Özel / Analiz Haber
Ümit Aktaş: Abdülhamid İslamcı değil, muhafazakardır!
1.Dünya savaşı öncesinde bir dünya imparatorluğu olan Osmanlı Devletini ayakta tutan 2. Abdülhamid döneminin özelliklerini, toplumsal yapısını ve o dönemin günümüz Türkiye'sine yansımalarını yazar Ümit AKTAŞ ile konuştuk. Aktaş, 'Son 15 yılda Misak-ı Milli sınırlarını bile düşünemeyeceğimiz bir noktadan tüm dünyayı düşünebileceğimiz bir noktaya geldik lakin biz Müslümanlar kendimizi yerel ve milli olmakla sınırlayamayız bize bundan daha ötesi lazım.' dedi.
DÜŞÜNCE MEKTEBİ / SÖYLEŞİ
M. Mazlum ÇELİK
Tarihsel olarak bir kutuplaşma söz konusu bugün de, siz bunun kökenlerini nasıl açıklıyorsunuz?
Osmanlı, özellikle ardı ardına gelen yenilgilerin akabinde, Batının üstünlüğünü kabullenmek durumunda kalınmıştır. Kolay olmadı elbette bu karara varmak ama bir kez karar verilince, devletin içinde bir kısım erk, Batılılaşmayı önlerine bir kızıl elma olarak koydular. Bunun sonucunda devlet ve toplum arasında ister istemez bir yarılma oldu.
Bu sancılı süreç içerisinde, Batılılaşmacı bir eğilim ve buna tepki olarak da Doğuculaşma ortaya çıktı. Şunu da söylemek gerekir; Doğuculaşma tamamen Batıya bir tepki olarak ortaya çıkmıştır; yoksa kendi başına bir fikir olarak ortaya çıkmış değildir. Bu yarılma uzun süredir toplumsal bir kutuplaşmaya sebep olduğu gibi, her şeyi belirleyen önemli bir aktöre de dönüştü. Bu karşıtlık, olumlu bir ilim ve siyaset de üretmiyor; sadece olayları çatışma üstünden okumamıza sebep oluyor; yani bu bir rekabet ilişkisi değil, adeta bir düşmanlık ilişkisi.
Olay veya kişiler üzerinden somutlaştırırsak nasıl söyleriz?
Örneğin Abdülhamid çatışmacı siyasetin en başına konulacak figürlerden birisidir. Tabi ki bu tür bir okumada İttihatçı darbenin de çok önemli bir etkisi var. Bir devri sabık yaratıldı ve yapılan tüm eylemler geçmişin kötülenmesi üzerine oturtuldu.
Ä°ttihatçı zihniyetin ihtilalci (cuntacı) aklı, bizim yenilikçilik tarihimizde hep ön plana çıkmıştır. Tuhaf bir ÅŸekilde günümüz iktidarı bunu sentezlemeye çalışıyor, yani ittihatçılık ile AbdülhamitçiliÄŸin sentezlendiÄŸi bir çizgi oluÅŸturulmaya çalışılıyor. Hatta ellerinden gelse oraya Mustafa Kemal’i dâhi yerleÅŸtirmeye çalışıyorlar; ancak bunlar çok fazla bir araya getirebileceÄŸiniz kiÅŸi ve olaylar deÄŸil, birbirinden çok ayrık durumlardır.
Bu ayrık çizgiyi biraz daha açabilir misiniz?
Evvela bu ayrık çizgileri birleÅŸtiren zayıf bir ilinti var, o da devletimizin yenilgiler üstüne gelen uzun bir süreç sonrası modernleÅŸme ve kalkınmacılığı kendisine baÅŸat bir politika olarak belirlemesidir, bu Abdülhamit'ten beri süre gelen hükümetlerin de baÅŸat politikası. MuasırlaÅŸma arzusu… Burada muasır medeniyetler ideali ve bunun üzerine çıkmak nedir, bedeli nedir? Bunlar üzerine ciddi tartışmalar yapılmıyor. Mesela Mehmet Akif Ä°slamcı; ona baktığımızda onda da aynı arzuyu görüyoruz. “TekniÄŸi alalım ama ahlakını dışarda bırakalım.” Bu nasıl gerçekleÅŸecek, bunun üzerine çok derinlemesine tartışılmış deÄŸil. Lakin temel dert; Batı karşısında düştüğümüz çöküntüden bir ÅŸekilde kurtulmak.
