Sosyal Medya

Kürsü

Atatürk üzerinden mâkuliyetin kaybı / Atilla Yayla

Mustafa Kemal’in 1924 Anayasası’nda 1928’de yaptırdığı değişiklikle “devletin dini İslâmdır” ibaresini kaldırtması yerinde bir adımdı. Ancak, bu, demokratik laikliğin benimsendiği ve ülkeye getirildiği anlamına gelmedi. Türk tipi laiklik, demokrasilerde olduğunun aksine, dinsel özgürlüğü esas almadı.



Üç sebeple bu konu üzerine yazmaya hevesli ve istekli deÄŸilim. Ä°lki, zaten söylemek istediklerimi daha önceki yazılarımda dile getirmiÅŸ olmam. Ä°kincisi, ne söylersem söyleyeyim duruma bir tesiri olmayacağı kanaatine kapılmış bulunmam. Üçüncüsü, bu konuda yazmanın hâlâ riskli olması. Buna raÄŸmen, geçen hafta 10 Kasım’daki anmalarda sergilenen bazı manzaralar beni bir kere daha bu mevzuyu ele almaya itti.

 

Her ülkenin tarihinde mühim, toplumlarının geleceğine şu veya bu yönde etkide bulunmuş figürler var. Bu yüzden tarihî şahıslara ilişkin anma ve kutlamalar tüm ülkelerde mevcut. Böyle kutlamaların olması da gerekiyor. Çünkü hiçbir toplum nevzuhur değil. Toplumun hem geçmişinin anlaşılması ve öğrenilmesi, hem de geleceğine ilişkin tasavvurların daha sağlam bilgilere dayalı olarak gündeme getirilebilmesi için, geçmişten ve dolayısıyla geçmiş tarihsel şahsiyetlerden ve icraatlarından haberdar olunması gerekiyor. Hakeza, önemli işlere imza atmış kimselere vefa gösterilmesi ve haklarının teslim edilmesi de anma ve kutlamaların haklı ve meşru bir gerekçesi.

 

Bu çerçevede, Mustafa Kemal Atatürk’ün yakın tarihinizin çok önemli bir figürü olduÄŸu her türlü tartışmadan uzak bir gerçek. Atatürk’ten ve yapıp ettiklerinden bahsetmeden Türkiye Cumhuriyeti’ni tam olarak anlayamayız. Atatürkçü olmamama raÄŸmen, özellikle 29 Ekim ve 10 Kasım gibi tarihlerde Atatürk’ten hiç bahsedilmese, bu hiç hoÅŸuma gitmezdi. Bunu hem vefasızlık, hem kendi tarihimize kayıtsızlık olarak görürdüm (görecektim). Hiç kimse dile getirmeyecek olsa, söylenmesi gerekenleri ben dile getirirdim. Ne var ki bizde özellikle 29 Ekim’de ve 10 Kasım’da kutlama ve anma adına takınılan tavır hem akla, mantığa ve hayatın akışına aykırı, hem de tarihimizin hakkıyla anlaşılmasının ve deÄŸerlendirilmesinin önünde büyük bir engel teÅŸkil edecek özellikte. Bu kutlama ve anma tarzıyla Türkiye’nin, “uygar” demokratik ülkelere deÄŸil ilkel diktatörlüklere benzediÄŸi aÅŸikâr bir gerçek.

 

Bu çerçevede birkaç noktaya kısaca dikkat çekeyim.

Tarihin başında yaÅŸamıyoruz. Hiçbir toplum tek bir ÅŸahsın eseri olamaz. Bu ontolojik olarak imkânsız. Her toplumun ve dolayısıyla her toplum mensubunun bir öncesi var. Dolayısıyla, her yerde toplumsal varlık silsilesi çok eskilere gitmekte. Her ÅŸey bir kiÅŸiden kaynaklanmış olamaz ve bir kiÅŸide hitama eremez. Milleti Atatürk’ün yarattığını söylemek, Atatürk’e tanrısallık atfetmektir. Oysa hepimiz gibi bir faniydi. Tanrısal bir varlık olsaydı kendi ölümünü engellerdi. KiÅŸisel hayatında da hiç hata yapmazdı. Bir insanı bu kadar yüceltmek, aynı zamanda hem onun zamanında yaÅŸayan diÄŸer insanları, hem de günümüzün yaÅŸayan insanlarını bir bakıma aÅŸağılamak anlamına gelir. Kendi adıma bunu asla kabul edemem.

 

Hiçbir fani yanılmaz değil. Ancak tanrılar yanılmazlık iddiasında bulunabilir. Yanılmazlık sıfatı peygamberlere bile iliştirilemez. Mustafa Kemal bir ölümlüydü ve her insanda mevcut heyecan, ihtiras, fedakârlık, cesaret, korkaklık, bencillik, menfaat gibi güdülerin etkisiyle hareket ederek, doğru şeylerin yanında yanlış şeyler de yaptı. Hatâlarının bir kısmını kendisi de gördü ve anladı. Düzeltmeye çalıştıkları da oldu ama bir saatten sonra bunu başarması imkânsızdı. Çünkü icraatı, sonunda onu da teslim alacak bir tek parti canavarı yaratmıştı.


