Kürsü
İbrahim Kiras: Şimdiye ait olanın geçmiştekine göre durumu modernitedir
Follow @dusuncemektebi2
Karar Gazetesi yazarı İbrahim Kiras modernite meselesini kaleme aldı.
İbrahim Kiras Sosyolojinin tartışmalı konularından biri olan modernliğin muhtevası ve neye karşılık geldiğini köşesine taşıdı.
Yazının Tamamı
Modern(ist) sanatın ve modern ÅŸiirin ayırt edici niteliklerini ve özelliklerini konuÅŸacaktık… Ancak “modern sanatı, modern ÅŸiiri üreten ruh” dediÄŸimiz “kadim zamanın insanlarında karşılığı olmayan yeni bir duyarlıktan ve yeni bir dünya algısından” söz ederken konunun zihniyet boyutunu biraz daha kurcalamak gerekiyor. Zira modern sanat son tahlilde sosyoekonomik modernite karşısında sanatın (insanın) refleksidir. Binaenaleyh, “modern ÅŸiir nedir” sorusuna cevap aramaya baÅŸlamadan önce “modern nedir” sorusunun cevabını verebilmemiz lazım.
Modern ne demek? Ä°lk olarak V. veya VI. yüzyılda, Avrupa kültürünün Pagan geçmiÅŸine izafeten elan içinde bulunduÄŸu Hıristiyanlık çağını ifade için türetilen modern (modernus) kavramının XVI. yüzyıldan itibaren bugünkü anlamında kullanıldığı biliniyor. Yani, kadim kavramının karşıtı olarak…
Şimdiye ait olanın geçmiştekine göre durumu modernitedir. Daha özel anlamda, Batı kültürünün Rönesans sonrasında ve giderek bütün dünyanın XVIII. yüzyıldan itibaren içine girdiği sosyal, ekonomik, felsefi, dini, kültürel ve siyasi şartların, yönelimlerin ve tutumların genel adı.
Daha tafsilatlı bir izah istenirse, ÅŸu söylenebilir: Kavramın, orta çağın ertesinde ortaya çıkmış yeni bir dünya kavrayışı, yeni bir toplumsal zihin hali anlamında kullanılışı, dediÄŸimiz gibi, XVIII. yüzyılda baÅŸlıyor. Bu yüzyıl, biliyorsunuz, “Aydınlanma yüzyılı” adı verilen bir dönem aynı zamanda. Burada biraz durmak zorundayız, çünkü Aydınlanma düşüncesi “modern” dediÄŸimiz dönemin ana fikrini verir. Modernizm eÅŸittir Aydınlanmacılık desek yeridir.
Kant’ın tanımlamasıyla “Aydınlanma, insanın kendi suçu ile düşmüş olduÄŸu bir ergin olmama durumundan kurtulmasıdır. Bu ergin olmayış durumu ise, insanın kendi aklını bir baÅŸkasının kılavuzluÄŸuna baÅŸvurmaksızın kullanamayışıdır.” Burada açıkça geleneksel kurum ve ilkelerin, özellikle dinin yol göstericiliÄŸine bir baÅŸkaldırının ifadesi var. Gerçekten de Aydınlanmanın baÅŸat karakterini insan aklına duyulan sonsuz güven verir. Ä°nsanoÄŸlu kendi aklını geleneÄŸin vesayetinden kurtararak özgürce kullanabildiÄŸi sürece doÄŸanın yasalarını kavrayabilir ve bunun sonucunda da hayat ÅŸartlarını iyileÅŸtirmek, daha rahat yaÅŸamak mümkün olabilir. Akıl yoluyla bilinemeyecek hiçbir ÅŸey yoktur ve aklın ilkeleri birdir, evrenseldir. Özetle, insan aklından baÅŸka bir otoriteye inanmak ve dayanmak bir ergin olmama halidir. Bu düşüncenin sonucu insanın aklını rehber edindiÄŸinde Tanrı’nın yerine geçebileceÄŸi inancıdır. XV. yüzyıl ortalarında baÅŸlayıp XVII. Yüzyıl sonunda biten döneme “modern çaÄŸ” denmesini de göz önünde bulundurarak “Aydınlanma Yüzyılı”nı modernizmin son atılımı ve yerine oturması sayabiliriz.