Bu bir kriz ideolojisidir. Dolayısıyla her ÅŸey el yordamıyla düşünülüyor. Mevzuların üzerinde paradigmatik bir düşünce gerçekleÅŸmiyor. Batıdan el yordamıyla devÅŸirilen izlekler üzerinde yürünülmeye çalışılıyor. Ama bir tür acilcilik, bunda da etkili sonuçlara ulaşılmayı engelliyor veya oldukça pahalıya mal edilmesine yol açıyor. Bu da beraberinde birçok yanlışa sebep olabiliyor. ÖrneÄŸin Abdülhamid Ä°slamcı olarak tanımlanıyor; oysa onun stratejisi temel anlamda Ä°slamcılığa dayanmaz. Tam tersi Abdülhamid Ä°slamcılıkla bir çatışma halindedir. Abdülhamid, Ä°slamcılıktan ziyade hilafetçi bir çizgiyi temsil eder. Hedefi de Osmanlı’yı ayakta tutmaktır. Abdülhamid, devleti maruz kaldığı çöküntüden kurtarabilmek için HalifeliÄŸi ideolojik açıdan “kullanmıştır”. HalifeliÄŸi bir misyona dönüştürmüştür ve bu da kendi içerisinde önemli bir ÅŸeydir. Abdülhamid, Hilafet ÅŸemsiyesi altında Osmanlı modernleÅŸmesini gerçekleÅŸtirmeye çalışmış; ama genel anlamıyla muhafazakâr diyebileceÄŸimiz bir kiÅŸiliktir. Tabi yaptıkları kendi açısından tutarlıdır. Öte yandan ona yönelik Ulu Hakan ya da Kızıl Sultan yaklaşımları sorunludur ve bu tür tezat tanımlamalar, baÅŸta ifade ettiÄŸimiz kutupsal yarılmadan kaynaklanmaktadır.
Bugün Abdülhamid yaşasaydı kendisini ne olarak tanımlardı?
Abdülhamid muhafazakâr biri; bu açıdan kavramları yerli yerince kullanalım. Bir muhafazakâr modernleÅŸmeci. Mesela ÅŸu anki iktidar kendisini muhafazakâr olarak tanımlıyor, Ä°slamcı olarak deÄŸil. EÄŸer bugün Abdülhamid de kendini tanımlıyor olsaydı ‘muhafazakâr’ olarak tanımlardı, Ä°slamcı olarak deÄŸil.
Tabi Abdülhamid Ä°slami hassasiyetlere fazlasıyla sahipti; ama birinin bu hassasiyetlere sahip olması onu Ä°slamcı kılmaz. Ä°slamcılık daha farklı bir ÅŸeydir. Ä°slamcılık bir defa evrensel (ümmetçi) ve devrimci (yenileÅŸmeci) bir tutumdur, Abdülhamid ise temelde “Ä°mparatorluk uÄŸruna” hareket eder. Ayrıca dönemin Ä°slamcılarıyla arası hoÅŸ olmamıştır. Ä°slamcı çizgiyle çok iyi geçinebilmiÅŸ deÄŸildir. Hatta en sonunda onu tahttan indiren fetvayı hazırlayan kiÅŸi de Elmalılı’dır. Ä°slamcıların modernleÅŸme anlayışı ile Abdülhamid’in modernleÅŸme stratejisi de birbirinden farklıdır. Ä°slamcılar bu modernizasyonu entelektüel derinlik açısından ele alırken Abdülhamid bunu kalkınmacı bir politika çerçevesinde ele almaktadır.
