Sosyal Medya

Kürsü

Fatih Sultan Mehmet nasıl öldü?

Karar gazetesi yazarlarından Hakan Erdem bugün ki yazısında İstanbul'un Fatihi Sultan Mehmet hanın nasıl ebedi aleme göç ettiğini yazdı.



Fatih’in ölümü hakkında ÂşıkpaÅŸazâde’de yazılanları gördük. Peki, Fatih’e çaÄŸdaÅŸ veya yakın çaÄŸdaÅŸ olan diÄŸer Osmanlı kaynakları ne diyor? BaÅŸtan belirteyim ki bu kaynakların tarafgir olmak gibi bir durumları vardır. ÇoÄŸu Bayezid döneminde yazılmış, Bayezid döneminde yazılmayanları da artık “resmî tarih görüşü” hâline gelen çizgiyi benimsemiÅŸ olan Osmanlı anlatısal kaynakları kesinlikle Bayezid tarafındadır. Dolayısıyla, Fatih gerçekten bir zehirlenme sonucu öldüyse ve hele bu zehirlenme Babinger’in ileri sürdüğü gibi Bayezid’den kaynaklanıyor idiyse bu kaynakların, Bayezid’i suçlamak bir yana dursun, bu konuyu yazmalarını bile belki de hiç beklememeliyiz. Öte yandan, elimizdeki kaynaklar bunlar ve her kaynaÄŸa olduÄŸu gibi bunlara da eleÅŸtirel bir ÅŸekilde bakmaktan belki satır arasında bir ÅŸey söylemiÅŸlerdir düşüncesiyle yakın veya derinlemesine okuma yapmaktan baÅŸka bir çaremiz yok.

Önce, Kitab-ı Cihânnümâ adındaki eserini ÂşıkpaÅŸazâde’nin kroniÄŸini görerek kaleme alan NeÅŸrî’ye bakalım. Fatih’in son seferinde orduda bulunan NeÅŸrî’nin, Franz Taeschner tarafından neÅŸri yapılan ve Türkiye’de de Sayın Necdet Öztürk tarafından yayına hazırlanan Menzel nüshası, Fatih’in ölümünden sonraki hadiseleri NeÅŸrî’nin ÅŸahsen yaÅŸadıklarıyla birlikte verdiÄŸi için konumuz açısından daha önemlidir.

GörebildiÄŸim kadarıyla Fatih’in müzmin hastalığının adını nikris olarak veren ilk tarihçi NeÅŸrî’dir. “Nikrîs zahmeti olmağın etıbbaya gayet itibar ederdi. Hatta Hekim Yakub’u ol cihetden vezir edinmiÅŸti” diyor. Ona göre, Fatih, son seferinde, “birkaç göç” göçtükten sonra Rebiyülevvel ayının dördüncü PerÅŸembe günü (3 Mayıs 1481) at arabasına girmiÅŸ ve “Maltepe’sinin çayırına” konmuÅŸ. Bu anlatımdan, Fatih’in seferin başında ata binebilecek durumda olduÄŸu ancak rahatsızlığı artınca at arabasına geçtiÄŸi sonucu çıkarılabilir. NeÅŸrî, Fatih’in, Tekfur Çayırı da denen bu çayıra gelinceye kadar tam olarak nerelerde gecelediÄŸi veya bir noktada bir geceden daha fazla kalıp kalmadığını kaydetmiyor. Fakat 27 Nisan tarihinde Ãœsküdar’a geçildiÄŸi düşünülürse, Fatih’in bu kısa mesafeyi yavaÅŸ ve zahmetli bir ÅŸekilde aldığı ve Hünkâr Çayırı’na ulaÅŸmasının neredeyse bir haftayı bulduÄŸu anlaşılıyor.

Öte yandan Fatih, daha başından beri ata hiç binmemiÅŸ de olabilir. NeÅŸrî’nin ifadeleri böyle anlamaya da müsait: “Derler ki, Ä°stanbul’dan çıkalı hastaydıAt arabasına girip, sefer etmeÄŸin ecnebi kimse ahvâline vâkıf deÄŸildi.” Bu sorgulamanın önemi tabii ki ÅŸu noktada: Fatih, Ä°stanbul’dan çıktığında ata binebilecek kadar iyi miydi? Yoksa başından beri hastaydı ve ancak arabayla mı yolculuk yapabiliyordu? Buradan da, Fatih’in son seferinde beklenmedik bir ÅŸekilde kötüleÅŸip kötüleÅŸmediÄŸi sorusu ortaya atılabilir. Verilecek cevap da yerine göre hem eceliyle ölüm hem de zehirlenme tezini destekleyebilir.

