitiren bir karar aldı. Artık, Osman Zeki Ãœngör’ün bestesi millî marşımızdı. Bu da beklenmeyen bir durumdu, çünkü Ali Rıfat Bey devlet nezdinde çok itibarlı bir isimdi. KardeÅŸi Samih Rıfat da yeni Türkiye’nin etkili milletvekillerindendi. Onun eseri deÄŸil Osman Zeki Ãœngör’ün bestesi seçilmiÅŸti...
Bu yedi yıllık sürecin iÅŸleyiÅŸi bile tartışmaların bitmeyeceÄŸinin iÅŸaretlerini verdi. Nitekim devam etti. Bu beste Türkçeyi hem ses hem mana itibariyle bozuyor diyenler çıktı. Edgar Manas’ın orkestra uyarlamasından sonra güfte-beste uyumu biraz daha bozuldu diyenler çıktı. DiÄŸer bestelerden bazılarını gündeme getirerek, onları Millî MarÅŸ almalıyız diyenler çıktı. Hatta, yeni ÅŸiir beklentileri de zaman zaman devreye girdi. Âkif, Mısır’danTürkiye’ye döndükten sonra, bu deÄŸiÅŸiklik talepleri onun da kulağına gitti. Hasta Âkif’e Atatürk, Hakkı Tarık Us’la “Marşı deÄŸiÅŸtirmeyeceÄŸiz” mesajını gönderdi. Ä°yi ki Koca Âkif, 1936’da bu rahatlatıcı haberi duyduktan sonra aramızdan ayrıldı da devam eden tartışmaların acısını duymayarak gitti.
BaÅŸka ilginç ÅŸeyler de yaÅŸandı. Necip Fâzıl 1937’de bir Ä°stiklâl Marşı denedi. Daha sonra Âkif’e, Çanakkale Åžehidlerine ÅŸiirinde geçen “Bedr’in aslanları ancak bu kadar ÅŸanlı idi” mısraı üzerinden ateÅŸ püsküren de yine Necip Fâzıl’dı. Sebebi o tartışmalar kadar Necip Fâzıl’ın karakteriyle de ilgili bir durumdur. Ãœstad, dindar ve kendince Ä°slamcı çizgiye yeni geçmiÅŸti ve Âkif’i Bedir savaşçılarına saygısızlıkla suçluyordu. Çanakkale’nin aslanlarını, “Bedr’in aslanları”yla aynı ÅŸanlılıkta görmeyi kendi din anlayışıyla mahzurlu buluyordu. Âkif gibi emsâli az gelir bir kavî müslümanın, yüksek karakter adamı, örnek insan Âkif’in, Ä°slamcı Âkif’in, engin din bilgisi herkesçe bilinen Âkif’in, manzum Kur’an tercümesi müellifi Âkif’in dînî hassasiyetini sorgulayacak cür’eti gösteriyordu.
Vesselam, bu ve benzeri tartışmaların Atatürk yaşarken bir sonucu olmadı. Sonrakilerin de olmayacaktı. Onları burada bir bir sayıp dökmeyeceğim.
Yalnız, şu hususu hepimiz düşünmek zorundayız: Her zaman millî marşı tartışmak bir millet için sağlıklı bir durum olmasa gerek. Evet, bu bir hastalıklı durumdur. Düşününce başka bir teşhisi yoktur. Neredeyse her değeri yeniden tartıştığımız bugünde ve bu dönemde böyle bir gündem açmak daha karışık ve karmaşık bir ruh halini gösterir. Ne yapmak istiyoruz? Göğsünü doldurarak marşını söyleyemeyen nesiller mi yetiştirmek istiyoruz? Kendinden şüphe eden, sembollerini beğenmeyen, benimsemeyen fertlerin meydana getirdiği toplum nasıl bir ilerleme azmi ve gayreti gösterebilir? Bu ve benzeri sualler psikolojinin, sosyal psikolojinin ortaya koyduğu net problemlerdir. Devamı da vardır, onu erbabına bırakıyorum.
“Ä°stiklal Marşı’nı kimse doÄŸru dürüst okuyamıyor, hâlbuki bize kolay söylenebilir ve kendi seslerimizle bestelenmiÅŸ bir marÅŸ lazım” fikri ilk bakışta çok doÄŸru gibi görünüyor. Peki, bunu da anlamaya çalışalım. Acaba öyle mi?
Tekbir’i okuyabiliyor muyuz?
