Kürsü
Ali Bayramoğlu yazdı: İyi ki bu topraklardan gelip geçti...
Ali Bayramoğlu geçen ay aramızdan ayrılan Şerif Mardin’in sosyal bilimler literatürüne katkılarını, kendinden sonraki akademisyenler kuşağına bıraktığı nesnel bilim anlayışını yazdı.
Ali BayramoÄŸlu - Karar
Bizi bir araya yayıncı Mustafa KüpüşoÄŸlu getirmiÅŸti. Bugün üçü de aramızda olmayan Ahmet Cemal, Ahmet Güngören, Arda Denkel’le birlikte bir dergi projesine giriÅŸmiÅŸtik. “Siyaset ve Siyasal Düşünce” bölümünün editörlüğünü ben yapıyordum. Uzun hazırlıklar sonunda dergi, “Dün ve Bugün Felsefe” adıyla 1985 yılının Nisan ayında çıktı. Dergi için çok hevesliydik. Ne var ki pek çok benzeri gibi çok kısa ömürlü oldu, sadece 1 sayı çıkabildi. Ancak bir çeviri ve bir söyleÅŸi üzerinden yıllarca referanslarda yaÅŸamaya devam etti.
Dergide Åžerif Mardin’in “Türk Siyasasını açıklayabilecek bir anahtar: Merkez-Çevre iliÅŸkileri” baÅŸlıklı ünlü makalesinin ilk Türkçe çevirisi yer alıyordu. Bunca yıl sonra hala, Türk siyasal sosyolojisini kavramak için temel metinlerden biri olan bu makalenin Ä°ngilizcesi, çevirisinden 12 yıl önce 1973’te yayınlanmıştı.
Yayınlanmasıyla birlikte makale çeÅŸitli derlemelerde yer almaya, yabancı kaynak bulmanın zor ve pahalı olduÄŸu bir devirde öğrencilere ulaÅŸmaya baÅŸladı. Gerek bu derlemelerde gerek daha sonra Ä°letiÅŸim Yayınları’ndan çıkacak Mardin’in toplu eserlerinde yer alan çeviri, o dergide yayınlanan metindir. Makalede, çevirmen olarak Åženiz Gönen adı geçer. BaÅŸka çevirilerinde de aynı takma ismi kullanmışmıydı bilmiyorum, ancak çevirmen bir dönemin ünlü denemeci ve felsefecisi, Sartre’ı ve varoluÅŸculuÄŸu Türkiye taşıyan ilk isimlerden birisi olan, 2005’te vefat eden deÄŸerli Selahattin Hilav’dı. Marksist geleneÄŸin entelektüel isimlerinden Hilav, bu makaleyi çevirmeyi özellikle arzu etmiÅŸ, Mardin de bundan özellikle memnun olmuÅŸtu. O dönem için anlamlı bir buluÅŸmaydı bu.
Bu makalenin yanında dergide Mardin’le yapılmış bir söyleÅŸi de kalıcı oldu. Hocayı nasıl, kimin ikna ettiÄŸini hatırlamıyorum, ama heyecanımı, söyleÅŸiye hazırlanmamı, elimdeki kitap ve makalelerini tekrar satır satır okumaya çalıştığımı gayet iyi anımsarım. 20’li yaÅŸların sonlarında, üniversitede asistandım. Sevgili dostum antropolog Ahmet Güngören’le birlikte köhne bir büronun üçüncü katında Mardin’le ilk kez karşılaÅŸtım. Åžerif Hoca, sorulardan ve söyleÅŸinin gidiÅŸinden memnun kalmış olmalı ki, yarım saat için geldiÄŸi sohbet üç saat sürdü. Mardin’in öyküsünü ve Osmanlı-Türk geleneÄŸinin kimi yönlerini konu alan bir söyleÅŸiydi bu. “Åžerif Mardin ile Din ve Devlet Sosyolojisi Ãœzerine SöyleÅŸi” baÅŸlığıyla yayınladı. Akademik çevrelerde epey tartışıldı. Mardin’in söyleÅŸi hakkında tam olarak ne düşündüğünü ise, ancak yıllar sonra, Ä°letiÅŸim Yayınlarından toplu eserlerini yayınlarken, bu söyleÅŸiyi eserlerinin arasına katmasıyla anlamıştım.
