Sosyal Medya

Genel

Doğu ve Batı arasında..

“Ben olsam, Müslüman Doğu’daki tüm mekteplere “eleştirel düşünme” dersleri koyardım. Batı’nın aksine Doğu bu acımasız mektepten geçmemiştir ve birçok zaafının kaynağı budur.”



Batı Bosna’da öldü, Suriye’de gömüldü.”

Geçen hafta Aliya Ä°zzeybegoviç’i anlatan TRT’nin çektiÄŸi Aliya dizisinin, onun ölüm yıldönümüne denk getirilmiÅŸ tanıtım toplantısında konuÅŸan CumhurbaÅŸkanı’nın bu çok haklı ve çarpıcı sözleri yeterince ilgi çekmedi.

Neden çekmediÄŸine geçmeden önce bu tespitin ilk yarısının yani “Batı Bosna’da öldü”nün hikayesine biraz daha yakından bakmalıyız.

Bunun için bundan 19 yıl öncesine, Saraybosna’ya gidelim. “Bosna Ordusu Gümüş Onur Madalyası” takdim töreninde Devlet BaÅŸkanı Aliya Ä°zzetbegoviç konuÅŸuyor:

Siz, zor günlerde gelen ve bizi teÅŸvik eden ilk insanlardansınız. Hatırladığım kadarıyla Haziran 1992’ydi ve saldırganlık zirvesindeydi. Bunun olaÄŸan bir savaÅŸ olmadığını, dünyadaki herkesi ilgilendiren daha derin ve daha önemli bir ÅŸey olduÄŸunu fark eden ilk kiÅŸilerden biriydiniz. Sizden sonra baÅŸka deÄŸerli ve dost insanlar geldiler. Ama siz kapıyı açan ve dostlarımıza, bağımsız entelektüellere, yazarlara ve sanatçılara örmek olan ilk kiÅŸiydiniz. Savaşın zor günlerinde sizin ve diÄŸer cesur insanların ziyareti yaralarımıza bir ilaç, karanlık bir çaÄŸda parlayan bir ışık gibiydi... Sizi temin etmek isterim ki Bay Levy... o zor günlerinde Bosna’nın yanında yer aldığınızdan dolayı piÅŸman olmayacaksınız. (Aliya Ä°zzetbegoviç/Tarihe Tanıklığım/s.418-419)

Az sonra kürsüye çıkıp Aliya’nın elinden Bosna Ordusu Gümüş Onur Madalyası’nı alan kiÅŸi Fransız düşünür Bernard Henry Levy’di.

1992 yılında savaşın ortasında gazetecilerin bile cesaret edemediÄŸi günlerde Bosna’ya gidip, Aliya Ä°zzetbegoviç’le bir araya gelmiÅŸ ve Almanların Hırvat ve Slovenlerin, Rusların ise Sırpların arkasında durduÄŸu o günlerde dikkatleri seslerini duyuramayan Müslüman BoÅŸnaklara çekmiÅŸti.

Ardından Fransız CumhurbaÅŸkanı Mitterand’ı da günübirlik bir Saraybosna ziyareti yapmaya ikna etmiÅŸ, Mitterand, Aliya ve Levy, Sırp sniperlerın tepelerden silahlarının doÄŸrulttuÄŸu Saraybosna sokaklarında birlikte dolaÅŸmışlardı.

Aliya’nın hatıralarında “gerçek Bosna dostu” diye andığı Levy, o günlerde sadece Bosna’yı dünya gazetelerine yazdığı makalelerle anlatmamış, Bosna üzerine bir kitap yazmış, iki film ve bir de belgesel çekmiÅŸti.

Ama en çok konuÅŸulanı 1994’te savaÅŸ devam ederken çektiÄŸi Bosna! adlı belgeseldi. Dünya festivallerini dolaÅŸan belgeselin en çok tartışılan yeri ise son cümlesiydi: “Avrupa Saraybosna’da öldü”

(Belgeselin tamamını izlemek için

https://www.youtube.com/watch?v=rKyVzEdgawo)

Cezayirli bir Yahudi ailede dünyaya gelmiÅŸ, hem 68 hareketlerine karşı anti-komünist Yeni Felsefeciler hareketinin kurucusu olarak yaptığı sansasyonel açıklamalar hem de “Beyaz adamın yükü” geleneÄŸinden Napolyonik bir Fransız aydını olarak Afganistan’dan Etiyopya’ya Sudan’dan Libya’ya yaptığı ziyaretlerle adından sürekli söz ettirmiÅŸ bir isimdi Levy.

Bosna’dan sonra Libya’da Kaddafi’yle savaÅŸan muhalif Ä°slami grupları ziyaret etmiÅŸ, Fransa’nın Libya’ya müdahalesi için lobi yapmıştı.

