Düşünce Platformu
Münir Özkul: İnkara düşmeden önce tuvaletlerde abdest alırdım
Dün İstanbul’daki evinde hayatını kaybeden Münir Özkul'un, 1986 yılının Haziran ayında Zafer Dergisi’nde yayınlanan röportajı ortaya çıktı. Özkul, o röportajda inkar ve karanlıktan nasıl çıktığını ve Allah inancına nasıl eriştiğini anlatıyor.
Yeşilçam'ın usta sanatçısı Hababam Sınıfı'nın Mahmut Hocası, Gülen Gözler'in Yaşar Ustası Münir Özkul, dün İstanbul'daki evinde hayatını kaybetti. 93 yaşında olan Özkul, 2003 yılından beri demans hastalığıyla mücadele ediyordu.
Sayısız filmlere imza atan, onlarca ismi oyuncu olarak yetiştiren Münir Özkul'un kamera arkasındaki hayatı ise pek bilinmiyordu.
Yeni Şafak'ın Zafer Dergisi'nin Haziran 1986 sayısından alıntıladığı Münir Özkul'un, 1986 yılının Haziran ayında Zafer Dergisi'nde yayınlanan röportajında kendi deyimiyle inkar ve karanlıktan nasıl çıktığını ve Allah inancına nasıl eriştiğini anlatıyor.
Münir Özkul'un Haziran 1986 yılında Zafer Dergisi'ndeki söyleşisi...
"Ä°NANDIÄžIM ÅžEYLERÄ° Ä°NKAR ETMEK Ä°STÄ°YORDUM"
Vakkasoğlu: Münir Bey, içinde bulunduğunuz, inanç, fikir ve anlayış değişmesi bizi çok sevindirdi. İnşaallah hayatınız da yansıyacak olan bu iç değişmesi devam edecek ve tamamlanacaktır.
Özkul: Ä°nÅŸallah Efendim, çok teÅŸekkür ederim…
"HUZURSUZLUK TEK KELİMEYLE İNAÇSIZLIKTA"
Vakkasoğlu: Ben sizdeki bu değişmeyi sormak istiyorum. Niçin değişmek istediniz? Bunu gerektiren huzursuzluklarınız, bunalımlarınız dertleriniz nelerdi?
Özkul: Huzursuzluk, tek kelimeyle inançsızlıkta. Çünkü inanacak hiçbir ÅŸeyim yoktu. Ben o zamanlar bugün inandığım ÅŸeyleri inkar etmek istiyordum. Çünkü, yine o zamanlar bize şöyle telkinler yapılıyordu: “Müsbet kafalı olun. GörmediÄŸiniz ÅŸeylere inanmayın. Herkesin kafası ve bilinci var. Bunun için de anlamadığınız ÅŸeye inanmayın.” Sonra ilkokul sıralarında da bu telkinleri destekleyen icraatlar yapıldı. Tam hatırlamıyorum, camiler mi kapatıldı, namaz mı yasaklandı, bir ÅŸeyler oldu yani… Ya da o zamanki biz gençlere mi öyle geldi bilemiyorum. Bütün bunların sonunda bizim kafamıza sokulan temel fikir şöyle oldu: Dindarlık ve inanç sahibi olmak gericiliktir. Ä°nançsızlık ise ilericiliktir. Bu da ne demektir pek derinlemesine anlamamıştık ama içimizde beliren sonuç yorum oldu. Bunun tesiriyle hepimiz yavaÅŸ yavaÅŸ o yönde ve anlayışta yetiÅŸtik. Ve beni KÜÇÜK SAHNE'de tiyatro oyuncusu iken, bilinçli olarak “hiçbir ÅŸeye inanmıyorum” dedim. (1961) Ve böyle demeyi de, babamı geçmek zannettim. Somut olarak bunu buldum.
“BÄ°R SENE BU MESLEĞİ BIRAKMAK VE SADECE Ä°BADET YAPMAK Ä°STÄ°YORUM"
Vakkasoğlu: Öyleyse, babanız o zaman sizin için dini temsil ediyordu.