Hepimizin, hatta her Müslüman’ın bildiÄŸi Tekbir dâhil, hangi eseri doÄŸru söyleyebiliyoruz? Bir türküyü, bir ÅŸarkıyı, bir marşı yüz yerde kaydedin, onlarca ayrı eser çıkar ve bir yarısı da asıl besteye hemen hiç benzemez. Bunun denemesi çok kolay. Hemen her gün yaşıyoruz. Netice gayet açık: Toplumumuzda ayrışma her alanda var. Beraber olamama gibi, seslerde de birlik çok azaldı ve toplu söyleme gibi bir meziyetimiz kalmadı. “Meziyet” de demeyelim, böyle bir tabii iÅŸi, böyle bir normal durumu bile kaybetmiÅŸ gibiyiz. Mesela, cetlerimizin Ä°stiklal Marşı yokken, marÅŸ yerine buldukları Tekbir ve diÄŸer türkü ve ÅŸarkıları söyleme baÅŸarısı bugün bizden beklenemez. Asıl üzerinde duracağımız felaket budur.
Sözü doğrudan söylemenin yeridir: Meselenin özü müzikle ilgilidir. Müziği şöyle böyle seviyoruz. Büyük müzik geçmişimiz, şarkılarımız, türkülerimiz, marşlarımız, ağıtlarımız, oyunlarımız muhteşem bir zenginliği gösteriyor. Bu doğru. Fakat bizim bu hazineyle temasımız ucundan kıyısından. Bu eğreti duran ilgi ve sevgi bize bizi anlama imkânı vermez. Doğruyu, iyiyi, güzeli seçecek kadar bir derinlikten mahrumuz. Unutmayalım, geniş kalabalıklar kaliteden haberdar değildir. Ve bilmiyoruz, bilemiyoruz, öğretemiyoruz.
Bir başka acı gerçeği hemen bunun yanına koyalım: Bilmenin bu toplumda bir değer ifade etmediği zamanlardayız. Hatta bilenden kaçıyoruz, daha da ötesi, bileni dışlıyoruz.
Bileni konuÅŸturmuyoruz
Açık söyleyeyim, bilsek tartışmaya böyle girmeyiz. Bilenler elbette tartışır, o akademik bir değer taşır. Neticesi de idareye ve topluma olumlu yansır. Hayır, bizde öyle olmuyor: Gazete kültürü bile olmayanlar tartışıyor, hatta halkı da içine çekiyor, taraf ediyor ve dahası aksini söyleyeceklere saldırtıyoruz.
Ä°stiklâl Marşı’nı deÄŸiÅŸtirelim deyince bakınız neler yaÅŸayacağız… Bir kere yeni beste dediÄŸimize göre, dev gibi 55 bestekârın belli bir seviyenin üstündeki eserlerine dönüp bakmayacağız. Baksak da anlamayacağız, çünkü o seviye yok. Yine açık söyleyelim, Türk MüziÄŸi camiasında bugün bir Rauf Yekta Bey, Muallim Ä°smail Hakkı Bey, Sadeddin Kaynak, Ali Rıfat ÇaÄŸatay olmadığı gibi, Batı müziÄŸi camiasında bir Osman Zeki Ãœngör de yok. Onlar, bu toplumun ruh köküne bize göre kıyaslanamayacak derecede yakındılar. Duruma göre onları beÄŸenmiyoruz. O halde, yapılacak yeni bir eser neye benzeyecek?
Bunu bir simülasyonla cevaplandırmaya gerek yok. Ortada örnekler var. Müzik Ãœniversitesi rektörümüz bir ÅŸehitler ağıtı besteledi. Ona bakınız ne çıkacağını göreceksiniz. Mehmed Kemiksiz dostumuz bir Ä°stiklâl Marşı besteledi. Onu dinleyin ne çıkacağını göreceksiniz. Kendisi okudu, eh böyle bir deneme de olabilir, dedik. Ä°ÅŸ orada kalsa iyi, bir yerlerde sallana sallana müstakbel Millî MarÅŸ gibi okunduÄŸunu gördüğümüz videolar Youtube’a düştü. Resmî marÅŸ kabul edilmesi için teklif verileceÄŸi de konuÅŸuldu. Evlere ÅŸenlik! Burada kalmaz eminim. Bu meseleyi gündemde tutarsak, haddini kendi tayin eden onlarca isim ve onların peÅŸinden gidenler, bu vıcık vıcık manzaralarla Millî MarÅŸ fikrini ayaÄŸa düşürecekler.
Bendeniz, bu durumda mevcut marşımızı şiiriyle, müziğiyle bir yüksek değer gibi kabul etmekten yanayım. Zaten öyledir. Kabul görüyor, heyecanla söyleniyor. Bu işi erbabı kendi mecraında tartışırsa tartışsın. Millî semboller böyle ulu orta tartışılmaz. Bizi bir daha böler. Kötü böler. Hayatımızı bir de buradan değersizleştirir. Bu telâfisi güç zararı kimse göze almamalıdır. Karar sizin!
Henüz yorum yapılmamış.