Medya
Medyada ahlakın reytingi yok
Artık karşımızda televizyon kültürüyle yetişmiş bir nesil var. Kültürümüzden ve manevi değerlerimizden uzaklaşmanın sorumluluğunu sadece televizyona yıkmamız adil olmasa da, büyük bir yer tutacağına şüphe yok. Zira Türkiye, Amerika’dan sonra dünyada en çok televizyon izlenilen ikinci ülke konumunda.
Neil Postman’ın “20 yıl önce ‘televizyon kültürü ÅŸekillendirir mi yoksa sadece yansıtır mı’ sorusu pek çok araÅŸtırmacı ve toplumsal eleÅŸtirmen tarafından ilginç bulunmuÅŸtu. Ancak televizyon zamanla bizim kültürümüz haline gelmeye baÅŸladıkça bu soru da geçerliliÄŸini büyük oranda yitirmiÅŸtir” demesinin üzerinden neredeyse 20 yıl daha geçti. Artık karşımızda televizyon kültürüyle yetiÅŸmiÅŸ bir nesil var. Kültürümüzden ve manevi deÄŸerlerimizden uzaklaÅŸmanın sorumluluÄŸunu sadece televizyona yıkmamız adil olmasa da, büyük bir yer tutacağına şüphe yok. Zira Türkiye, Amerika’dan sonra dünyada en çok televizyon izlenilen ikinci ülke konumunda.
Yerli ve milli bir nesil mi demiÅŸtiniz
Günümüz dünyasında popüler kültürün yayılmasına ön ayak olan iletişim araçlarından internet en önemli yeri tutarken, ulaşımı kolay olması ve zengin fakir herkesin evinde bulunması sebebiyle televizyonun yeri tartışılmaz. Kültür dediğimiz şey tarihsel ve toplumsal gelişme süreci içinde yaratılan her türlü değerlerle bunları kullanmada, sonraki kuşaklara iletmede kullanılan, insanın doğal ve toplumsal çevresine egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçların tümüyse, televizyon programları kültür taşıyıcılığının başında geliyor. Gündüz kuşağı programlarıyla kadınları ve çocukları ekran başında zehirleyen, akşam dizisi furyalarıyla tüm aileyi eğlence adına dinamitleyen TV programlarının içeriklerini tartışma, alternatif üretme, kısacası iyileştirme çalışmalarına ne zaman sıra gelecek? Yerli ve milli bir nesil yetiştirme arzusundayken, buna ket vuran saiklerle hesaplaşmanın vaktidir artık.
Kolay yol tercih ediliyor
TDK’nın “altın saatler” dediÄŸi bütün ailenin evde olduÄŸu akÅŸam saatleri, diziler arası reyting savaÅŸlarıyla geçtiÄŸi için, çekilen dizilerde toplumun deÄŸer yargıları deÄŸil, reklam miktarı önemseniyor. Toplumun her kesimi tarafından izlenen televizyon dizilerinin en çok reyting alma konuları, aldatma, çarpık iliÅŸkiler, kolay yoldan zengin olma, lüks hayata özendirme, kavga, gürültü ve aslında gerçeklikten uzak bir hayal dünyası. Türk aile yapısını bozmaya yönelik sahnelerinden ÅŸikayet edilen dizilerin çok izleyicisi olması, televizyoncuları belli bir ahlak çerçevesinde deÄŸil de, çıkar çerçevesinde programlar yapmaya zorluyor. Alternatif düşünülmüyor, tıpkı dizi senaryolarında olduÄŸu gibi kolay yoldan para kazanma yöntemlerine baÅŸvuruluyor.
Çarpık ilişkiler normalleşiyor
Güney Kore dizilerinden uyarlanan dizilerle, bizde normal olmayan birçok sahne normalmiÅŸ gibi gösterilirken, ensest, aldatma, çarpık iliÅŸkilerin normalleÅŸmesi bu sahnelerle hayatımıza fütursuzca giriyor. Ãœstelik aile mefhumu bizim kültürümüzde bu kadar önemliyken… Fatma Gül’ün Suçu ne dizisindeki tecavüz sahnesinin bile gerçek hayatta örnek alınarak tekrarlanmış olduÄŸunu gazetelerden okuduk. Böylesine uç bir örneÄŸin öğrenilerek tekrar edilmesi mümkünken, kültürümüzü dinamitleyen her türlü içeriÄŸin evimizin baÅŸköşesine oturmasına ne demeli?