Kemalizm karşısında İslamcılık ve muhafazakârlık ittifak halinde midir ve bu ideolojiler arasında bir çatışma söz konusu mudur?
Burada da o yarılmayı göz önüne almamız gerekir. Evet, Türkiye’de Kemalizm ciddi bir sorun. Bu sadece Türkiye için deÄŸil, tüm Ä°slam âlemi için de ciddi bir sorun. Çünkü Kemalizm seküler, BatılılaÅŸmayı merkeze alan yerel bir ideolojidir. Ama bir model olarak Ä°slam dünyasına dayatılıyor. Bunun üzerine ciddi ÅŸekilde düşünmemiz lazım. Öte taraftan Kemalizm baskıcı bir rejimdir, dolayısıyla Ä°slamcılıktan, muhafazakârlığa hatta liberal düşünceye kadar pek çok fikri karşısına almış bir harekettir. Dolaysıyla örneÄŸin Türkiye’de Ä°slamcılık ve muhafazakârlık bu baskıcı rejim karşısında stratejik bir iÅŸ birliÄŸine gitmiÅŸlerdir.
Öte yandan muhafazakârlığın ve Ä°slamcılığın Ä°slam’a bakışı farklı, Muhafazakârlar son dönemde de hep ifade edildiÄŸi gibi, tırnak içinde söylüyorum bunu, kendilerine bir vatan hediye etmiÅŸ olan Mustafa Kemal’e karşı bir minnet içindedirler. Öte yandan aynı muhafazakârlar, Ä°slamcıların çok önemsediÄŸi bazı meselelerde de çok büyük bir duyarsızlık içindedirler. ÖrneÄŸin ırkçılık, mezhepçilik, milliyetçilik… Bu konular Ä°slamcılığın en hassas olduÄŸu konulardır ve bunlara karşı ciddi bir ÅŸekilde mücadele etmektedirler. Öte yandan muhafazakârların bakış açısı farklıdır; Türkçülüğün, Osmanlıcılığın, bu toprakların kültürünün harmanlandığı bir karışımdır. Bunların üzerinde çok düşünülmez ve sorgulanmaz ayrıca sorgulanması da hoÅŸ görülmez.
Üzerinde çok durduğunuz bir konuyu açmak istiyorum; Türkiye bir kopuş mu yoksa Osmanlı ile bir süreklilik mi arz ediyor?
Türkiye ve Osmanlı iliÅŸkisi üzerinde durmamız gerekir. Ben, Osmanlı Çağı ve Sonrası’nı hazırlarken, bu sorunun cevabı üzerinde on yıl kadar çalıştım. Vardığım kanı ise, bir kopuÅŸun deÄŸil, sürekliliÄŸin olduÄŸu yönünde.
Türkiye, Osmanlı modernleÅŸmesini devam ettiren bir ülke; ama bunu tam olarak Osmanlı gibi yapmayan, modernizasyonu daha çok sekülerleÅŸtiren bir devlet olmuÅŸtur. Öte yandan Abdülhamit’ten Kemalizm’e kadar bu modernleÅŸmeyi sürdüren enstrümanlar aynıdır. Ama 2.Mahmut’tan 2.Abdülhamid’e, Mustafa Kemal’den Recep Tayip ErdoÄŸan’a devam eden daha derin bir Osmanlı modernleÅŸme çizgisi var. Ama ÅŸunu hep söylüyorum: Åžayet Osmanlı modernleÅŸmesinin yolu Ä°ttihatçılar tarafından kesilmeseydi, bugün Türkiye daha olumlu bir noktada olurdu.