Özkul: Tabii, dindardı ve hatta mutasavvıf bir adamdı. Kendisi beÅŸ vakit namazlı bir insan olduÄŸu halde bir gün bana sen kıl dememiÅŸtir. Ya da, içki içme dememiÅŸtir. Kendisinin ilgilendiÄŸi konularla benim de ilgilenmem için baskı yapmamıştır. Yani çok ileri kafalı bir adamdı babam. Ancak, 40 sene de geçse, insan aslına dönüyor. Hatta aslından büsbütün kopamıyor. Mesela hiç unutmam, inkara düşmeden önce Küçük Sahne'nin tuvaletlerinde yüzüme gözüme, elbiseme üç kere sular sıçratarak sözümona abdest aldırdım. Bilhassa zor oyunlarda, sıkıştığım sırada nefesim kesilip tâkatım kalmadığı zamanlarda, içimden, ta derinlerden “Allllahhh!” diye bir ses gelirde ben oyunu alıp götürürdüm…
"ULAŞTIĞIM HİÇBİR SEY HUZUR VERMİYORDU"
Hatta bunlara benzer ÅŸeyler, daha sonra inkar ettiÄŸim zamanlarda da oldu. Neyi inkar ediyorsun zaten… Ä°ÅŸte, saçmalık ve çocukça bir kafa. Ben o dönemlerden sonrasını bir karanlık olarak nitelendiriyorum. İçkiler, bunalımlar ve hayatım kapkaranlık… Hiçbir ışık ve ümit yok… Ne şöhret, ne para ne diÄŸer zevkler hiçbiri beni ilgilendirmiyordu. UlaÅŸtığım hiçbir ÅŸey, huzur ve doyum vermiyordu. Psikolojik ve ÅŸahsi etkenlerin de rolü olmakla beraber, hep devam eden bir kapkaranlık bunalım devresi… Ve müthiÅŸ bir boÅŸluk… Sonradan eski yola dönmek isteyince, rüyalar görürüm, sesler duyarım. Hep böyle masalımsı bir hayat yaÅŸarım. Zaten genelde de duygusal bir insanım. Babamla riyamda konuÅŸuyorum, filan… Åžimdi ise, aÅŸrı bir ÅŸekilde dine hatta ÅŸekle dönmek geliyor içimden…. Çünkü her ÅŸeye raÄŸmen bu yaşımda, o kadar kimsenin yapmayacağı dozda her zehirli ÅŸeyi kullandığım halde, vücuduma bir ÅŸey olamaması, hala saÄŸlam oluÅŸu, Allah'ın bir lütfu gibi geliyor bana. Artık O'nun yolundayım, bir sene bu mesleÄŸi, her ÅŸey bırakmak ve sadece ibadet yapmak istiyorum. Diyecekler ki benim için: “ Biliyor musunuz, Münir gene oynatmış falan filan…” Anlayacağınız çevremden çekiniyorum. Desinler. Ben on küsur defa tımarhaneye girdim. Bunlar çok söylendi benim için. Korkunç bir raporumun da olduÄŸunu söylemek istiyorum. Gerçi Ramazan'daki mübarek günlerden sonra bir sen inÅŸaallah, sadece düşünmek ve ibadet etmek ve çok mecbur olmadıkça çalışmamak istiyorum.
Hani jübile diye bir tabir vardır. O neymiÅŸ biliyor musunuz? Bu bir eski Yahudi adetiymiÅŸ… Bir insan 50 yaşına gelince, çevresi dermiÅŸ ki: “dur, sen çok yoruldun. Bu hayat yolunda doÄŸru mı yapıyorsun, yanlış mı, sen çekil bir sene düşün! Hayatının muhasebesini yap!”
Bu gayeyle kenara çekilen o insan, hiç çalışmazmış ve konu komÅŸusunun getirdikleriyle yaÅŸarmış. Ä°ÅŸte, jübiledeki yardım da bu anlama geliyor. Adam bir sene düşünür ve sonunda ya baÅŸka bir iÅŸe atlarmış, ya da mesleÄŸine devam edermiÅŸ… Ä°ÅŸte, ben de böyle bir ÅŸey yapmak ihtiyacındayım.
