Sosyal Medya

Düşünce Platformu

Özü kapalı / Gökhan Özcan

“Hep gözümün önündeymiş, hiç görmemişim güzelliğini” dedi şaşırarak biri. “Her şey gözümüzün önünde ama galiba biz gözlerimizin arkasında değiliz artık” dedi diğeri.



Gökhan Özcan - Yeni Şafak

Peşine takıldığımız her şey bizi peşi sıra sürükleyip götürüyor. Biz mi meselelere takılıyoruz, o gelip geçici meseleler mi atıyor bize kancalarını, belli değil! Olan şu ki, ne vakit baksak avuçlarımıza, ne vakit yoklasak ceplerimizi, şaşırıyoruz. Baktığımız yerde, bir hayal kırıklığından başka bir şey beklemiyor bizi. Çünkü bir şey birikmiyor bunca meşgaleden, meraklar peşinde geçen bunca hummalı mesaiden. Sanki her gün bir trene biniyoruz, bir vapura, bir otobüse... Sonra iniyoruz, hep aynı yere... Bir yere gidemiyoruz. Bunca canhıraş koşuşturma, bunca telaşlı adım, hiçbir yerden hiçbir yere götürmüyor bizi. Belki daha doğru bir deyişle, sadece hiçbir yerden hiçbir yere götürüyor bizi. Bunun yerine, otursaydık mesela bir hayatın herhangi bir köşesine, seyretseydik sadece gelen geçeni... Pencerelerde oturup hayata bakan komşu haminneler gibi... Kim bilir ne çok şey birikirdi heybemizde, insanlar, hayat ve ikisi arasında geçen akla sığmaz hikayelerden...

“Hep gözümün önündeymiÅŸ, hiç görmemiÅŸim güzelliÄŸini” dedi ÅŸaşırarak biri. “Her ÅŸey gözümüzün önünde ama galiba biz gözlerimizin arkasında deÄŸiliz artık” dedi diÄŸeri.

İçini karanlık kaplamışken, hâlâ gördüğünü zannetmekten daha büyük körlük var mı şu alemde!

“Çimenlerin üzerine çizgi çizgi koyu gölgeler düştü, çiçeklerin ve yaprakların uçlarında dans eden çiy taneleri bahçeyi, henüz bir bütün haline gelememiÅŸ, tek tek kıvılcımların mozaiÄŸine dönüştürdü. Göğüsleri açık sarı ve kırmızı benekli kuÅŸlar, kol kola girip eÄŸlenen patenciler gibi, çılgınca bir iki ezgi söylediler, ve ansızın sustular, birbirlerinden ayrıldılar” diye yazmış Virginia Wolf, ‘Dalgalar’da

Nice ÅŸey, nice nefes kesici güzellik, nice içimizi sevinçle, muhabbetle dolduracak ayrıntı, hayatın nice kendine özgü tadı, rengi, kokusu, simidin kokusu, çay bardağından görünen ÅŸehir manzarası, aÄŸaran saçlarının bir insana yakışması, kendini su birikintisine sabitleyen çınar aÄŸacı, tezgahları dolduran mandalina rengi, ‘hayırlı iÅŸler’ deyiÅŸi dükkandan çıkan bir müşterinin, bir çocuÄŸun bir tomurcuÄŸun patlamasına benzeyen kahkahası, sandalların denizle usulca ÅŸakalaÅŸması, batmadan önce güneÅŸin lafı tatlı tatlı uzatması, ezan sesinin üstlerimize çöken ağırlığı kaldırıp atması, nice ÅŸey, insanın ve hayatın birbirine dokunduÄŸu yerlerde bıraktığı nice iz, nice yankı seslerden geriye kalan, nice anlamlı söz, nice dokunaklı kelime, nice güzellik gelip geçiyor yanımızdan, ötemizden, berimizden, bazen de tam içimizden... KeÅŸke gözümüzü açıp baksak, görsek, hepsini tek tek içimize katsak!   

Hayata değil, hayatın sürüme müsait, cansız, heyecansız fotoğraflarına bakmakla yetiniyoruz artık!

“bin kez yondum sizi bin kez doÄŸurdum/ bir keten buruÅŸukluÄŸu her seferinde/ yaÄŸacak diye düşünürdüm havalara bakarak/ bir serinlik bir kıpırtı otta ve aÄŸaçta/ akÅŸamın kanından gecemize yaklaÅŸan/ bir gemi gibi önce küçük sonra yakın/ iri damlaları o seyrek yaÄŸmurun/ tüterdi ot çakıl kum” diye yazmış Oktay Rifat, ‘YaÄŸmur BaÅŸlangıcı’nda.

Hayatın kimsesiz soğuk tenine her dokunduğunda, içi sonsuz bir acıyla ürperen insanlar da var.

“EÄŸer görmekten nasibin kesilmiÅŸse” dedi meczup, “on çift gözün olsa nafile!”  

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.