Alim
Tabelalara sığmayan bir adam
Mustafa Sabri Efendi’nin adının Tokat’ta verildiği imam hatip lisesinden kaldırılmasına iki türlü tepki verildi. Kararı alkışlayanlar onun “hain bir şeriatçı yobaz” olduğunu söylediler. Karşı çıkanlarsa onun, bu yüzyılın Gazalisi büyük bir İslam alimi olduğunu. Halbuki o, bu iki tarife de sığmayan, laik-dindar kavgasının yeni malzemesi olmaktan fazlasını hak eden bir isimdi.
Yıldıray Oğur - Karar
“MeÅŸrutiyet; milletle hükümet arasında bir mukavele akd olunmak ve o mukavelede milletin hükümetten hesap sorabilmek ve en aciz bir ferdine varıncaya kadar hukukunu müdafaa edebilmek hakkına malik olduÄŸu ve millet; hükümetin haklı-haksız her istediÄŸini vermek, bütün icraatına karşı itiraz edemeyerek, duyduk ve itaat ettik demekten baÅŸka çaresi olmamak derecesinde esiri ve mahkumu deÄŸil de belki hükümet; memuru milletin iÅŸini görmek için para ile tutulmuÅŸ bir işçiden farkı olmadığı cihetle vazifesini güzelce ifa ederse mükafata, etmezse millet tarafından muahezeye (eleÅŸtirilmeye) müstehak olacağı münderiç bulunmaktan ibarettir.”
Biraz daha günümüz Türkçe’sine çevrilse, bir demokrasiye giriÅŸ kitabında karşımıza çıksa ÅŸaşırmayacağımız bu tarif bundan 110 yıl önce, daha sonra Åžeyhülislamlık makamında da oturacak devrinin en büyük Ä°slam alimlerinden birine aitti; Mustafa Sabri Efendi’ye...
Mustafa Sabri Efendi’nin adının Tokat’ta verildiÄŸi imam hatip lisesinden kaldırılmasına iki türlü tepki verildi.
Kararı alkışlayanlar onun “hain bir ÅŸeriatçı yobaz” olduÄŸunu söylediler. Karşı çıkanlarsa onun, bu yüzyılın Gazalisi büyük bir Ä°slam alimi olduÄŸunu.
Halbuki o, bu iki tarife de sığmayan, laik-dindar kavgasının yeni malzemesi olmaktan fazlasını hak eden bir isimdi.
1869’da Tokat’ta doÄŸmuÅŸ, ilk eÄŸitimlerini orada almış ama kabiliyetleri ve birikimiyle taÅŸradan Ä°stanbul’a gelmiÅŸ ve 21 yaşında Fatih Camii müderrisliÄŸine getirilmiÅŸti. Genç yaşında Ä°kinci Abdülhamit’in katıldığı huzur dersleri halkasına sahil olmuÅŸ, Yıldız Sarayı Kütüphanesi’nde ve Süleymaniye Medresesi’nde çalışmıştı.
Ama iktidara bu kadar yakın bir alim olmasına rağmen şiddetli bir Abdülhamit ve istibdad karşıtıydı.
Ona göre “devr-i istibdat münker (haram ve mekruhlar) devri”ydi. 2. Abdülhamit devrini tarif ediÅŸi, bugünkü dizilerde anlatılanlara pek benzemiyor:
“Devr-i sabık bütün efrad-ı milleti birbirinden soÄŸutmuÅŸ, akrabayı, akrabadan, komÅŸuyu komÅŸudan, vatandaşı vatandaÅŸtan ayırmış, herkesi birbirine karşı yabancı bırakmış, el hasıl vatandan garip düşürmüş idi. Ä°stibdat, kalplerden vatan muhabbetini, menfat-i umumiye hissini silmiÅŸ ve yalnız menfat-i ÅŸahsiye fikrini terviç eylemiÅŸti.”