"AİLEM BU MESLEĞİ İSTEMEDİLER"
Bir baÅŸka ÅŸey daha var. Benim annem ve babam bu mesleÄŸe girmemi hiçbir zaman istemediler. Gariptir ama, annem paÅŸa olmamı istiyordu. Ben de bu hevesteydim ve küçükten beri, “peki, paÅŸa olacağım, paÅŸa olacağım” diyordum. Sonraları aktör olunca, annemi pek zor da olsa ikna ettim ama, yüzündeki o üzüntü ifadeleri ve hüzün, hâlâ gözümün önünden gitmez. MesleÄŸimde baÅŸarı gösterip annemi memnun edecektim. Yani onu gönülden razı edip, bu iÅŸi yapacaktım. Fakat annem, sahneye çıkışımdan bir ay sonra öldü.
Aslında aktörlük meslek değildir, meşreptir. Ben, bir mesleğim olsun istiyordum. Mesela, bir dükkan açayım, orada bir işi yapayım, bu da yedek iş gibi olsun diyordum. Eskiler böyle yaparlarmış. Ben de onlar gibi düşünüyorum. Tabii gerçekleştirebilirsem, o bir sene ibadetten sonra ne olacağını henüz kestiremiyorum. Fakat böyle düşünceler içindeyim.
Vakkasoğlu: Efendim, inşaallah çok güzel şeyler olacaktır.
Özkul: İnşaallah efendim.
VakkasoÄŸlu: Münir Bey, benim çok dikkatimi çekti. Çevre üzerinde çok durdunuz. Hele hele sanat çevresi…
"HİÇBİR ZAMAN BATILI OLAMAYACAĞIZ"
Özkul: Evet, sanat çevresi, büyük ÅŸehir çevresi…
Vakkasoğlu: Bunların tesirlerini nasıl buluyorsunuz insan üzerinde. Özellikle bizim İstanbul gibi, ne batılı, ne doğulu olan karışık çevrelerin tesirlerini nasıl açıklarsınız?
Özkul: Aman efendim, nasıl açıklayabilirim. Bu tesirler maalesef berbat bir ÅŸekilde ortaya çıkıyor. Ä°nsanda ne rahat, ne de huzur kalıyor… Biliyorsunuz yeni Almanya'dan geldim. Ben, Amerika hariç, bu kadar düzenli, bu kadar sistemli bir ülke düşünemiyorum. Aslında sevmeyerek gittim ama iki aydan fazla bir zaman kalmak zorunda olunca, çevreyi tetkik etme imkanı buldum. Ä°ÅŸte bu düzen, oradaki Türkleri sıkıyor. Hiçbiri oradan memnun deÄŸil. Dünyanın en zengin ve en ileri memleketlerinden biri bile, onları sıkıyorsa, düşünmek gerekir. Demek ki biz, hiçbir zaman Batılı olamayacağız. Zaten biz, adı üstünde gerçek doÄŸulu deÄŸil miyiz? Benim fikrim, hiçbir zaman Batılı olamayacağımız ÅŸeklindedir. Ancak, belki bir sentez düşünülebilir. Ä°kisini DoÄŸu-Batı sentezi ÅŸeklinde birleÅŸtirip bir neticeye gidebilirsek, belki olur. Tabii bu da bir süreç, bir zaman meselesi yani…
“ARADIÄžIM ÅžEY ALLAH Ä°NANCIYDI”
Vakkasoğlu: Efendim, içinizde duyduğunuz Allah inancından, ondan mahrumken duymadığınız neleri duydunuz. Size nasıl bir his verdi Allah'a iman etmek?
Özkul: Allah inanç ve duygusu her zaman aynı güçte duyulamıyor. Bir de ÅŸundan korkuyorum. İçki dedim, sonuna kadar gittim, tadını kaçırdım. Tiyatro dedim o da öyle… Åžimdi de Allah diyorum. Benim için, bunun da sonuna kadar olmaması imkânsız. Acaba o zaman ne yaparım. Bunda da aşırı gidip sapıkça ÅŸeyler yaparım diye korkuyorum. Bu de beni biraz frenliyor. Ancak, o duyguyu, Allah inancını içinde hissettiÄŸim zaman sonsuz bir huzurla beraber, sonsuz bir güç buluyorum. Bunların neticesi olarak da tarifsiz bir güven duygusu içimi kaplıyor. Aslında benim bütün hayatım boyunca daima aradığım ÅŸey bu imiÅŸ.. Anlatamam nasıl bir zevk veren duylar bunlar… Bunları da eÅŸimle beraber konuÅŸuyoruz ve buluyoruz. Bu yolda onun büyük yardımlarını desteÄŸini ve teÅŸviÄŸini gördüğümü söylemeliyim.