Åžerif Mardin üniversite sonrası karşıma çıkan dört önemli isimden biriydi. DiÄŸer üçüyle yakınlaÅŸma, yakın çevresinde bulunma ya da çalışma imkanım oldu. Ä°stanbul Siyasi Bilimler Fakültesi’nin kurucu dekanı Prof. Dr. Tarık Zafer Tunaya bunlardan ilkiydi. Fakültenin ilk asistanı, daha doÄŸrusu Tunaya’nın o fakülteki ilk asistanı olmuÅŸtum. Gerek fakültede, gerek Türkiye’de Siyasi Partiler kitabının son baskısını hazırlarken evinde aylarca yanında olduÄŸum Tarık Hoca’dan, Mete Tunçay’ın “hepimiz kanatlarının altından çıktık” dediÄŸi bu büyük hocadan kısmen feyz alan son kuÅŸaktanım herhalde. 12 Eylül darbesinde Tarık Hoca fakültenin pek çok diÄŸer öğretim üyesiyle birlikte 1402’lik oldu ve üniversiteden uzaklaÅŸtırıldı. Tarık Hoca, YaÅŸar Gürbüz’ün yanına gitmemi istedi. Ä°ktisadi ve Ä°dari Ä°limler Akademisi’nde, YaÅŸar Hoca yanında, markizmin, pozitivizmin, saha çalışmalarının abidelerinden Prof. Dr. Mübeccel Kıray’la böylece tanıştım. Kıray beni sever, aldığım Fransız üniversite eÄŸitiminin ona göre olumsuz etkilerini kırmak için terbiye etmeye çalışırdı. Asistanı olmamama raÄŸmen doktora derslerine yanında götürdüğünü iyi hatırlarım. Üçüncü isim Bülent Tanör’dü. Tanör benden 16 yaÅŸ büyüktü, bana biraz aÄŸabey, biraz arkadaÅŸ, biraz hocaydı. Metot üstadı bu anayasa hukukçusu, solcu ve kemalist damardan gelen hukukçuların en parlaklarından biriydi. Evinden çıkmazdım o günlerde.
Yöntem, bilgi, tarih, teori açısından hepsinden öğrendiklerim oldu. Ancak beni en çok etkileyen hiç tanımadığım, diÄŸer üçünün soru iÅŸaretleriyle karşıladıkları, dudak büktükleri Åžerif Mardin olmuÅŸtu. ÖrneÄŸin Kıray, Mardin’i “sosyal deÄŸiÅŸimi reddeden, deÄŸiÅŸim karşıtı sosyolog” olarak tanımlardı. Åžerif Hoca’nın benim gibi gençler için tılsımı da aslında buldu. Bir yerden bir yere nasıl gidildiÄŸini, bir dönemden döneme nasıl geçildiÄŸini deÄŸil, önce o yeri ve yerleri merak ediyordu. Orada duruyor, içine, kıvrımlarına bakıyor, orayı, oranın geleneÄŸi, mantığı ve dilini ihmal etmeden anlamaya çalışıyordu. Ä°lerleme fikri, ilermenin etapları, bunların test edilmesinden oluÅŸan, sorusu ve yanıtı belli, anlamı sınırlı “bilimsel yaklaşımlar”a soÄŸuk duruyordu.
ÜÇ MİTOS
Mardin, Foucault’ın 1968’de “Kelimeler ve Åžeyler” yayınladığı günlerde Sartre’a verdiÄŸi yanıttaki iÅŸi Türkiye’de sahada baÅŸarmıştı. Hakim kemalist, marksist, kurumsal yaklaşımların beslediÄŸi ilerlemeci toplum ve tarih anlayışı havuzunun mitoslarına çalışmalarıyla dokunmuÅŸtu.*
Tarihin bir aÅŸamasından bir baÅŸka aÅŸamasına geçiÅŸin koÅŸullarına yoÄŸunlaÅŸan bir anlayışa hiç yakın olmadı, bu anlamdaki “süreklilik mitosu”nun izini hiç sürmedi. Toplumu sadece bu süreklilik içinde anlamaya çalışan, sürekliliÄŸi ise insan özgürlüğünün kaçınılmaz ve doÄŸrusal ilerleyiÅŸine indirgeyerek tarif eden “mitosu” hiç anlamlı bulmadı. En nihayet zihniyeti, kültürü, deÄŸerleri, kimi evrensel toplumsal ve ekonomik formların belirlediÄŸi varsayan “mitos”dan da uzak durdu.