Yerine konulacak alternatif yok
En masum aile dizilerinde bile ilkokula giden çocukların kız ve erkek arkadaşı olması, anne babaya kabul edilemez ÅŸekilde verdikleri cevaplar ve alttan alta aşılanmak istenen bir kültürün kokusu burnumuzun deliklerini sızlatıyor. Aynı cevapları kendi çocuklarımızdan duymak bizi ürküttüğünde, aslında çocuklarımızı anne babadan çok, televizyonun yetiÅŸtirdiÄŸine ÅŸahit oluyoruz. ÇocukluÄŸun yok oluÅŸunu en çok televizyona baÄŸlayan Neil Postman’ın iÅŸaret ettiÄŸi tehlikeler için belki de artık sandığımızdan da geç. Çünkü en baÅŸta böyle bir derdi yok çoÄŸu insanın, ardından da yerine konacak alternatifi. Her ne kadar bu tür olumsuz örnekler önemli bir yer iÅŸgal etse de, iyi örnekler de yapılmadı deÄŸil. DiriliÅŸ ErtuÄŸrul, Abdulhamit, Ekmek Teknesi, Yedi Güzel Adam dizileri izlenme rekorları kırdığı halde, bu defa da bu baÅŸarılar baÅŸta sanatçılar ve meslek örgütleri tarafından görmezden geliniyor.
Ä°tinayla katil bulunur
En çok kadınların ve tabii ki yanlarındaki çocukların izledikleri gündüz kuÅŸağı programlarının hali ise içler acısı. Yıllarca evlenme programı diye, evlilik kurumlarının içini boÅŸalttıkları, utanma duygusunun yok olduÄŸu, yalan ve teÅŸhir amaçlı programlarla eÄŸleÅŸir oldu kadınlar ve tabii ki yanlarındaki çocuklar. ÇoÄŸu paralı tutulan figüranlardan oluÅŸtuÄŸu bilinse de, gündüzün en çok reyting alan programları bunlardı. Çünkü alternatif yoktu. Åžikayet rekoru üzerine 10 yıldır devam eden evlilik programları yasaklanınca, yerine “gelen gideni aratır” türden alternatifleri sergilendi. Åžimdi de ortalık cinayet, kayıp, kavuÅŸma programlarından geçilmiyor. Sabah kuÅŸağı ya da akÅŸam 5 çayı saatlerinde yayınlanan programlarda cinayetler çözülüyor, kayıplar aranıyor, dosyalar açılıyor, birçok adli vaka gün yüzüne çıkarılıyor, anlaÅŸmazlıklar tatlıya baÄŸlanıyor, kavuÅŸamayan aileler buluÅŸturuluyor… artık gündüz kuÅŸağı polisliÄŸe ve dedektifliÄŸe soyunan programlara teslim.
Reyting varsa onur ne ki
Öte yandan, Türk gelenek ve göreneklerine aykırı bir şekilde erkek ve kadınların bir adada, evde kısacası bir arada yaşadığı, dedikodu üzerine kurulu, yarışmayı kazanma uğruna türlü oyunların döndüğü programlar da maksadı aşan içeriklerden. Moda ve giyim yarışması adı altında teşhirciliği teşvik eden, kazanmak uğruna kendini küçük düşüren, karşısındakini aşağılamayı öğreten programlara ise söylenecek kelime yok. Her şey reyting uğruna ve bu uğurda kaybolan onurun lafı bile olmaz.