Aydınlanma tanımını verdiÄŸimiz Kant’ın felsefesi için Hegel “kuramsal bir anlatıma kavuÅŸturulmuÅŸ ve yöntemli kılınmış Aydınlanma” diyor ve ekliyor: “En baÅŸta da doÄŸru hiçbir ÅŸeyin bilinemeyeceÄŸi, sadece fenomenin bilineceÄŸi fikridir.”
Hegel’in eleÅŸtirisi Aydınlanma düşüncesinin bilgiyi ampirik gerçeklikle sınırlandırması, mutlak varlığı, Tanrıyı bilginin nesnesi olmaktan çıkarması noktasında yoÄŸunlaşır: “Onlara göre bilgi mutlaka, Tanrıya, doÄŸada ve tinde bulunan doÄŸru ve mutlak ÅŸeye uygulanmaz, olumsuz varlığa uygulanır, çünkü derler, insan doÄŸru olanı deÄŸil, yanlış olanı, yani olumsal ve ölümlü varlığı bilebilir. (...) Böylece, hakikatı aramaktan vazgeçme, her zaman bayağı ve dar kafanın belirtisi olarak görülürken, bugün kafanın zaferi sayılmaktadır.”
Hegel’in eleÅŸtirisi, modernizme yöneltilen, ilk olmasa da, ilk güçlü eleÅŸtiridir; daha doÄŸrusu içten yöneltilen ilk güçlü eleÅŸtiridir demek gerekiyor. Zira Hegel Aydınlanma fikrine deÄŸil, Aydınlanmanın dar tutulmasına, yeterince ileriye götürülmemesine karşıdır. Yoksa Hegel’in felsefesi Aydınlanma idealiyle örtüşen bir sistemdir aslında. Akla uygun olanın gerçek olduÄŸunu söyleyenin de Hegel olduÄŸunu hatırlayalım. Hegel’den sonra Romantizm akımı ve bilâhare Nietzche Aydınlanmanın akıl anlayışına ve modernitenin insan doÄŸasını yozlaÅŸtıran hayat tarzına yönelik eleÅŸtiriler getirmiÅŸlerdir. Özellikle Nietzche’nin irrasyonalizmi, Aydınlanma fikriyatını derinden sarsmıştır.
Yirminci yüzyılın en büyük filozoflarından Martin Heidegger’in modernizme yönelik eleÅŸtirisi de -Hegel’de olduÄŸu gibi- Aydınlanma düşüncesinin Varlık’ı kavrayışındaki eksikliÄŸi hedef alır ve Hegel’in eleÅŸtirisinin bir adım daha önündedir. Hatta Heidegger, modernizmin Varlık’ı tümüyle örten, yok sayan bir nihilizm olduÄŸunu söyler. Heidegger’e göre modernliÄŸin sonucu üç siyasi hayat biçimidir: Amerikanizm, Marksizm ve Nazizm.
En önemli verimlerini on dokuzuncu yüzyıl sonu ile yirminci yüzyıl başında vermiÅŸ olan “modern sanat” da esasen bu eleÅŸtirel çerçevede ortaya çıkmıştır. Ama -fütüristler gibi- moderniteyi adeta kutsayan sanatçılar da olduÄŸu düşünülürse modern sanatı yalnızca modernitenin eleÅŸtirisi olarak görmek yerine modernitenin getirdiÄŸi hayat tarzına gösterilen refleks diye tanımlamak daha doÄŸru olur.
Henüz yorum yapılmamış.