Sosyal Medya

Kürsü

Taha Kılınç: Genç dinleyiciler yoruma değil, bilgiye ve somut verilere dayalı konuşmalara daha fazla ilgi gösteriyor

Yeni Şafak yazarı Taha Kılınç gençler ile arasındaki diyaloğa ve gençlerin bir bilgiyi öğrenme aşamasında hangi yöntemi tercih ettiklerini köşesine taşıdı.



Taha Kılınç gençlerle sık sık biraraya gelip Ortadoğu ile ilgili önemli meseleleri konuştuğunu bunun hem kendisi hem de gençler için verimli geçtiğini belirterek günümüz gençleri somut bilgiye itibar ettiklerini ve algılarının değiştiğini kaleme aldı.

Yazının Tamamı

Sıklıkla, İstanbul içinde ve dışında, genç arkadaşlarla bir araya gelip Ortadoğu ve İslâm dünyası hakkında müzakerelerde bulunuyoruz bu aralar. Tarihi geriye doğru okuyarak günümüze dönmek, bugünkü olayların geçmişteki köklerini soruşturmak ve geçmişe bakarak geleceği tasavvura çalışmak, benim için de epey faydalı bir zihin idmanı yerine geçiyor.

Bu müzakerelerde yaptığım sunumlarda, OrtadoÄŸu’nun geçtiÄŸimiz yüzyıldan günümüze geçirdiÄŸi aÅŸamaları, dört dönem halinde özetliyorum:

1909-1947: Tel Aviv’in kuruluÅŸ tarihinden, BirleÅŸmiÅŸ Milletler’de Filistin topraklarının paylaÅŸtırılmasına kadar geçen dönem. BaÅŸlangıcı sembolik bir tarihle yaparak, OrtadoÄŸu coÄŸrafyasının günümüzdeki siyasi manzarasının oluÅŸum sürecini, Birinci Dünya Savaşı’nın bitimiyle birlikte bugünkü devletlerin kuruluÅŸunu ve önemli siyasal hareketlerin ortaya çıkışını konuÅŸuyoruz. Ä°srail’in kuruluÅŸundan önce Filistin’in hangi aÅŸamalarla iÅŸgal edildiÄŸi, Siyonistlerin bölgeye dair projelerinin uygulanma safhaları, yıllar geçtikçe sahneye çıkan önemli ÅŸahsiyetler ve faaliyet metotları, yine konularımız arasında.

1947-1970: Filistin’in Araplarla Yahudiler arasında taksim edilme kararından, Cemal Abdunnâsır’ın ölümüne kadarki süre. Arap-Ä°srail savaÅŸlarının ilk örneklerini konu ederken, Abdunnâsır fenomeninin yükseliÅŸi, Arap sokaklarında bir umuda dönüşmesi, ardından 1967’deki Altı Gün Savaşı’yla beraber rüyadan uyanan kitlelerin ÅŸaÅŸkınlığı… Tabii ki tüm bunları konuÅŸurken, Türkiye olarak bu süreçte bizim nelerle meÅŸgul olduÄŸumuza da deÄŸiniyoruz. Ki böylece, Arap dünyasıyla Türkiye arasındaki tarihsel kopuÅŸ noktalarını tam olarak görebilelim.

1970-2001: OrtadoÄŸu’nun yakın tarihinde gerçek bir dönüm noktası olan Cemal Abdunnâsır’ın ölümünden 11 Eylül saldırılarına kadar olan dönem. Abdunnâsır’ın devreden çıkması aynı zamanda Sovyetler BirliÄŸi’nin Mısır’dan çekilmek zorunda kalacağı süreci de baÅŸlattığı için, üçüncü dönemin baÅŸlangıcına iÅŸaret ediyor. Mısır-Ä°srail çekiÅŸmesinin bir barış anlaÅŸmasıyla sonuçlanması, Körfez ülkelerinin Ä°ngiltere’den bağımsızlıklarını kazanması, Ä°ran’daki devrim, Afganistan’ın Sovyetler tarafından iÅŸgali ve bunun Ä°slâm dünyasına yansımaları, iÅŸgalin sona ermesiyle birlikte ülkelerine dönmeye baÅŸlayan Selefî savaşçılar meselesi, Filistin’de yükselen tansiyon ve Birinci Ä°ntifada, sonrasında Türkiye’de yaÅŸanan Refah Partisi tecrübesi… Bu dönem, sarsıcı olayların birbiri ardına dizilmesi nedeniyle oldukça yoÄŸun ve dikkatli bir takibi gerektiriyor.