Bu dizilerle mi öncüyüz
“Televizyon kötü, git kitap oku” gibi bir yaklaşım çok da iÅŸe yaramıyor gençlik üzerinde. Televizyon yoksa internetin kirli dünyasında yer buluyor çünkü. Küçük yaÅŸtan itibaren çizgi filmlerle büyüyen çocukları, ilkokul 3 veya 4. sınıftan itibaren çizgi filmler artık oyalayamıyor. Tam da ergenliÄŸe giriÅŸ yaptıkları ortaokul döneminde ise televizyonda çocuklara hitap eden hiçbir ÅŸey yok. Direkt yetiÅŸkinlerin dünyasına giriÅŸ yapan çocuklar için tek alternatif, gençler için özellikle Kore dizilerinden uyarlanan ve tabii ki bizim kültürümüze hitap etmeyen gençlik dizileri oluyor. Kavak Yelleri, Kiralık AÅŸk gibi dizilerle hayata hazırlanan gençlerimiz, her ÅŸeyin mübah olduÄŸu anlayışını baÅŸtan kabullenmiÅŸ durumda. Ãœstelik bu diziler Türkiye’nin öncülüğünü kabul etmiÅŸ ülkelerde büyük bir merakla izlenirken, öncü olmanın getirdiÄŸi sorumluluÄŸu bir kez daha düşünmek gerekmez mi? Televizyon vasıtasıyla toplum ve özellikle de gençlik, bilgi, baÅŸarı, ahlak ve üretkenliÄŸe teÅŸvik edilecek yerde, ahlaki ve vicdani yozlaÅŸmanın temel taÅŸlarının örüldüğünün ne zaman farkına varacağız?
En fazla şikayet gündüz kuşağına
Televizyon dizi ve programları toplumun her kesimini etkiler, özellikle de çocuklar ve gençleri. Yeni Türkiye’de bir iddiamız olacaksa, gençlerin ahlakına dinamit koymakla bu iddiadan çok çok uzağız. Neyse ki ÅŸikayet etmeyi biliyoruz, herkes rahatsız, ama çözüm yolunda kimsenin adımı yok. Nitekim 2017 yılının ilk altı aylık verilerine göre RTÃœK’e ulaÅŸan vatandaÅŸ bildirimlerinden en çok ÅŸikayet alan televizyon programlarında ilk sırada yüzde 45.67 ile gündüz kuÅŸağı programları, ikinci sırada yarışma programları, üçüncü ve dördüncü sıralarda ise sırasıyla tele-alışveriÅŸ ve dizi filmler yer aldı. Dizi sezonun baÅŸladığı Eylül ayı verilerinde ise dizi filmlerden ÅŸikayetler ikinci sıraya yükseldi.
Herkesin suçu bu
Televizyonun içler acısı programlarını uzmanlara sorduÄŸumuzda, RTÃœK üyesi Nurullah Öztürk “Yayın kuruluÅŸlarının ne tür programları yayınlayacakları konusu editöryal bağımsızlık kapsamında olup, program öncesi Ãœst Kurul’un bu konuda herhangi bir müdahalede bulunma yetkisi bulunmamaktadır” diyerek belki de asıl eksikliÄŸi gözler önüne seriyor. Erol Göka, “Bu programları yasaklarsak, cascavlak ortada kalırız, yerine bir ÅŸey koyamayız” uyarısıyla alternatifsizliÄŸe dikkat çekiyor. Bülent Ata ise “Reklam verenler reklam vermeye devam ettikçe, ne kanal yönetimleri ne de yapımcı, programlarının topluma zarar verici içeriÄŸini görmek istemeyecektir” diyerek reklam verenleri mesuliyete davet ediyor. Sema Karabıyık, Ä°yiliÄŸin dilini televizyon lisanına çevirmemiz gerektiÄŸine iÅŸaret ederek özellikle içerik üretenlere sorumluluk yüklüyor. Senai Demirci “Arz ederek ürettiÄŸi yapay talep öyle ÅŸiddetleniyor ki, arz etmesinin haklı gerekçesi haline geliyor” diyor. Serap Buharalı ise televizyonun en fazla etkisinde kalan çocuklar ve gençlerin geldiÄŸi noktayı ÅŸu ifadelerle anlatıyor: “AÅŸkı, sevmeyi, satmayı, oyun kurmayı, isyanı, kültürsüzlüğün hiçbir gam olmayacağını öğrendiÄŸi bu dizilerin senaryolarına mahkum kalıyorlar.”