O yüzden, Mustafa Sabri Efendi, 23 Temmuz 1908’de MeÅŸruiyet’in Ä°lanı’na destek verdi ve 33 yıl sonra yeniden açılan Meclis-i Mebusan’a Tokat mebusu olarak girdi.
Eylül 1908’de de bütün medrese hocalarının ve talebelerinin tabii üyesi kabul edildiÄŸi Cemiyyet-i Ä°lmiyye’i Ä°slamiyye’nin kurucuları arasında yer aldı. Aynı zamanda bu cemiyetin gazetesi Beyanü’l-Hak’ın da baÅŸyazarıydı.
Gazetenin yazarları arasında devrin önde gelen alimleri olan pek çok tanıdık isim vardı: Elmalı Hamdi, Ömer Nasuhi, Hüseyin Hazım, Bandırmalı Şerafettin (Yaltkaya) gibi...
Cemiyet kendisine hedef olarak meÅŸrutiyeti korumak, medreseleri islah etmek ve halka nasihat etmeyi seçmiÅŸ, Ä°ttihad-ı Terakki’ye baÄŸlı olduÄŸunu açıklamıştı.
Ama bu bağlılık üç aydan fazla sürmedi. Cemiyetin muhalefete geçmesi de dini bir meseleden dolayı olmadı, esas mesele İttihatçıların meşrutiyetçi çizgiden istibdad çizgisine doğru kaymalarıydı.
Aslında Mustafa Sabri Efendi’ye göre meÅŸrutiyet dini bir meseleydi de. Zaten Ä°slam’da mevcud olan bir idareydi bu:
“Demek istiyorum ki meÅŸrutiyeti Avrupalılardan almadık. Belki onu Avrupalılar bizden aldılar. Avrupa’daki cumhuriyetlerde bile gayri mesul bir ferd bulunduÄŸu halde, Ä°slamiyet’te cenabı haktan baÅŸka herkes mesuldür”
O yüzden Ä°ttihatçılarla aralarında bardağı taşıran damlalardan biri Ä°stanbul Åžehremini Hüseyin Kazım Kadri’nin belediye meclislerini feshedip ve seçimle gelmiÅŸ meclis üyelerini azletmesi oldu.
Cemiyet bunun üzerine bir beyanname yayınlayıp “Belediye intihabatının bila-sebeb-i sahih (gerçek bir sebep olmadan) feshi... meÅŸruiyet-i meÅŸruaya bir tecavüz telakki eder” demiÅŸti. Cemiyetin muhalafeti üzerine Hüzeyin Kazım istifas etmiÅŸ, Ä°ttihatçılar da alimlerin siyasete bu kadar karışmasından rahatsız olmaya baÅŸlamıştı. Mustafa Sabri Efendi bu eleÅŸtirilere “EÄŸer ulemanın siyaseti karışmasını engellerseniz, onların temel görevi olan emr-i bi’l-maruf ve nehy-i ani’l-münker (iyiliÄŸi emredin, kötülüğü menedin) vazifesi ortadan kalkar, bunu da ulemadan kimse kabul etmez” diyerek karşı çıkmıştı.
Mustafa Sabri Efendi, Meclis’in en itibarlı ve sözünü sakınmayan muhalif vekillerinden biriydi. O tartışmalardan birinde mali konularda konuÅŸan Maliye Bakanı Cavid Bey’in konuÅŸmasına sert bir eleÅŸtiri getirince, Talat PaÅŸa yerinden “Hoca seni Åžeyhülislam yapamadık diye mi böyle konuÅŸuyorsun” diye laf atmış, Mustafa Sabri efendi de cevap olarak “Ä°ktidarı talep etmek cinayetse siz cürmümeÅŸhut haldesiniz” diye cevap vermiÅŸti.