Ä°ttihatçı darbe modernizasyonun kimyasını bozmuÅŸtur; ama bunda Ä°ttihatçılar kadar Abdülhamid’in de suçu vardır. Çünkü Abdülhamid geleceÄŸin dünyasını iyi okuyamamıştır. Özgürlüklerin ve temel hakların arttığı bir dünyaya doÄŸru gidildiÄŸini ve bunun önüne geçilemeyeceÄŸini öngörememiÅŸtir. Belki de otokrat bir yönetim altında daha hızlı kalkınılabileceÄŸini düşünmüştür. Ama özgürlüklerin de bu modernleÅŸme sürecinin bir parçası olduÄŸunu ve imparatorluÄŸu uzun süre otokrat bir sistem içerisinde bütünlüklü bir biçimde koruyamayacağını hesap edememiÅŸtir. Bu nedenle müstebitlikle suçlanan yönetim tarzının Ä°ttihatçı darbe ile önünün kesilmesine dolaylı bir biçimde zemin hazırlamıştır. Ona karşı darbeyi gerçekleÅŸtirenler, onun kurduÄŸu veya güçlendirdiÄŸi modern okullardan mezun olmuÅŸ kiÅŸilerdir ki Abdülhamid bu okulları güçlendirmek için medreseleri ihmal etmiÅŸtir. Dolayısıyla Ä°ttihatçılar Abdülhamid’e darbe yapmaya kalktıkları zaman da kendisinin yanında ona destek verecek toplumsal bir kesim de kalmamıştır. Oysa bu süre içerisinde daha yumuÅŸak bir biçimde meÅŸrutiyete geçerek bu sürecin önünü kesebilirdi.
Osmanlı Abdülhamid’e kadar Yeniçeri, ulema ve saray üçlü saç ayağı arasında yönetilen bir dengeye dayanırdı. Gelinen noktada ordunun ve aydınların BatılılaÅŸtırılması sonucu bu üç sacayağından ikisi gitmiÅŸtir. Abdülhamid sarayı bu sürecin dışında tutmak istemesi ise, bu darbeye dolaylı yoldan sebebiyet vermiÅŸtir.
Bugünkü mevcut iktidarın bileşenleri ve İslamcılığı iktidara katkısını açıklayabilir misiniz?
Şu anki iktidarın geldiği noktada İslamcılık da muhafazakârlık da hatta Kemalizm de bu iktidarın bileşenleridir. Ama Kemalizm İslam dünyası için ciddi bir sorun ve bunu aşmak durumundayız. Mesela Kürt sorununun aşılamamasının temel nedeni Kemalist bakış açısından kaynaklanmaktadır.
Ä°slamcılık ise iki yüz yıllık tarihi içerisinde birkaç kez derin dönüşümler geçirmiÅŸ olan dinamik bir harekettir. Erbakan ve ErdoÄŸan’ın iktidara gelmesini saÄŸlayan kitle muhafazakâr olsa da, entelektüel lojistiÄŸi saÄŸlayan ideoloji Ä°slamcılıktır. O nedenle muhafazakârlıkla Ä°slamcılığı birbirine karıştırmayalım; muhafazakârlığın bu topraklarda kendisine ait bir ideolojisi yoktur. ABD’de olduÄŸu gibi bir muhafazakâr hareket de yoktur. Ä°ktidara bunun entelektüel alt yapısını hazırlayan Ä°slamcılık’tır. Tabi ki iktidar cephesinin baskıları altında sesleri çok güçlü bir biçimde çıkmayan veya çıksa da iktidar yanlısı Ä°slamcılarla karıştırılan oldukça ciddi ve nitelikli Ä°slamcı eÄŸilimler de var. Ama bunların kendilerini ifade etme ve örgütlenme açısından çok etkin olduklarını söyleyemeyiz. Özellikle Ä°ktidar yanlısı “Ä°slamcılar”ın psikolojik ve sosyolojik (hatta siyasal) baskısı, bu eÄŸilimlerin sesinin duyulmasını ÅŸimdilik engellese de, gelecek açısından bu gibi eÄŸilimlere oldukça fazla ihtiyacımız bulunmakta.