2001’den günümüze: 11 Eylül saldırılarının ardından ABD’nin Afganistan’ı ve sonra da Irak’ı iÅŸgali, Selefî savaşçıların dünyanın çeÅŸitli ülkelerinde organize biçimde ortaya çıkmaya baÅŸlaması, Ä°slâm toplumlarında yaÅŸanan “cihat” merkezli tartışmalar, Filistin’de gerçekleÅŸen “istiÅŸhad eylemleri” ve bunların doÄŸurduÄŸu polemikler, modern dünyada dinin nasıl algılanması gerektiÄŸine dair yorumlar ve yorumlamalar da bu dönemin ana müzakere konuları.

Tarihi dönemlere ayırmak ve dinleyiciler için basitleştirmek, algılamayı kolaylaştırdığı gibi, daha derin okuma yapmak isteyenlerin de önünü açıyor. Meseleleri üstün körü kavradıktan sonra, bazı noktaları derin kazmak gerekebiliyor bazen. Dönemlendirme, bu derine iniş sırasında bağlamdan kopmamayı ve zincirin dağılmamasını sağlıyor.

***

Genç arkadaşlarla her oturuşumda, onların dünyasına ve algı biçimine dair yeni şeyler de fark ediyorum. Bu, bir sonraki oturum için beni yönlendiriyor ve üslubumu şekillendiriyor.

Genç dinleyiciler yoruma değil, bilgiye ve somut verilere dayalı konuşmalara daha fazla ilgi gösteriyor. Hemen hepsi slogana, hamasete ve ezbere doymuş durumda. Hangi sunumu nezaketen hangisini can kulağıyla dinlediklerini görüyorsunuz, gözlerinin içine bakarken. Kendilerini kaynaklara yönlendiren, yeni kapılar açan, başka adreslere referans veren, kitap okuma tavsiyeleri içeren sunumlar, en sevdikleri tarz. Tepeden inmeci üsluplar, kesin yargı içeren cümleler ve konuşmacının kendisi çok öne çıkarması ise oldukça antipatik karşılanıyor.

Programların vaktinde başlayıp vaktinde bitmesi, sakız gibi sünmemesi, ucunun açık olmaması da önemsenen hususlar. Gençler, bir programın vaktinde başlamasını kendilerine saygı duyulması olarak algılıyor. Hele de İstanbul gibi zahmetli bir şehirde vakte riayet, konuşmacıya güveni ve saygıyı artırıyor.

Sürekli güncel politik meselelere dalınması ve her ÅŸeyin siyasete baÄŸlanması da, gençlerin ilgisinin zayıflamasının bir nedeni. Sıcak insan hikâyeleri, kiÅŸisel hatıralar, özeleÅŸtiriler, bizzat yaÅŸanmış olaylar siyasi nutuklardan veya içinde bol bol “medeniyet”, “ümmet” vb. kelimeler geçen iddialı konuÅŸmalardan çok daha etkili ve kalıcı oluyor.

***

 

Gençlere nasıl bir din diliyle seslenileceÄŸi, onların dünyasına hangi kapılardan girileceÄŸi gibi konular, bu köşenin sınırlarının dışında. Benim izlenimlerim, ilgilendiÄŸim ve üzerinde çalıştığım alana dair daha çok. Eminim, “din dilinin niteliÄŸi” konusuna da erbabı derinlemesine kafa yoruyordur. Türkiye eski Türkiye olmadığı gibi, gençler de eski gençler deÄŸil çünkü.

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.