Ä°ttihatçılara muhalefetine raÄŸmen, 31 Mart vakasına ÅŸiddetle karşı çıkmış cemiyet ve gazete ayaklanmayı “ÅŸeriatla ilgisi olmayan irtica-i bir hadise” olarak tarif etmiÅŸ, 31 Mart Vakası’ndan sonra Abdülhamit’i tahttan indiren hal fetvası da Beyanü’l-Hak’ta yayınlanmıştı. Zaten fetvayı kaleme alan da cemiyetin üyelerinden Elmalılı Hamdi Efendi’ydi.
31 Mart gibi bir ayaklanmaya karşı çıkarak Ä°ttihatçılar ve medyasında da takdir kazanan Mustafa Sabri Efendi ve cemiyeti, 1911’den sonra kurulan Hürriyet ve Ä°tilaf Partisi’ne dahil oldular. Bu kez de Ä°ttihatçılar ulemanın muhalif bir partide siyaset yapmasından rahatsız olmuÅŸtu.
Tercihlerini eleÅŸtiren Ä°ttihatçıların kalemlerine karşı “Hukuk-u esasiyeyi yalnız bir tarafla hoÅŸ geçinmekten ibaret olan bir pamuk ipliÄŸine baÄŸlamış olmuyor musunuz” diye sormuÅŸtu.
Bu kibar sorusunun cevabını kısa bir süre sonra aldı. 1913’de Babıali Baskını ile Ä°ttihatçılar darbeyle yönetime gelince, Hürriyet ve Ä°tilafçılar tutuklanmaya baÅŸlamış, Mustafa Sabri Efendi de önce Mısır’a sonra Romanya’ya kaçmıştı. Ama yakalanıp Ä°stanbul’a getirildi ve Bilecik’e sürgüne gönderildi.
Artık İttihatçıların asker kanadı iktidardaydı ve ülke savaşa gitmekteydi.
Mustafa Sabri Efendi askerin siyasete karışmasına da şiddetle karşıydı:
“Ordunun devleti yönetmesinden hayır çıkmaz...Tüm ülkelerde ordunun görevi, ülke ve halkın malını, canını, hürriyetini ve diÄŸer haklarını düşman saldırılarından korumaktır. Asker, devlet ve halkın bu hizmeti için tuttuÄŸu kimsedir. Bu askerin ülke ve halkı yönetmeye kalkması, hizmetçinin patronunu yönetmek istemesi gibidir.”
Sonuç da tahmin ettiği gibi oldu.
“Devleti babalarının çiftliÄŸi gibi yönettiler. Hükümetleri, sözde meÅŸruti olmasına raÄŸmen ne bir nasihate, ne de halkın veya halifenin görüşlerine baÅŸvurdular. Memleket evlatları arasında kin ve düşmanlık tohumları ekerek ülkede kardeÅŸ kavgalarına neden oldular. Ãœmmeti oluÅŸturan Arnavut, Kürt, Çerkez, Arap, ve hatta Türk unsurları arasında çatışma baÅŸlattılar. İçeride olduÄŸu gibi dışarıda da iliÅŸkileri bozarak, devlete dost deÄŸil, düşman kazandırdılar. Nihayet, Harb-i Ãœmumi’ye girerek, hezimete uÄŸrayıp, Ä°stanbul’u düşman askerlerine teslim ettiler.”
1918’de Ä°ttihatçı liderlerin ülkeden kaçması üzerine, Damat Ferit PaÅŸa baÅŸkanlığında kurulan hükümetin Åžeyhülislamlık makamına oturdu.
O makamda hala tartışılan kararların altına imza attı.
1915 Ermeni Tehciri’nde iÅŸlenen suçların yargılandığı Divan-ı Harb-i Örfi Mahkemeleri’nde yargılanan BoÄŸazlıyan Kaymakamı Kemal’in idamına fetva veren oydu.
Sevr AntlaÅŸması’nın görüşüldüğü Åžura’yı Saltanat toplantısında anlaÅŸmanın imzalamasını lehinde de görüş bildirmiÅŸti.