İzleyicinin gücü büyük
Nurullah Öztürk / RTÜK üyesi
Yayın kuruluÅŸlarının ne tür programları yayınlayacakları konusu editöryal bağımsızlık kapsamında olup Ãœst Kurul’un bu konuda yayın öncesi herhangi bir müdahalede bulunma yetkisi bulunmamaktadır. Yayın sonrası ise; diziler, sinema filmleri, evlilik, kayıp bulma, katili bulma vb. programlar ile diÄŸer bütün yayınlar, Ãœst Kurul uzmanlarınca titizlikle takip edilip rapor düzenlenmekte ve gerektiÄŸinde cezai müeyyideler uygulanmaktadır. 2017 yılında en fazla reklam içeriklerine, ikinci olarak arkadaÅŸ, eÅŸ bulma programlarına, üçüncü olarak çocukların geliÅŸimini olumsuz etkileyecek aykırılıklara müeyyide uygulanmıştır.
Televizyonlarda kaliteli programlar yapılamamasının, maliyet, rekabet, izleyici tercihleri, yayıncının tercihi, reklam verenin eğilimi vb. gibi birçok sebebi var. Gündüz kuşağı dediğimiz evlilik, kayıp bulma, katili bulma vb. programlara izleyicilerin daha çok ilgi göstermesi ve insanların özel hayatlarının ifşa edildiği programların izlenme oranlarının çok yüksek çıkması, bunlardan birisi ve en önemlisidir. Zira izlenme oranları ve reklam gelirleri arasında kuvvetli ve doğru bir ilişki söz konusudur. Ancak, nitelikli olup da, izlenme oranları yüksek program türleri de mevcuttur.
Aslında bu sorun, bir tavuk-yumurta paradoksu sorunudur. Kalitesiz programlar mı bu tür izleyiciyi üretiyor, yoksa bu tür eğilimi olan izleyiciler mi bu programları teşvik ediyor, tartışmalı bir konudur. Ancak, yayıncı sorumluluğu, hem yasal olarak, hem etik olarak her zaman gözetilmesi gereken bir husustur. Yani izlenme oranı yüksekliği, hiçbir programı meşrulaştırmaz. Yayıncının, yüksek izlenme oranı yakalamak istemesi gayet doğaldır, ancak bunu kamusal sorumluluk ile birlikte sağlamalıdır.
Niteliksiz programların artmasında ve yaygınlaÅŸmasında izleyici de elbette önemli bir pay sahibidir. Zaman zaman cezalar caydırıcı olmayabilmektedir. Aslında izleyici, kullandığı takdirde, programların nitelikli olmasında çok büyük bir güce sahiptir. Bu güç, bazen izlememeyi tercih ederek, bazen gerekli yasal tepkileri/bildirimleri yaparak, bazen bu tür programlara sponsor olan ve reklam verenlere, yine yasal hakları çerçevesinde gerekli tepkileri vermekle etkisini gösterir. Ayrıca, TV ve medya dünyasına karşı “Medya Okuryazarlığı” ile kiÅŸinin kendisini etkinleÅŸtirmesi ve yetkinleÅŸtirmesi günümüz iletiÅŸim ve medya çağında oldukça önemlidir.
Eğleşmek için alternatif yok
Erol Göka / Psikiyatrist
Uzunca bir süreden beri, televizyondan, akıllı telefonlardan, internetten söz edildiÄŸinde, bunlarla ilgili bir soru sorulduÄŸunda “teknomedyatik bir dünyanın içinde yaşıyoruz, bu deniz içre balığız” diye söze baÅŸlıyorum. Yepyeni bir insanla, yepyeni bir insanlıkla, yepyeni bir zihinle karşı karşıyayız ve içine düştüğümüz bu yeni durumla ilgili hemen hiçbir ÅŸey bilmiyoruz!