Vakkasoğlu: Efendim, değerli eşinizi de bu rolünden dolayı candan tebrik ederim. Bu arada şunu da ifade etmek isterim: Siz sanatçı kişiliğiniz ve bunca kültür birikiminizle, Allah inancına da ilmi açıdan bakmalısınız. Böyle yapabildiğiniz ölçüde Allah'a bağlılık ve imandan ne kadar ileri giderseniz gidiniz, ölçülü ve dengeli kalabilirsiniz.
"SECDEYİ ÇOK SEVİYORUM"
Münir bey devam ediyor. “Secde sırasında, başımı eÄŸince galiba kan da baÅŸa geliyor, ve insanda bir küçülme, bir teslimiyet, bir mahviyet doÄŸuyor… Bu bakımdan ben de secdeyi çok seviyorum.”
Vakkasoğlu: Efendim sizin de katıldığınız üzere secde, teslimiyetin en bariz ifadesi oluyor. Biraz da insanın egosu eziliyor. Bir üstünlüğe teslim olmanın zevkini duyuyorsunuz. İnsan olarak yalnızlıktan kurtuluyor ve Allah'a bağlandığınızı ilan ediyorsunuz.
Özkul: Ama bakınız ego dediniz. Bu tür tabirler hep Batı tesirinden gelen şeyler. Batı'nın önemli bir yanını temsil eden FROYD doktrinin altında, sanki gizli bir peygamberlik iddiası yatıyor gibi intiba bırakıyor. Çünkü, Froyd'u komple olarak da biraz biliyorum. Eski inkar zamanlarımda iki buçuk sene psiko-analiz yaptırdım.
O zamanlar, kalp durdu mu, öteki böceklerin, akreplerin işidir, her şey bitmiştir sanıyordum. Halbuki çocukluk günlerimden kalan Cennet, Cehennem gibi başka duygular başka alemler vardı. Onların hepsi silinip gitti, zannediyorum. Ama şimdi anlıyorum ki kesilmemiş.
“ÅžEYH NURULLAH CUMA VAAZINDA BENÄ° ANLATTI"
Vakkasoğlu: Demek ki farkına varmadığınız biçimde devam etmiş.
Özkul: Evet, öyle... Bir ara Merkezefendi'ye Dergah'a gitmiÅŸtim. Çünkü, 30 sene evvel de geçirdiÄŸim krizler ve sarsıntılar sonucu Allah'a ihtiyaç duymuÅŸtum. O zaman 86 yaşındaki Merkezefendi'nin Åžeyhi Nurullah Bey, geçen gün yine ziyaret ettim, meÄŸer 100 yaşında vefat etmiÅŸ. Nurullah Efendi, bana “gel bu Cuma vaazımı dinle. Senden de bahsedeceÄŸim” dedi. Gerçekten de benden bahsetti. Şöyle dedi: Öyle insanlar vardır ki, dünyanın makbul sayılan bütün nimetleri içinde yüzerken yine de tatmin olmuyorlar, baÅŸka bir gerçek arıyorlar ve Yüce bir güce sığınmak istiyorlar. Bunlar vaktiyle yaptıklarından üzülmesinler. Çünkü, onların yetiÅŸtiÄŸi zamandaki eÄŸitim öyleydi… Yani eÄŸitimin yanlışlığı vardı. Ä°kincisi de, bunlar bizce daha makbuldür. Çünkü biz, bunlara ÅŸaraptan dönme sirke deriz. Nurullah Efendi'nin o lafı da çok hoÅŸuma gitmiÅŸti. Zira bu sözü, benim alkol durumumu da bilerek söylüyordu.
Biz bu konuşmayı yaparken yan taraftaki odandan Münir Bey'in de rol alacağı Orta Oyunun prova sesleri geliyordu. Sohbetimizi, bu provayı Münir Bey adına bölerek yapabiliştik. Ama, Fındıklı Parkı'na doğru inerken, ben, hayat oyununun en önemli dönemecinde gördüğüm ÖZKUL'lara, özden kul olabilmek yolunda kolaylıklar nasip etmesini Allah'tan dilemekteydim. Allah, onlara ve hepimize öz kulu olmamızı nasip etsin.
Henüz yorum yapılmamış.