İslamcılığın mevcut durumu ve geleceği için ne düşünüyorsunuz?
Ak Parti iktidarı sonsuza kadar var olamayacak. Bu yüzden bugün İslamcılar bir siyasal partinin sonrasına da bir şeyler bırakmak zorundadır.
Ä°slamcılık her zaman eleÅŸtirel ve fikri bir hareket olduÄŸundan, geleceÄŸe dair düşünsel ve ameli hazırlığını behemehâl sürdürmesi gerekir. GeçmiÅŸe baktığımızda Ä°slamcılığın 200 yıllık bir iktidar eleÅŸtirisine sahip olduÄŸunu görüyoruz. Çünkü büyük ölçüde muhalefette kaldılar; ama bu süreç içerisinde de eleÅŸtiri sonrasına dair çok fazla bir ÅŸey düşünülmedi. Yani mesela “nasıl yöneteceksin?” sorusuna dair bir cevap yok. Bin yıl öncesine ait siyasetnamelerden hareketle bugünkü toplumu yönetemezsiniz. Bu kadar ciddi bir ideolojiye sahip Ä°slamcılığın siyasete dair söyleyeceÄŸi ÅŸeylerin ne olduÄŸunu somutlaÅŸtırması gerekir. Bu sadece Türkiye özelinde deÄŸil; Ä°ran, Tunus, Pakistan vs. birçok ülkede Ä°slamcılar kenarından kıyısından iktidara geldi. Lakin yaptıkları ve ortaya koydukları ÅŸeyleri tümüyle savunamıyoruz; çünkü bizim idealize etmek istediÄŸimiz ve yapmak istediÄŸimiz bunlardı, diyemiyoruz.
Peki, neden diyemiyoruz? O zaman mevcut iktidar tecrübelerini de göz önüne alarak her şeyi yeniden düşünmemiz gerekir. Bu tecrübelere Batı dünyası da dahildir elbette. ve bu konuda kompleksli yaklaşımları artık bir kenara koyarak en uygun ve en iyiye nasıl ulaşabiliriz üzerinde kafa yormamız gerekli. Çok şükür ki Müslümanlar, kapitalizm karşısında her şeye rağmen ayakta kaldı. Bu bize büyük bir umut bahşetti, peki ama bunun karşısında biz dünyaya nasıl bir umut baheşedeceğiz? Bunun üzerinde biz İslamcılar kafa yormamız gerekiyor.
Son otuz yıl içerisinde, Misak-ı Milli sınırlarının ötesini düşünmediÄŸimiz bir noktadan tüm dünyayı düşünebileceÄŸimiz bir noktaya geldik. Geldik tamam da bu dünyaya ne söyleyeceÄŸiz? Kapitalizmin yerine insanlara ne vadedeceÄŸiz? Daha insani daha adil daha eÅŸitlikçi bir dünya nasıl olacak, farklılıkları bir arada nasıl yaÅŸatacağız; kendi ülkemizdeki Kürtler ile bir uzlaÅŸma noktasına gelmeden daha iyi bir dünya umudunu nasıl diri tutacağız… Bunlar üzerinde biz Ä°slamcılar artık ciddi ÅŸekilde kafa yormamız gerekiyor.
Kendimizi bir siyasal partiye angaje edip, ilanihaye onun çizdiği sınırlar içerisinde kalarak dünyaya bakamayız. Sonuçta siyasal partiler tikel, yerel ve milli oluşumlardır. Lakin biz Müslümanlar kendimizi yerel ve milli olmakla sınırlayamayız; bize bundan daha ötesi lazım. Bize gerek tarihsel gerekse küresel olarak bunun daha ötesi lazım. Biz kendimizi bu şekilde sınırladığımız zaman farkına varmadan ölüme doğru gidiyoruz. Siyasal parti iktidardan düşebilir; ama bizim düşebileceğimiz bir yerimiz olmadığı gibi, düşmeye de hakkımız yoktur.
Henüz yorum yapılmamış.