Tabii ki, “O kadar kötüyse neden zahmetli bir sefere çıkmıştır?” sorusu da akla geliyor, dolayısıyla sefere çıkarken saÄŸlığının fena olmadığı görüşüne bir destek oluyor. Ama Kanuni’nin de son seferine, saÄŸlığı hiç iyi deÄŸilken ve de üstelik aynı hastalıktan, nikristen, muzdaripken çıktığı, istediÄŸinde binebilmesi için bir at arabasının hazır bulundurulduÄŸu ve bazen de böyle yolculuk ettiÄŸi düşünülünce Fatih’in de hasta hasta sefere çıkabileceÄŸini bir ihtimal olarak kabul etmek gerekir.

NeÅŸrî’nin anlatımına geri dönersek, Fatih’in 3 Mayıs PerÅŸembe Maltepe’sinde konakladığını ve ikindi vaktinde hemen vefat ettiÄŸini söylüyor. Sultan, Rab’ın çaÄŸrısına uyarak ruhunu teslim etmiÅŸ. Evet, bu kadar. Ne padiÅŸahın hastalığının nasıl seyrettiÄŸine dair bir bilgi, ne, kimler tarafından nasıl bir tedavi uygulandığı, ne de o tedavinin sonuçlarına dair en ufak bir ima var. Sanırım, NeÅŸrî’nin Fatih’in ölümünden sonrası için anlattıklarına bir ÅŸekilde döneceÄŸiz. Åžimdilik sadece, Karamanlı Mehmed PaÅŸa’nın, Fatih’in naaşını hemen ertesi Cuma sabahında Ä°stanbul’a getirdiÄŸini ve “Erte divandır. Hünkâr hamama girmeye geldi. Birkaç gün durur, yine gider” diyerek onun ölümünü saklamaya çalıştığını ve yeniçerilerin hemen o gün onu katlettiklerini söylediÄŸini belirtelim. Demek ki Sultan’ın bir haftada ulaÅŸtığı yerden naaşının Ä°stanbul’a getirilmesi 12 saat kadar anca almış. Zaten NeÅŸrî de arkadaÅŸlarıyla bir sapa yoldan Ãœsküdar’a ulaÅŸtıklarında Cuma kuÅŸluk vakti olduÄŸunu söylüyor.

Edirneli Oruç BeÄŸ’in (Bkz., Necdet Öztürk neÅŸri) söyledikleri ise çok daha ayrıntısızdır ve aynen şöyledir: “Ve geri Sultan Muhammed merhum Kostantin’den çıkıp Anadolu’ya geçip, Rebiyülevvelin üçüncü gün PencÅŸenbih gününde Tekür-çayırı derler, ikindi vaktinde saat-i Merihde maÄŸfur, merhum, saîd, ÅŸehid ahirete intikal etti.” Rebiyülevvelin üçüncü deÄŸil dördüncü gününün PerÅŸembe olduÄŸunu biliyoruz. Bunun haricinde, Fatih’in deÄŸil tedavisine, hastalığına bile herhangi bir deÄŸinme yoktur. Fatih için “ÅŸehit” sıfatının kullanılması ise yanıltıcı olmamalıdır çünkü hastalıktan ölenler için de bu kullanım söz konusudur.  Oruç’un bir de tarih düşmek için verdiÄŸi ÅŸiiri var:

Ecel hamrın içüp Sultân Muhammed

Kodı târîhini âlemde mahmur, sene 886

Fatih devrinde defterdarlığa kadar yükselen Tursun Bey’in, Târîh-i Ebü’l-Feth adlı eserinde (Bkz., Mertol Tulum neÅŸri) Fatih’in vefatına ayırdığı yer çok daha fazla, üslubu iyice süslüdür ama onun da fazla bir ÅŸey söylediÄŸi söylenemez. Tursun, Fatih’in son seferine çıktığında saÄŸlığının biraz bozuk olduÄŸunu söylüyor. PadiÅŸah, yolculuk ve deniz geçmek sırasında hastalığının ÅŸiddetinden (marazı sevretinden) incinip ansızın bir ah etmiÅŸ ve dilinden ÅŸu beyit dökülmüş:

Âh min azmetin bi-gayri iyâb

Âh min hasretin ale’l-ahbâb

(Dönüşü olmayan seferden ah

Dostların hasretinden ah)