Hayat sandığımız kadar ciddi deÄŸildir. Hepimizin tüm vaktini kendimizce ciddi ve yararlı bulduÄŸumuz ÅŸeylerle uÄŸraÅŸarak geçirmesi mümkün olmaz. Ä°nsanlara dertlerini unutmak, avutmak, eÄŸleÅŸmek, vakit geçirmek, hayatı doldurmak için daha iyi bir yaÅŸam çevresi hazırlayamazsanız, onlar buldukları en kolay yoldan giderler. Geleneksel dünyada, insan iliÅŸkileri, iÅŸ, güç, meÅŸgale, öbür dünya için hazırlanmak tüm vakitleri dolduruyordu. Åžimdi modern zamanlarda insanların olaÄŸan, olması gereken yaÅŸam çevreleri tarumar edildi, ruhlarına dinlenmek, eÄŸleÅŸmek için hiçbir imkân hazırlanmadı, insanlar robot, hayat mekanize bir iÅŸleyiÅŸmiÅŸ gibi düşünüldü. Karşımıza böyle bir dünya, reyting için her ÅŸeyi yapan, görüntü cambazlığıyla insanların bakışlarını avlamanın “baÅŸarı” sayıldığı meslek madrabazlıkları çıktı. Daha iyisini, baÅŸka alternatifleri sunmadığımız, apartmanlara tıkıştırdığımız insanlar, afallayıp kaldılar.
En azından 30 yıldır televizyonun, programlarının kötülüğünden, yol açtığı ahlaki zaaflardan bahsedip duruyoruz. O kadar kötüyse çıkarırsınız bir yasa, yasaklarsınız olur biter. Niye bunu kimse yapamıyor, niye göze alamıyorlar? Yeterince cesur olmadıklarından deÄŸil, ne yapacaklarını bilemediklerinden. Zira onlar da hissediyorlar yeni denizin balıkları olduÄŸumuzu, yasaklayınca cascavlak kalacağımızı…
Kendi adıma hoÅŸnut deÄŸilim teknomedyatik dünyadan, ne otomobil kullanırım ne televizyon izlerim. Ama benim yapacak dünya kadar iÅŸim var, çoÄŸu zaman 24 saat yetmiyor, hastalarla, dertlerle, kitaplarla, yazıyla boÄŸuÅŸmama. Ev halkını, dostlarımı çokça ihmal ediyorum, yıllardır sinemaya bile gitmiÅŸliÄŸim yok. Ama ya gününü nasıl dolduracağını bilmeyenler? Gelin soruyu tam da böyle soralım. Bir insan bir günü, 24 saati nasıl doldurur? Bence modernlik, kaÅŸ yapayım derken göz çıkardı, inanılmaz bir “artık zaman” ortaya çıktı ve bu da varoluÅŸsal vakuma neden oldu. Bunları görelim, gerisi kolay. Çünkü en nihayetinde insanların fıtratı iyidir, insan kaliteliye meyledilen, ahlaklı bir varlıktır.
Sorumlu seyirci değil, yayıncıdır
Sema Karabıyık / TV eleştirmeni
Televizyonlarda gündüz kuÅŸağı özel kanallarla birlikte baÅŸladı. Şöhret baÅŸlığı adı altında toplayabileceÄŸimiz ÅŸarkıcı ve oyuncuların özel hayatlarına dair bilinmeyen kalmadığında “sıradan insanın” magazinine geçiÅŸ yapıldı. Sabah kuÅŸağının kadrolu seyircilerinin evlerine gidildi, gardıropları aynı şöhretlere yapılageldiÄŸi gibi modacılar tarafından didik didik edildi. Åžarkılı, türkülü, bilgilendirmeli, tavsiyeli sabah kuÅŸağı izleyicide doyum noktasına ulaÅŸtığında, realiti ÅŸov çatısı altında sıradan insanın ÅŸovu baÅŸladı. Gerçeklik ÅŸovu olarak baÅŸlamıştı realiti ÅŸovlar, reyting mücadelesi neticesi gerçeklik kurgusuna dönüştü kısa zamanda. Ekran başındakilerin bizden/ içimizden biri olarak seyrettiÄŸi pek çok karakter, cast ajansına kayıtlı, dizi oyuncusu olarak şöhret olma hayali kuran ama şöhretimsi olabilen, son kullanma tarihi geçince unutulan kiÅŸiler.