Mustafa Kemal’in 1924 Anayasası’nda 1928’de yaptırdığı deÄŸiÅŸiklikle “devletin dini Ä°slâmdır” ibaresini kaldırtması yerinde bir adımdı. Ancak, bu, demokratik laikliÄŸin benimsendiÄŸi ve ülkeye getirildiÄŸi anlamına gelmedi. Türk tipi laiklik, demokrasilerde olduÄŸunun aksine, dinsel özgürlüğü esas almadı. Devlet laikliÄŸi âdetâ alternatif bir din gibi gördü; bu “dini” takviye ve rakibi Ä°slâmı sosyal hayattan tasfiye etmek için, topluma bugün asla kabul edilemeyecek müdahalelerde bulundu. Türkiye’deki Ä°slâmî radikalliÄŸin önemli sebeplerinden biri budur. Genel olarak söylemek gerekirse, Atatürk’ün en büyük hatâları, siyasal sistemi dizayn etme çabasıyla yetinmeyip toplumu çeÅŸitli bakımlardan dizayn etmeye kalkışması yüzünden ortaya çıktı.

 

Atatürk demokrasiyi de benimsemedi ve kurmadı. Ä°steseydi bunu yapabilirdi. Çünkü hem ülkenin daha önceden belirli bir çok partili siyasî hayat tecrübesi vardı, hem de kendisi bunu kolayca gerçekleÅŸtirebilecek bir siyasî  güce sahipti. Ne ki Atatürk, KurtuluÅŸ Savaşı’ndan sonra hiçbir siyasî makama yarışmacı seçimlerle gelmedi. ÇoÄŸu zaman zor veya zor tehdidi kullanarak kendini “seçtirtti”. Rakiplerini her yol ve yöntemle tasfiye etmekte beis görmedi. Bu yüzden, onun, ancak “sınırları belli bir siyasî entitetin tesis edilmesine öncülük” anlamında demokrasiye geçiÅŸe katkısı bulunduÄŸu iddia edilebilir (çünkü her demokrasi, sınırları ve kurumları belli bir siyasî yapıya ihtiyaç duyar). Demokrasiye geçiÅŸ, Atatürk’ün ve sonra Ä°nönü’nün egemen olduÄŸu tek parti rejimindeki birçok ÅŸeyin tersine çevrilmesi veya tasfiye edilmesi sayesinde mümkün oldu.

 

Anmalarda Atatürk’ten “özledik” diye bahsedilmesi çok komik.  Onu rahmetle, minnetle, saygıyla anmaktan söz edilebilir, ama “özlemek”ten anlamlı bir ÅŸekilde bahsedilemez. Bugünün Türkiye’sinde Atatürk’ü özleyebilecek insan sayısı çok ama çok azdır. Çünkü özlemek, ortak zamanlar yaÅŸamaya ve bilhassa ortak insanî tecrübelere sahip olmaya baÄŸlıdır. Bu durumda olanlar varsa, onların aÄŸzında özlemek sözü doÄŸru olur. Türkiye’de nüfusun tamamına yakını bunu yaÅŸamış olacak kadar yaÅŸlı deÄŸil. Ancak 90’li yaÅŸlarda olanlar bir özlemden anlamlı biçimde bahsedebilir. Öyleyse, ortak anlarımız ve anılarımız olmayan insanları nasıl özleyebiliriz?

 

Maalesef, bilhassa Atatürk’e iliÅŸkin bu anlama ve kutlama mantığı ve pratiÄŸi yüzünden çeÅŸitli toplum kesimleri -- yani hem Atatürkçüler/Atatürk’ü sevenler, hem de Atatürkçü olmayanlar/Atatürk’ü sevmeyenler -- makul olmaktan uzaklaşıyor. Bu, bir toplumun başına gelebilecek en kötü ÅŸeylerden biri. Atatürk’e yönelik eleÅŸtirilerin bazen saçmalığa ve insafsızlığa dönüşmesinin ana sebeplerinden biri de bu. Toplum Atatürk’ün yerini bir türlü normalleÅŸtiremedi. Bu yüzden, eleÅŸtiri adına Atatürk’ün ÅŸahsî hayatının kamuyu ilgilendirmeyen kısımlarına, fiziksel özelliklerine ve hele hele anne ve babasına yöneltilen karalamalar saçma ve ahlâk dışı. KiÅŸiler ancak kendileri üzerinden ve kendi yapıp ettikleriyle, kendi düşünce ve davranışlarıyla eleÅŸtirilebilir.

 

Atatürk’ü hemen her kesimin gayri makullük zemini ve gerekçesi olmaktan kurtarmak zorundayız. Öyle sanıyorum ki bunda öncülük yapmak herkesten önce Atatürkçülere düşen bir görev. Gel gör ki bunu yapacaklarından, yapabileceklerinden, hattâ böyle bir görev olduÄŸunu idrak edebileceklerinden ÅŸÃ¼phe duyuyorum.

Kaynak: Serbestiyet

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.