Bu söz, kalbine korkunun yol bulmasına, güçsüzlüğünün katlanmasına ve hastalığının ÅŸiddetlenmesine ve artmasına neden olmuÅŸ (tezâüf-i za‘fa ve izdiyâd-ı iÅŸtidâd-ı maraza) neden olmuÅŸ. Sadrazam, ıztırabını görerek onu teselli etmeye çalışmış ama akıllı sultan ahiret seferine çıkmasının daha büyük ihtimal olduÄŸunu anlamış ve “Rabbinize dönün” hitabına uyarak gece gündüz dua etmeye, kelime-i tevhidi söylemeye ve istiÄŸfâr etmeye baÅŸlamış.

Tursun, Tekûr- Çayırı denen yerde padiÅŸahın otağının kurulmasından sonra Fatih’in tabiatındaki hastalığın arttığını ve padiÅŸahın bu hastalıktan kurtulamadığını belirtiyor. “Çü za‘f oldı kamu a‘zâsına bast” ifadesinden Fatih’in hastalığının sadece bir noktada (ayağında) olmadığını ve güçsüzlüğün bütün organlarına yayıldığı sonucunu çıkarabiliriz ama Tursun bu hastalığın ne olduÄŸunu açık bir ÅŸekilde söylemiyor. Åžairane ve hikmet dolu daha pek çok sözü var ama ondan, Fatih’in ölümünün olaÄŸandışı olduÄŸuna dair herhangi bir izlenim edinmek imkânsız. Bu arada onun da Fatih’in ölümü üzerine söylenmiÅŸ şöyle bir beyti var:

Bir kapudur kabr kim her nefs giriser ana

Bir kadehtür mevt kim her cân içiserdür anı 

Burada biraz soluklanalım. Hem Oruç hem de Tursun’da, Fatih’in bir ÅŸeyler içerek öldüğü yolunda bazı imalar mı var?  Birinde Sultan Mehmed ecel hamrını / ÅŸarabını içiyor, diÄŸerinde ölüm bir kadeh olarak geliyor… Yüzde yüz emin olamam ama sanmıyorum. Kaynaklarda, “ÅŸehadet ÅŸerbetini içti” türünden o kadar çok ifade var ki bu ifade tarzının ölümü anlatan bir metafordan baÅŸka bir ÅŸey olduÄŸunu düşünmemek eÄŸilimindeyim. Ãœstelik kökenlerinin Ä°slâm öncesine gittiÄŸini düşündüğüm bir ölümü anlatma metaforu, çok eski bir kültürel ifade tarzı… Köktürk mezar taÅŸlarında elinde bir kadeh ile temsil edilen insan figürlerini düşünelim… Sakın ÂşıkpaÅŸazâde de aynı metaforu kullanırken biraz fazla dallandırıp budaklandırmış olmasın? Ama yok… Onu ayırmak gerekiyor. Öte yandan, Oruç ve Tursun, hem bilinen bir metaforu kullanıp hem de bir ÅŸeyler söyleyemez mi?  Soruların sonu yok…

Fatih öldüğünde 12-13 yaÅŸlarında olan tarihçi Ä°bn Kemal (Bkz. Åžerafettin Turan neÅŸri) ise vakayı anlatırken daha ziyade Tursun’a dayanmış görünüyor. Ona göre, Fatih, Ãœsküdar’dan ayrıldıktan sonra hastalığının artmasından dolayı birkaç gün arabayla gitmiÅŸ. Sonra da Tekfur Çayırı’na indiÄŸinde mukadder ecelin habercisi Melik-i Zülcelâl’in emrini getirmiÅŸ. Ä°bn Kemal, “Sultân-ı cihânun ki sâhibkırân-ı asr idi, ÅŸarâb-ı nâb-ı zindegânîden sagar-ı peykeri hâlî kalub meÅŸreb-i ‘iyÅŸi telh oldu” diyor… Yani sultanın yüzünün kadehi temiz saÄŸlık ÅŸarabından boÅŸalınca hayatı acılaÅŸmış… Ä°bn Kemal’de metafor çok, bilmem ki yüzünden kan çekildi, beti benzi soldu mu diyor?