Batılı ülkelerin Suriye’de Esad rejimine müdahale etmesi için de epey dil dökmüş olan Levy’nin 2016’da Cannes’da görücüye çıkan son belgeseli de uÄŸruna mücadele ettiÄŸi son ilgi alanını gösteriyordu; PeÅŸmerge.

Bernard Henry Levy’nin adı Türkiye’de de son olarak Kürdistan referandumuyla anıldı. Ama pek iyi bir ÅŸekilde deÄŸil. 1992’de savaşın ortasında Aliya ile verdiÄŸi fotoÄŸraf karesinin benzerini Erbil’de Barzani ile vermiÅŸti. Ama 25 yıl önce Bosna için yaptıkları unutulup ondan “Barzani’nin sağındaki Yahudi” diye bahsedildi, “Barzani’yi kandırıp kaçan beyaz adam” olarak hala bahsedilmeye de devam ediliyor.

***

Avrupa’nın deÄŸerlerinin Fransız kibriyle hararetli bir savunucusu olarak bazen kendi ülkesinin ırkçılıklarının, bazense ırkçılara yakın bir tonda Müslümanların, burkanın karşısına çıkan Levy’nin, Bosna için kendi deÄŸerlerini bir çırpıda harcayıp ettiÄŸi “Avrupa Saraybosna’da öldü” sözü bugün hala kullanımda.

Peki böylesine inanmış bir Avrupalı kendi değerlerine karşı yeri geldiğinde nasıl bu kadar acımasız olabilmişti?

Bunun cevabını geçen hafta ölüm yıldönümü nedeniyle pek çok sözü hatırlanan Aliya’dan okuyalım:

Ben olsam, Müslüman DoÄŸu’daki tüm mekteplere “eleÅŸtirel düşünme” dersleri koyardım. Batı’nın aksine DoÄŸu bu acımasız mektepten geçmemiÅŸtir ve birçok zaafının kaynağı budur.”

Aliya, daha 1970’de kaleme aldığı 40 sayfalık Ä°slam Deklarasyonu risalesinde Ä°slam dünyasını hala esiri altına alan ve dünyadaki güç oyunları karşısında kurban psikolojisine sokan komploculuk hastalığına da şöyle dikkat çekmiÅŸti:

Berlirli Ä°slam ülkelerinde fedakar dost veya azılı düşman aramak ve bulmak alışkanlığımız oldu ve bu durumu dış siyaset olarak isimlendirdik. Ne gerçek dost ne de hakiki düşman olmadığını anladığımız ve kendi sorunlarımız için “düşmanın felaket planlarını” deÄŸil, kendimizi suçlu gördüğümüz zaman, daha az hayal kırıklığı, sorunların azaldığı, olgunlaÅŸmamızın baÅŸladığı bir dönem yaÅŸarız.”

Aliya’nın Batı ile ilgili bu fikirleri, Batılı ülkelerin ihanetlerini bizzat gördüğü Bosna Savaşı’ndan sonra da deÄŸiÅŸmedi.

1997 yılında Tahran’da yapılan Ä°slam Konferansı Örgütü toplantısında yaptığı konuÅŸma salonda bir anda buz kesmesine neden olmuÅŸtu:

Çok açık konuÅŸtuÄŸum için beni bağışlayın. Güzel yalanların yardımı olmaz ama acı gerçekler bir ilaç olabilir. Batı çöküntü içinde ya da dejenere olmuÅŸ deÄŸil. Kendi kendini kandıran komünizmin “çürümüş Batı” propagandası, bunu acı bir ÅŸekilde ödedi. Batı çürümüş deÄŸil. Güçlü, örgütlü ve eÄŸitimli. Okulları bizimkilerden iyi, kentleri bizimkilerden temiz. Batı’da insan haklarının düzeyi yüksek ve fakirler ile sakatlara toplumsal yardım iyi örgütlenmiÅŸ durumda. Batılılar çoÄŸunlukla sorumlu ve dakik kiÅŸiler. Onların ilerlemelerinin karanlık yönünü de biliyorum ve bunun gözümden kaçmasına izin vermiyorum. Ä°slam en iyisi ama biz en iyisi deÄŸiliz. Bunlar iki farklı ÅŸey ve her zaman onları karıştırıyoruz. Batı’dan nefret etmek yerine onunla rekabet etmeliyiz. Kuran bize bunu emretmiyor mu; “Hayırlı iÅŸlerde yarışınız.”

1990 yılında kurduÄŸu partisine Demokratik Eylem Partisi (SDA) Aliya için Batı ile rekabetin yolu da demokrasiden geçiyordu. Daha 1970’de yazdığı Ä°slam Deklarasyonu’nda şöyle diyordu.