Neil Postman televizyonu “öldüren eÄŸlence” olarak tanımlar. Ama zaman içinde merak duygusu eÄŸlenme ihtiyacının önüne geçti. Seyirci salt eÄŸlenmek için deÄŸil merak duygusunu taze tutacak programları tercih etmeye baÅŸladı. RTÃœK müdahalesi ile ekrandan uzaklaÅŸtırılan izdivaç programlarını da suç temalı realiti ÅŸovları da cazibe merkezi haline taşıyan merak duygusudur. Seyirci bir sonraki aÅŸamayı merak ettiÄŸi için oturur ekran başına, ki izdivaçlarda kurgu yapılmaya baÅŸlandıktan sonra izlenme oranlarında ciddi bir artış yaÅŸanmıştır. Seyredilen kötü bir kurgudan ibarettir ama gördüklerinin ötesine geçemeyen, sorgulamayan seyirci gerçekmiÅŸ gibi seyreder.
Para kazanıldığı müddetçe rezil olmak, küçük düşmek, gülünç duruma düşmek kimsenin umurunda değil! Realiti şovların yapılma amaçları da tamamen yüksek reyting almak. Yüksek reyting reklam demek, reklam da kazanç demek. Bir programın ya da dizinin bitişine sadece reyting oranlarına bakılarak karar verilir. İzdivaç programlarında olduğu gibi dışarıdan müdahale olduğunda program bitmez, reytingleri bitene kadar dönüşerek yoluna devam eder.
Dizilerde de durum benzer şekilde gelişir. Bir dizinin derdi, önermesi, felsefesi yoksa anlatacak bir hikaye de yok demektir! Ya iki erkek bir kadın hikayesidir anlatılan ya da iki kadın bir erkek. Yan hikayelerde de bilumum ilişki kombinasyonu denenir. Anlatacak bir hikayesi olmayanların sektöre egemen olmasının getirdiği bir durum yaşadığımız. Öyle ki bu sezon üç dört dizinin karması haline gelen diziler var ekranda. Seyirci seçimini mevcut arz edilenler arasından yapar, dolayısıyla bu durumun sorumlusu seyirciden ziyade bu dizileri üretenler ve yayınlayanlardır.
Diziler ve realiti şovlar kötünün, kötülüğün dilini keşfetti, her iki program türü de tüm enerjisini kötülerden ve kötülükten devşiriyor. Bizim tekrar iyiliğin dilini televizyon lisanına çevirmemiz gerekiyor.
Alan razıysa satan çoktan razı
Senai Demirci / Yazar
Televizyonun seyrettirme mantığı tüketmek ve eÄŸlendirmek üzerinden iÅŸliyor. Bu tür bir görüntü üretimi ne kadını ne erkeÄŸi önceliyor aslında. Daha çok seyrettirmek için, daha çok tuhaflığı gündeme getirmek, içinde skandal da olsa hep sarsıcı görüntüler üretmek zorunda. Hatta skandalı ve rezaleti seviyor televizyon. Çünkü “daha çok” merak uyandırıyor, daha yüksek reyting getiriyor.
Televizyoncular, baÅŸlangıçta uyanmayı istemedikleri, ÅŸimdilerde uyanmayı unuttukları bir rüyaya daldılar. Sanki sürekli hızlanan bir bant üzerinde koÅŸuyor yapımcılar ve sunucular. Hızlı koÅŸan bandın gereÄŸi neyse ona ayak uydurmak zorundalar hep birlikte. Rakiplerinden geri kalmama telaşı, bütün rakipleri maÄŸdur ediyor. Biri vazgeçtiÄŸinde meydanın diÄŸerlerine kalacak olması hiçbirini vazgeçirmiyor. Birlikte, hep birlikte, sadece kadına deÄŸil insana dair sorumluluÄŸumuz hatırlanırsa, kalite de fayda da gelecektir diye umuyorum. Bir deli çıkıp “Kral çıplak!” deyinceye kadar kral da ahali de kralı giyinik sanmaya devam edecek; yoksa ayıplanacak.
Ä°zdivaç programları, katil bulmalar vs. aslında kurgulanmış realite. Aklı başında hiç kimse, televizyondan bulduÄŸu adamla ya da kadınla evlenmeyi düşünmez; katil bulmanın sunucu iÅŸi olduÄŸuna inanmaz. Fakat sadece seyirci kaldığımızda, gönüllü olarak aldatılmaya razı oluruz. Burada, “anahtar deliÄŸinden bakma” ÅŸeklinde özetleyeceÄŸimiz nefanî merak yaÄŸmalanıyor. Haliyle, alanın razı olduÄŸu yerde, satan çoktan razı olmuÅŸ oluyor. Arz ederek ürettiÄŸi yapay talep öyle ÅŸiddetleniyor ki, arz etmesinin haklı gerekçesi haline geliyor.