BaÅŸka bir yerde ise Ä°bn Kemal, Fatih’in hastalığı konusunda daha çok bilgi verir. Fatih’in gibi bir cihangirin karşısına kimse çıkamazmış, ama takdirin pençesi padiÅŸahın yüksek himmetine ayak bağı olmuÅŸ ve “ayak zahmetiyle huzurun uçurmuÅŸ”.  Sonrasını aynen alıntılayayım, belki eski tıp teorisini benden daha iyi bilenler Ä°bn Kemal’in ne demek istediÄŸini anlarlar:

“[N]ikris zahmeti ki maraz-ı mevrusiydi, hudûs bulmuÅŸ ve merhuma müstevli olmuÅŸdu; evahir-i ömründe hücum etmiÅŸ ve cevher-i mizâcı ol ‘araz ucından fütûr bulmuÅŸtu. MeÄŸer ki safrây-i tîz-mizâc ol ateşîn demle imtizaç edip kâr u bârı sıhhatı yakmak için rebât-ı ahlat içine akmıştı; ol muvafık-sûret ve münafık-sîret hekim-i tabiatle ki ilacında hâzık tabibdir, sû-i mizâc-i müstahkem arasına balgam bırakmıştı.”

Yani, Fatih’in ırsî nikris hastalığı varmış, ömrünün sonunda ona hücum etmiÅŸ ve saÄŸlığı o hastalık yüzünden bozulmuÅŸ. Tez mizaçlı (çabuk geliÅŸen?) safra, ateÅŸli kanla birleÅŸerek eklemler içine akmış, saÄŸlığı bozmuÅŸ. Olumlu görünüşlü fakat münafık yapılı tabiat hekimi derken ne demek istiyor acaba? Ä°ÅŸte burada, Fatih’in tedavisini yapan hekim veya hekimlere bir dokundurma mı var? Bilmiyorum, belki.

Bir de Türkçe şiir yazmış:

“Öninde balgam uyup tîz-ta‘b-ı safraya

Olup havasına tâbi‘ anınla baÅŸ koÅŸmuÅŸ

Sonında hiddet-i safraya doymayub balgam

Elinden al beni deyü ayağına düşmüş.”

Buradaki  “Doymayub” kelimesinin “döymeyüp” (dayanamayıp) olarak okunmasının anlama daha uygun düştüğü görüşündeyim. BaÅŸlangıçta, dört hılttan biri olan balgam, çabuk yapıdaki safraya uymuÅŸ, onun etkisine girmiÅŸ, beraber ilerlemiÅŸler ama sonunda safranın hiddetine dayanamayarak yalvarmış yani hastanın ayağına vurmuÅŸ. Ä°bn Kemal sadece nikrisi anlatıyor gibi.

Daha sonraki tarihçilerden Ä°dris-i Bitlisî (Bkz, Muhammed Ä°brahim Yıldırım neÅŸri) de Fatih’in bozuk saÄŸlığına raÄŸmen seferlerden vazgeçmediÄŸini belirtiyor ve  Ã¶lümle sonuçlanan hastalığı için, “[E]klem aÄŸrıları ve eskiden var olan nikris rahatsızlığı yeniden ÅŸiddetlenerek ecel yaÄŸmacısı Sultan’ın ömür ülkesine hücum etti. Bütün hekim ve tabiplerin tedavileri bir netice vermediÄŸi gibi, âdeta mizacındaki fesadın maddelerini kuvvetlendiriyordu” diyor.  Yalnız Bitlisî, Fatih’in bu son seferinde aklının dağınık olduÄŸundan ama onun bunu hastalığına atfettiÄŸinden de bahsetmektedir.

Mustafa Âli’nin (Bkz, M. Hüdai Åžentürk neÅŸri) yazdıkları da bu yoldadır: “[E]mrâz-ı müzmine-i kadimelerinden veca‘-ı mefâsıl ve nikris bazı ‘ilel-i hadisle mizâc-ı ÅŸeriflerinde imtizaç edip (…) kuvâdaki kuvvet nev‘â za‘fa, belki zı‘fa mübeddel olup günden güne âyine-i zindegânileri mütekeddir olmaÄŸa yüz tutdı. Ve etıbbâ-i hâzikin ne denlü ilaç ü deva kıldılar ise, teskin-i devâ’-i ‘anâ hiçbir veçhile müyesser olmadı.”  Görüldüğü gibi Âli’de de herhangi bir zehirlenme iması yok. Yalnız o, eklem aÄŸrısı ve nikrisin bazı yeni illetlerle uyuÅŸup, etkileÅŸerek padiÅŸahı zayıf düşürdüğünü söylüyor. E, Babinger zehirlenme görüşünü bu kaynaklardan almadıysa nereden almıştı?

Kaynak: Karar

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.