Kürsü
Son Büyücü: Isaac Newton / Nuh Muaz Kapan
Kepler’in çalışmasını yayınladığı sıralarda; Galileo da teleskopunu gökyüzünü incelemek için hazırlamaktaydı. Yaptığı gözlemler ve elde ettiği bulgular sonucunda Galileo tarafından Kopernikçi güneş merkezli teorinin güçlü delilleri olarak kabul edildi. Galileo’nun teleskopuyla birlikte, güneş merkezli teori, yalnızca hesaplama kolaylığı sunan bir teori olarak kabul edilemezdi. Bu teorinin gözle görülür bir fiziki temeli vardı. Dahası, teleskop, gökyüzünü çıplak maddiliği ile gün ışığına çıkarıyordu; tıpkı Dünya üzerindeki bir fenomen gibi, somut bir cevher olarak.1
Teleskop ve Galileo’nun etkileyici yazıları sayesinde astronomi, uzmanların dışında çok sayıda insanın özel ilgisi haline dönüşüvermiÅŸtir. Yeni bir gökyüzünün insanlara açılması ile birlikte Kopernikçi devrimin Batı düşüncesinde çığır açan dönemi artık baÅŸlamıştı.
Bir bütün olarak Kilise, Kopernikçi zaferden çok büyük zarar gördü. O vakitler, bilimsel devrimciler de dahil Avrupalı entelektüellerin çoÄŸu, samimi olarak dindar kalmayı sürdüreceklerdi. Ama bilim ile din çatışması bütün boyutlarıyla ortadaydı. Luther’le birlikte, Batı’nın entelektüel bağımsızlığı, din alanında kendini telaffuz etmiÅŸti. Ama Galileo ile birlikte bütünüyle dinin dışına adım atmış, yeni bir alan açmıştı.
Kepler’in matematik, Galileo’nun gözlem çalışmaları astronomide güneÅŸ merkezli evren anlayışını baÅŸarılı konuma getirse de, hala temel eksiklikleri bulunmaktaydı. Kozmolojik bir anlayışa henüz sahip deÄŸildi. Aristoteles durmakta sadece Batlamyus alt edilmiÅŸ durumda idi.
Hem Kepler hem de Galileo, evrenin matematiÄŸe dayalı olarak düzenlendiÄŸini ve bilimsel bir ilerlemeden söz edeceksek bunun ancak matematik ile olabileceÄŸini söylüyorlardı. Yeniplatoncuların, GüneÅŸ’i yüceltmelerinden etkilenen Kepler, GüneÅŸ’in kainatta aktif bir hareket kaynağı olduÄŸunu düşünüyordu. Dolayısıyla Kepler, GüneÅŸ’ten gelen ve gezegenleri hareket ettiren, GüneÅŸ’e yakın olduÄŸu zaman en güçlü konumuna geçen, uzak olduÄŸu zaman ise daha az güçsüz hale gelen, bir güç kavramı geliÅŸtirdi. Kepler’in kendi kendini idare eden bir makine olarak güneÅŸ sistemi, doÄŸmakta olan yeni kozmolojinin habercisidir.
Galileo da fiziki dünyanın, geometrik ve aritmetik terimlerle anlaşılacağı noktasında Yeniplatoncu anlayıştan faydalanmaktaydı. Pisagorcu bir ruhla, Galileo, “Tabiat Kitabı’nın matematiksel karakterlerle yazıldığını” ilan etmiÅŸti.
Galileo, matematiÄŸi ele alırken göklerdeki mistik durumdan ziyade maddenin hareketini anlama noktasında geliÅŸtirmiÅŸti. Kepler’in gök hareketleri anlayışını geliÅŸtiren ve yeryüzü dinamiklerini oluÅŸturan Galileo’dur.
Newton, bilim adamlarının, tabiat hakkında doğru yargılarda bulunabilmeleri için, yalnızca ölçümlenebilir nitelikleri hesaba katmaları; buna ilaveten yalnızca hissedilen nitelikleri ise göz ardı etmeleri gerektiğini öne sürüyordu. Yalnızca niceliksel yol ile bilim, dünyanın kesin bilgisini ele edebilir.
Galileo’nun tasavvuru olan matematiÄŸe dayalı bir evrenin özgür bir ÅŸekilde keÅŸfi, akademik geleneÄŸin Aristotelesçi organizmatik anlayışının bitmez tükenmez tümdengelimli meÅŸrulaÅŸtırma çabalarının yerine geçecekti.
Kopernikçi teoriyi destekleyen Galileo, hayatının çalışmasını yaparken, tabiatın tam anlamıyla matematikleştirilmesi girişimini başlatmış, güç fikrini matematiksel bir aracı olarak görmüş ve kullanmış, modern mekanik bilimin ve deneysel fiziğin temellerini atmış ve modern bilimsel yöntemin işleyiş ilkelerini geliştirmişti.
Descartes’in mekanik felsefesini, Kepler’in gezegenlerin hareketi yasalarını ve Galileo’nun yer hareketi yasalarını tek bir kavramlı teoride birleÅŸtirmek Newton’ın gerçekleÅŸtirdiÄŸi olaÄŸanüstü bir baÅŸarıydı. MatematiÄŸe dayalı bir dizi eÅŸi görülmemiÅŸ keÅŸifle Newton, gezegenlerin istikrarlı yörüngelerini, Kepler’in üçüncü yasasından belirginleÅŸtirdiÄŸi izafi hızlarda ve mesafelerde tutmak için, gezegenlerin GüneÅŸ’e olan mesafesinin karesiyle ters orantılı olarak düşen çekim gücüyle birlikte GüneÅŸ’e doÄŸru çekilmek zorunda olması ve Yeryüzü’ne düşen cisimlerin aynı yasayı doÄŸruladığını gösterdi.2 Newton ile birlikte Kopernikçi sistemin büyük kozmolojik problemleri çözülmüş oldu.