Daha teknik konuÅŸacak olursak, televizyon pornografik meraka hizmet ediyor. Pornografi, mahrem dairede normal sayılabilecek iÅŸleri, sırf heyecan uyandırmak için teÅŸhir etmek demeye gelir. Bu, sadece cinsel alanda olmaz. Her alanda vardır bu. Din programında hocanın biri kefen sarar, bir diÄŸeri tabut içindeki sorgu meleklerinin sorularını sorar, masaya sidik koyar vs. “reyting patlatır.” Nasıl olur bu? Herkese görünmeyeni görme, herkesin duyamadığını duyma türünden bir ÅŸehveti gıdıklar çünkü. Bu soft ÅŸehvet sürekli provoke edilir, sürekli acıktırılır ve sürekli tatmin edilmeye çalışır. Ama bunun sonu tatmin deÄŸil, devasa bir açlıktır.
Televizyona dair algımız deÄŸiÅŸene kadar televizyondan kalite beklemek bence boÅŸuna sanıyorum. Adı üzerinde “seyredilen” bir nesne, sırf eÄŸlenme amaçlı ilgilenilen bir ekran, kaliteyi aramaz ki kalite üretimini saÄŸlasın. Televizyonun evlerde “merkezi” konumdan uzaklaÅŸtırıldıktan sonra, belki daha sakince bir televizyonculuk estetiÄŸi düşünülebilir. ÃœretilmiÅŸ ve öğretilmiÅŸ bunca vahÅŸi açlık varken, kimseyi sakinleÅŸtirmek, kimseyi bu sıcak satıştan vazgeçirmek mümkün deÄŸil.
Reklam verildikçe durum değişmez
Bülent Ata / TV Uzmanı
Bu kalitesiz programları izleyen kitle bizim akrabalarımız, komşularımız. Reytingler öyle gösteriyor ki sayıları da az değil. TV projeleri toplumun erdemlerini artırmak için değil toplumun eğlence ihtiyacını karşılamak için yapılır çoğunlukla. TV sektörü izleyiciyi ekran karşısında tutabilmek motivasyonu ile hayatını sürdürür. Yaptıkları şeylerin toplumda ne gibi deformasyonlara sebep olduğunu düşünmek, kafa yordukları bir mesele değildir.
Gündüz kuşakları için yapılan programlar AB grubu eğitimli izleyiciler için üretilmez, çünkü günün o saatinde çoğunlukla ekran karşısında değildirler. Bu izlenirlik, bir tesadüf değil. Markalaşmış ekran yüzleri ve başarısı tecrübe edilip lisanslanmış yabancı formatlar var karşımızda. Bunlar ne yapıyor? Hikâye anlatıyor. İnsanların dedikodu dinleme ihtiyacını gideriyor, insanların endişe ve merak duygularını gıdıklayan gerçek insan hikayelerini yine gerçek insanlarla ekrana taşıyor. Eğitimli insanlar için bile cezbedici bir içeriktir bu. Bu programlar mutlaka bir senaryo ya da akış planı uygulanarak ekrana gelir. Rastgele yapılan işler asla değildir. Bu tip programlar geçmişte sunucu ya da konukların infial yaratan bir davranışı sebebiyle ancak yayından kaldırılabilmiştir. Bu program biter, yenisi başlar. Burada kritik nokta reklam verenlerin bu içeriğe reklam vermeye devam etmesi. Onlar reklam verdikçe, ne kanal yönetimleri ne de yapımcı, programlarının topluma zarar verici içeriğini görmek istemeyecektir.
Türk dizilerinin giderek çok daha azı orijinal bir hikâyeye dayanır hale geldi. Kanal yöneticilerine risk almaktansa baÅŸarılı olmuÅŸ bir Kore dizisini adapte etme fikri cazip geliyor. Adapte edilen ya da “esinlenilen” dizilerin entrika matematiÄŸi bize ahlaki bir erozyonu fısıldıyor. Bununla birlikte yabancı dizilerin içeriÄŸi hoÅŸumuza gitmese de çalışılmış drama matematiÄŸi izleyici yakalamayı baÅŸarıyor. Burada kanal yönetimlerinin ayakta kalmak için reklamı, yani parayı getiren projeyi desteklemesi anlaşılabilir.