Ãœlkenin başına yeni belalar açacak Ä°ttihatçıların devamı olarak gördüğü Anadolu’daki Mustafa Kemal öncülüğündeki Milli Mücadele’ye karşı tedbirler alınmasını savunuyordu. Eylül 1920’de görevinden istifa etmiÅŸti. Mustafa Kemal hakkındaki idam fetvasının altındaysa onun imzası yoktu.
Neden milli mücadeleye karşı çıktığını yine ondan okuyalım:
“Ä°ttihatçılar yüzünden yenildiÄŸimiz devletlerle beraber, biz de teslim ve barış anlaÅŸması imzaladık. Evet, ikinci bir yol daha vardı. Yeni bir savaÅŸla kaybettiÄŸimiz toprakların bir kısmını tekrar geri alabilirdik veya memleketi tamamen mahvedip elimizden çıkarabilirdik. Henüz yeni biten savaÅŸ ispatlamıştı ki birinci ihtimalin gerçekleÅŸmesi çok uzak, ikinci ihtimalin gerçekleÅŸmesi ise neredeyse kesindi. Tecrübe edilmiÅŸ ve acı sonuçları yaÅŸanan savaÅŸ tecrübesini tekrar yaÅŸamak, devlet ve millete karşı sorumluluk taşımayanlar için önemsizdi”
Aslında bu o dönemde Ä°stanbul’da hakim olan bir fikirdi. EÄŸer, barış anlaÅŸmalarının gereÄŸi yapılırsa, ülke daha büyük iÅŸgallerden kurtulabilirdi. Onlara göre Ä°ttihatçıların devamı olan Kemalistler iÅŸgalcilere gerekçe üretmekteydiler. Mustafa Sabri Efendi’ye göreyse, iktidara tekrar gelmek için savaÅŸ çıkarmak Ä°ttihatçıların her zamanki taktiÄŸiydi ve Kemalistler de bunu deniyordu.
Ama tarih onu haksız çıkardı ve İstiklal Harbi ile ülke işgalden kurtarıldı.
Ama Mustafa Sabri, bu savaÅŸ sırasında Kemalistlerin Çerkeslere, diÄŸer isyan eden gruplara yönelik katliam yaptığını, Ä°zmir’in kurtuluÅŸu yolunda milli mücadeleye destek vermeyen bir çok Müslüman Türk köyünün yakıldığını yazıyor ve eleÅŸtirilerine devam ediyordu.
Savaşın bitmesine yakın tutuklanacağını düşünerek ülkeden ayrılıp, Ä°skenderiye’ye gitti. Cumhuriyet’in ilânından sonra kendisi gibi alim olan oÄŸlu Ä°brahim’le birlikte 150’likler listesine alındı. 1924’de de vatandaÅŸlıktan çıkarıldı.
Mısır, Yunanistan’da geçen sürgün günlerinde Türkiye’de olan biteni izlemeye, eleÅŸtirilerini dillendirmeye devam etti. Mısır’da bu yüzden uzun süre barınamadı, Gümülcine’ye gitti ve burada Yarın gazetesini çıkardı.
En çok hilafetin kaldırılmasına ve yükselen milliyetçiliğe karşı tepkiliydi. Bozkurt sembolünün ortaya çıkması, Türkçülük vurgularına karşı yazılar yazdı. Bir de şimdiki alimlerin cesaret edemeyeceği çok konuşulacak bir şiir:
“Yalnız Müslüman ve insan
Olarak kalmak üzere, Türklükten,
Åžeref ve izzetimle istifa
Ediyorum Allah'ın huzurunda!..
Tövbe yarabbi tövbe Türklüğüme
Beni Türk milletinden addetme"
Hilafet ve Kemalizm kitabındaki dili de epey sertti: "Mustafa Kemal ve Ankara Hükümeti'nin kahpeliklerini, sahtekârlıklarını şu ufacık mukaddime'ye sığdıracak değilim."