Tarih hiçbir deÄŸiÅŸimin iktidardan geldiÄŸini bilmez. Hepsi terbiyeden baÅŸladı ve özünde ahlaki bir davetti”

Kuran-ı Kerim bizim düşmanlarımızı sevmemizi emretmemiÅŸtir. Ama kesinlikle adil olmamızı ve affetmemizi emretmiÅŸtir. Gücün kullanımı bu çerçevede olmalıdır”

Ulvi bir hedef aÅŸağılık bir vasıtayı kutsal kılamaz, fakat aÅŸağılık bir vasıta her hedefi küçültebilir”

29 yıl sonra 1999 yılında yaptığı bir konuşmada baskıcı rejimlerle gelişme arasındaki ilişki üzerine yaptığı tespitler de bugün hatırlanmayı hak ediyor:

Bu rejimler özgürlükleri baskı altında tutarak, saÄŸlıklı uzlaÅŸmaları engelleyerek, ideolojik ölçütler koyarak, bunlara karşı durabilecek yetenekli insanları toplumsal çalışmalardan alıkoyup ikinci plana iterler ve her ÅŸeyin vasat bir seviyeye indirgenmesini saÄŸlarlar. Sonuç ise özgür ülkelere kaybetmek ÅŸeklinde ortaya çıkar”

Bu söyledikleri sadece lafta da kalmamıştı.

Bosna savaşı sırasında 100’den fazla gazetenin çıktığı Saraybosna’da tek bir muhalif gazetenin kapatılmadığıyla ve tek bir gazetecinin tutuklanmadığıyla daha sonra Batı’da yaptığı konuÅŸmalarda haklı olarak övündü.

25 Mart 1994’te Bosna savaşının sürdüğü, kendisinin de efsane olduÄŸu günlerde yapılan Demokratik Eylem Partisi’nin kongresinde kürsüdeki konuÅŸmasına da bir uyarıyla baÅŸlamıştı:

Bir ÅŸeyler söylemeden önce duvarlarda resimlerimin olduÄŸunu, resimlerimin oraya benim onayım olmadan asıldığını zikretmek istiyorum ve verilecek ilk arada duvarlardan kaldırılmasını rica ediyorum. Bu bir sahte tevazu sorunu deÄŸildir. Basitçe söylemek gerekirse bu bizim âdetimiz deÄŸil. Umarım benimle aynı fikirdesinizdir.”

Aliya’nın Türkiye’de çok satılan ama anlaşılan az okunan kitabı “DoÄŸu-Batı Arasında Ä°slam” daki temel tezi de buydu. GeçmiÅŸte antik medeniyetlerle Avrupa arasında, DoÄŸu ile Batı arasında köprü olmuÅŸ Ä°slam bugün de dini ve materyalist görüşler arasında 3. Yolu temsil edebilirdi.

Ä°ki büyük eseri, DoÄŸu ve Batı Arasında Ä°slam ve Ä°slam Deklarasyonu’nda karşımıza büyük bir cesaretle Darwin’in Evrim’inden, Popper’ın Açık Toplum’una kadar dünyanın birikimine sahip çıkan bir düşünür ve büyük bir özgüvenle “Dünyanın daha iyi olmasını saÄŸlayan hiç bir ÅŸey peÅŸin olarak gayr-i islami diye reddedilemez. Ä°slam en iyi düzenlenmiÅŸ dünyadan yanadır” diyen bir Müslüman olarak çıkar Aliya.

Kitaplarındaki bazı dini yorumlarını bugün Türkiye’de dillendirecekler muhtemelen “dini ifsad” etmekle suçlanabilirdi. Siyasi fikirleri için de “Küreselci, Batıcı, Soroscu” gibi pek çok laf iÅŸitebilirdi. Ama muhakkak mevcut partilerde bu fikirlerle barınması, hatta bir gazetede yazması bile zor olurdu Aliya’nın.

***

Ama bugün hem DoÄŸu’da hem de Batı’da hala bu kadar itibarlı olmasının sebebi de DoÄŸu ile Batı arasında kurduÄŸu bu fikri ve siyasi köprüler ve bunu siyasi hayatıyla temsil etmekteki baÅŸarısıydı.

Belki bu yüzden de Türkiye için hala hayırla ve özlemle hatırlanan, devlet televizyonuna dizisi çekilen bir kahraman olmayı sürdürüyor.

Çünkü Türkiye’nin en büyük gücü de sesini hem DoÄŸu’da hem Batı’da duyurabilme lüksü. Bunu saÄŸlayan sadece jeostratejik avantajı da deÄŸil. Bu iki dünyanın dilini de konuÅŸabilmesi, demokrasiyle Ä°slam’ı birlikte yaÅŸatma pratiÄŸiydi de.

Türkiye’nin sesinin bütün dünyada duyulmaya devam etmesinin yolu bu aralar Aliya’yı daha dikkatli dinlemekten geçiyor. Ama bu kez sahiden kulak vererek dinlemeliyiz...

kaynak: Karar

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.