Sorun, aynı drama matematiğini kültürel kodlarımızı bozmadan ekrana taşıyabilecek senarist ve yapımcılara daha fazla şans vermekle çözülebilir. Oysa son 2-3 yıl içinde dizi sürelerinin artması ve bütün günü tek diziyle kapatmak, üretim hacmini yüzde elli azalttı. İçerideki rekabet koşulları, dışarıya satılan dizi sayısına da zarar verecektir. Daha az proje daha sert bir mücadele ile ekrana gelebilir oldu. Bu alanı genişletmek lazım ki alternatif örnekler çıkabilsin. Süreleri makul bir seviyeye çekip, üretim hacmini ve çeşitliliğini artırmak lazım.
Çocuklar için güvensiz bir dünya
Serap Buharalı / Çocuk Gelişimcisi
Anneler çocuklarıyla beraberken, gündüz vakti gerek bir ses olması, gerekse bir oyalanma olması amacıyla televizyon programları açıyor. Bu esnada annenin izlediği bir magazin, evlilik veya birinin kaçırıldığı veya öldürüldüğünü tüm detaylarıyla veren bir programı hevesle izleyen bir yetişkin ve yanında bulunan çocuklar bunu dünyasına sokuyor. Ve dünya algısı, ya burası güvenilir bir yer değil ya da burası çok eğlenceli, her şey pürneşeden ibaret diyebiliyor.
Çizgi filmlerin hepsine “tüü kaka” diyemeyiz, benim bile rastlayınca izlemekten alıkoyamadığım bir iki tane de olsa çizgi film var. Ama çoÄŸu yabancı kaynaklı çizgi filmler, ütopik, gayesiz ve alt bilince yönelik kaygı uyandırabilecek mesajlarla dolu. Bu renkli, canlı, hareketli çizgi filmlerle bir ÅŸekilde karşılaÅŸan çocuklar, bunların müptelası haline geliyor. Bunlar olmaksızın yemek yemiyor, tuvalete gitmiyor, suskunlaşıp sakinleÅŸemiyor.
Çizgi filmlerle çocukluğunu geçiren bir süreçten sonra ilkokul döneminde daha üst level hareketin, içeriğin olduğu çizgi filmlerle devam ediyor. Ve bu çocuklar arasında muhabbet konusu oluyor. Çeşitli mini dizilere, yarışmalara ve birçok yetişkin dünyasına ait eğlence programlarına kapı açan bir dönem, tanışma dönemi, burada da sağlıklı bir kontrol kullanabilmek büyük ölçüde gerekiyor.
Gelelim yetiÅŸkinlik ile çocukluk arasında kalan Araf döneme, yani ergenliÄŸe. Bu dönemde onu TV’de hangi tuzaklar bekliyor? Tabi ki gençlik dizileri… AÅŸkı, sevmeyi, satmayı, oyun kurmayı, isyanı, kültürsüzlüğün hiçbir gam olmayacağını öğrendiÄŸi bu dizilerin senaryolarına mahkum kalınan, özenti hayatlarla kendi hayatını kıyasladığı, rol aldığı, uyguladığı bir düzenek. Bu düzenek içerisinde belki de kendi idealleri benliÄŸi ile gösterilen idealler ve ideal benlikler arasında makasın bayağı açık olması sonucu tahribatlar.
Biliyorum TV hakkında hiç iyi bir şey söylemedim. Çünkü haber programlarından tutun birçok dizi şu bu içerikli programlar konusunda tepkiliyim. İzlenebilecek sağlıkta programlar biz yetişkinler için bile çok az. Ve bu programlara harcanılan her türlü maddi manevi efor bizim toplum kalitemizden götürmekte. Daha sağlıklı bilinçli programların olabileceğine dair inancım çok az da olsa var. Umarım bununla ilgili gayret ve tedbirleri görme şansımız olur.
kaynak: Gerçek Hayat
Henüz yorum yapılmamış.