Batı Trakya’daki Müslümanların Arap alfabesini bırakıp Latin Alfabesi ‘ne geçmemesi için çalıştı. Ama Türkiye ile Yunanistan arasında varılan anlaÅŸmayla, faaliyetleri kısıtlandı, polis gözetiminde yaÅŸamak zorunda kaldı.
Daha sonra kendisi gibi 150’liklerden olan Sevr’i imzalayan filozof Rıza Tevfik’in davetiyle Arabistan’a, ardından ömrünün sonuna kadar kalacağı Mısır’a gitti.
Kahire’de Türkiye siyasetinden uzaklaşıp, Ä°slami ilimlere yoÄŸunlaÅŸtı. El Ezher’de yaptığı çalışmalar ve yazdığı kitaplar, özellikle Ä°slam’ın modern yorumlarına karşı yazdığı reddiyelerle Ä°slam dünyasında da meÅŸhur bir alim haline geldi.
12 Mart 1954’te Kahire’de hayatını kaybettiÄŸinde büyük bir kalabalık eÅŸliÄŸinde Gafir Kabristanı'na defnedildi.
Ölümünden bir süre önce hakkındaki en adil değerlendirmelerden birini onunla ayrı dünyaların insanı olan usta gazeteci Burhan Felek yapmıştı:
“Mustafa Sabri Efendi hasbelkader Ä°ttihatçıların kaybettiÄŸi ve kaçarak canlarını kurtardığı bir harbin maÄŸlubiyet zilletini ve Osmanlı’nın konkordutosunu yapmak talihsizliÄŸinde uÄŸramış bir hükümette bulunduÄŸu için 150’liliklere dahil olmuÅŸtur. Mustafa Sabri aleyhine çok ÅŸey söylenir hatta yobazlığı bile iddia edilebilir ama alim olduÄŸu inkar edilemez. EÄŸer elimizde ÅŸimdi bu çapta ve menfileÅŸmiÅŸ Ä°slam alimleri olsaydı laiklik telakkilerinde ve tatbikatında uÄŸradığımız zorluklar ve mukavemetlerle asla karşılaÅŸamazdık. Ä°nsanların hayatının bir noktasında yakalayıp onunla hükme baÄŸlamak yanlış bir muhakemedir. Yıkmak istediÄŸimiz kıymetin de hep Türk olduÄŸunu unutuyoruz. Bir memleketin varlığı bunlardır. Sovyet Rusya bile yıktığı tahrip etiÄŸi Çarlık Rusya’sının tarihindeki mefahirini hala ölümsüzleÅŸtirmektedir. Milletler mazilerine dayanarak yükselirler. Aslını inkar etmek ne demektir bilirsiniz”
110 yıl sonra bu hayat hikayesini ve fikirlerini okuduğumuzda kafamızdaki çekmecelerden birine onu sokmak çok zor. Muhtemelen bugünün meşhur milli ve yerli sorgulamalarında geçerli notları alamazdı. İmparatorluğun yıkıldığını gören gözleri, daha fazlasını görmek istemiyordu. Askerlerin ülkeyi batırdığını görmüştü, daha fazla batırmalarını istemiyordu. Bu tercihleri hainlik değil, onun ülke için daha iyi olacağını düşündüğü doğrularıydı.
Ama devletin hataları için hesap vermede cimri ve affedici ama vatandaşlardan hataları için hesap sormada bonkör ve kinci olunan ülkenin tahammülsüzlük çarklarına o da takılmıştı. O çarklar bir asır sonra bile onu gelip, memleketinde adının verildiği bir okulun tabelasında buldu.
67 yıllık çok partili bir demokrasiyken, Mustafa Sabri Efendi’nin 110 yıl önceki vatandaÅŸ, devlet, meÅŸrutiyet tarifinin bile epey uzağında olmamız o yüzden sürpriz deÄŸil...
kaynak: Karar
Henüz yorum yapılmamış.