Newton’ın bir mesafede hareket eden bir güç olarak çekim kavramı, mekanistik filozoflarına esoterik bir kavram olarak gözükmüştür. Niceliksel olarak tanımlanan çekim gücü kavramı ile Newton, 17. Yüzyılın biliminin iki ana temasını –mekanistik felsefe ile Pisagorcu geleneÄŸi- birleÅŸtirmiÅŸti. Newton’ın yöntemleri, bilim pratiÄŸinin temel paradigması olarak kabul edilmiÅŸtir.3
Newton gerçekliÄŸin gerçek mahiyetini gün ışığına çıkarmıştı: Voltaire, Newton’ın gelmiÅŸ geçmiÅŸ en büyük insan olarak adlandıracaktı.
Newtoncu kozmoloji, yeni bir dünya tasavvurunun temeli olarak tesis edilmiÅŸti. 18. Yüzyılda hemen herkes, Tanrı’nın evreni, eylemsizlik ve yerçekimi gibi bir kaç temel ilkeye göre sonsuz nötr bir uzay’da hareket eden maddi parçaçcıklardan oluÅŸan, matematiksel olarak analiz edilebilecek karmaşık bir mekanik sistem olarak yarattığını biliyordu. Dünya evrenin merkezinde deÄŸil yalnızca gezegenler arasında bir gezegen ve buna ilaveten Dünya, GüneÅŸin etrafında hareket eden bir yıldız mesabesindeydi. Semavi ve arzi alanları yöneten artık tek bir yasa mevcuttu.
Tanrı’nın artık bu mükemmel ve deÄŸiÅŸmez yasalarla yaratmış olduÄŸu düzende aktif olmadığı düşünmek makul gözükmektedir. Ortaya çıkan Yaratıcı imgesi saat yapıcı imgesi ve usta matematikçi imgesiydi.
İnsanın bu evrendeki rolü, kendi sahip olduğu zekasından dolayı evrenin bilgisine sahip olmalı ve bunu çıkarına uygun bir şekilde kullanmayı öğrenmelidir. İnsan yaratılışın kıralı olduğundan hiç kimse şüphe edemezdi artık. Bilimsel Devrim tamamlanmıştı.4
Bilimsel Devrim tamamlansa dahi bilimsellik algısını sorgulamak gerekli gözükmektedir. Tarihsel olarak deÄŸindiÄŸimizde ele aldığımız bütün bilimsel geliÅŸmelerin temelinde esoterik yapıların geniÅŸ yer kapladığını görmekteyiz. Peki Newton’ın sisteminde bu yapı ne kadar mevcut veya Kepler’den bu yana neler deÄŸiÅŸti? Soruların kesin bir cevabı yok lakin Newton’ın bilim tarihi içerisindeki geliÅŸiminin yanında bir de diÄŸer yönlerine bakmamız gerekiyor.
Newton’ın ele geçirilen bazı el yazmalarında simya ve büyüyle alakalı metinler göze çarpmıştır. Tanınmış Ä°ngiliz iktisatçı John M. Keynes, Newton’ın bazı el yazmalarını ele geçirdiÄŸinde ve onun büyük ölçüde simyayla ilgilendiÄŸini anladığında Newton’un ilk modern bilim insanı deÄŸil, “son büyücü” olduÄŸunu dile getirmiÅŸtir.5
Her bilimsel yöntem, gerçekliğin yapısı üzerine metafiziksel bir kaç yargı ya da ön kabul gerektirir der Alexandre Koyre.6 Ve ilkçağ ile ortaçağ arasında insanın doğayı tanımak ve anlamak isteği ile bakarken, modern çağın insanı onun üzerinde tahakküm kurmak istemiştir. Bu tahakküm isteği dönemin düşünürleri için her yolun kullanılması noktasında bir serbestlik izlenimi sağlamış görünüyor. Newton, modern dönemin zirve bir ismi olarak ne kadar bilimsellik algısının oluşumunda bir kırılma noktasını temsil etse de, sahnenin arkasındaki bir başka yüzü hala ortaçağ ve rönesans kalıntılarından oluşmaktadır. Evrenin algılanışının değişiminde ilk kaygı Aristotelesçi evren anlayışı karşısında Platoncu anlayışı mümkün hale getirmekti. Fakat içerisinde soyut ve esoterik bir çok şey barındıran bu anlayış bilimsel anlayışında temelini oluşturmuştur.
Newton’un Modern düşüncenin ilk ismi veya mimarı olarak görmekteyiz fakat buradaki asıl mesele; bir kurum olarak bilim’in oluÅŸumunun temellerindeki bir çok parçanın birleÅŸimini ortaya koyabilmektir. Bilim öğrendiÄŸimiz tarzda tamamen rasyonel ve yeknesak bir yapıda olmamış ve olması da pek mümkün görünmemektedir.
Nuh Muaz Kapan
1 Batı Düşüncesi Tarihi 2, Tarnas Richard, Külliyat Yayınları,2012. S:60 - 61
2 Modern Bilimin Oluşumu, Westfall Richard, Tübitak Yayınları, 2003.
3 Batı Düşüncesi Tarihi 2, Tarnas Richard, Külliyat Yayınları,2012.
4 Batı Düşüncesi Tarihi 2, Tarnas Richard, Külliyat Yayınları,2012. S: 76 - 77
5 Modern Bilimin Doğuşu, Rossi Paolo, Literatür Yayıncılık,2009.
6 Bilim Tarihi Yazıları, Koyre Alexandre, Tübitak Yayıncılık, 2006.
Henüz yorum yapılmamış.