Mardin, hakim dalgaya soÄŸuk durmakla kalmadı, onu ters yüz eden etkili bir sosyoloji geliÅŸtirdi. Osmanlı düşünce tarihi, Osmanlı-Türk modernleÅŸmesi, zihniyet meselesi, din sosyolojisi, bilgi sosyolojisi, hangi konuya el atarsa atsın, (ki bunlar bugün bir zincirin halkları gibi, birbirini takip eden, felsefeye tarihe, sembolizmden epistemolojiye uzanan ve nihayet kendi içinde anlamlı bir bütün oluÅŸturan bir çevreçevede karşımıza çıkar) hemen hepsinde, “subjektif” alan ve yöntemi mesele yaptı. Bu alanın onun ürünlerini, onları üreten dimağı, bu dimağı belirleyen tarihsel ve kültürel unsurları, kendisine haslıkları içinden, ancak kendisine haslığın, tarihselci ya da kimlikçi tuzağına düşmeden, mesafeyi koruyarak, evrensel kavramlarla ve araçlarla anlamaya çalıştı.
Onun için Weberci derler, hatta “Mardin Türk Weber’idir” ÅŸeklinde tanımlayanlar oldu. Belki. Anlamaya Weberci bir yöntemle giriÅŸti. Sosyolojiye bir iliÅŸki yumağı olarak baktı, iliÅŸkilerde kiÅŸilerin eylemlerine o kiÅŸilerin verdiÄŸi anlamı, bu anlamı üreten referansları, deÄŸerleri kavramaya çalıştı. “Neden başörtü takılır” deÄŸildi sorusu. Suali ÅŸuydu: “Tesettürlünün ve çevresinin ona verdiÄŸi anlam nedir”. Tesetttürü ve inancı tarihsel ilerlemenin belli bir aÅŸamasına yerleÅŸtirerek açıklama fikrini bu çerçevede elinin tersiyle itti. Ama Weber’in toplumsal ve ekonomik formlardaki geçiÅŸlerin nedenlerini sorgulayan, bunun, dolayısıyla tarihin itici gücü olarak rasyonalleÅŸmeyi merkez alan bakışından uzak durdu. Montesquieu’den Weber’e, Langer’den Cassirer’e, Dahl’dan merkez-çevre kavramını ödünç aldığı Shils’e, kültürün psiko-dinamiÄŸi olabilir mi, kiÅŸilik ve kimlik arasında geçiÅŸler var mıdır sorusuyla Erikson’a kadar, karşısına çıkan anlamlı bulduÄŸu tüm yöntemleri ve araçları “anlamak” için kullandı ve denedi. Ama hiç birinin parçası olmadı. Soruları, merakı ve derinliÄŸi ve, onu felsefi, angajmanlardan uzak tuttu.
MERAK VE DERİNDEKİ ÇEKİRDEK
Mardin pek çok söyleÅŸinde sık karşılaÅŸacağınız cümle ÅŸuydu: “Tamam öyle ama bunun arkasında ne var, bunun ötesine geçebilir miyiz acaba?”. Onu tanımlayan merak, soru ve derindeki ana çekirdeÄŸin arayışıydı. Yaptığımız o söyleÅŸide peÅŸinde koÅŸtuÄŸunu şöyle tanımlamıştı: “Benim iÅŸim insanın kültürden aldığı araçlarla kendisini nasıl insan
yaptığını anlamak…”
Mardin bu arayış çerçevesinde Türk toplumu ve siyasetinin temel ve kurucu çeliÅŸkisini en net ve kalıcı tanımlayan isim oldu Bu ülkede, “dindar-muhafazakâr” ve “seküler-laik” cemaatler 150 yıldır, gerek varlıkları gerek iliÅŸkileriyle belirleyici rol oynarlar. Biri toplumun merkezine konumlanmıştır, diÄŸeri çevresinin oluÅŸturur. Bu iki büyük cemaat birbirlerini yaÅŸam biçimlerine tehdit olarak görür, uzlaÅŸmaz iki deÄŸer sistemini temsil ettiklerini düşünürler. Kah iktidar, kah siyaset, kah gelenek üzerinden kendi alanlarını ötekinin aleyhine, keyfi biçimde geniÅŸletmeye çalışırlar. Bu iki farklı tasavvur bu yolla ve birlikte, siyasi ruhumuza yıllar yılı cemaatçi bir siyasi kültür zerk etmiÅŸlerdir. Kimlikçi algılar, keskin doÄŸrular, bu nedenle biraz da kader gibi, siyaset anlayışımızın temelini oluÅŸturur.
45 yıl önce yayınlamış “çevre merkez makalesi” bugün hala güncelliÄŸini bu nedenle korur.
Şerif Mardin bu ülkede akademik çalışmalarda düşünce kodları ve hakim paradigmayı yerinden oynatan kişi oldu. Onu tanısın tanımasın, bir kaç nesil onun öğrencileri olup, onun açtığı yoldan yürüdü. İyi ki, bu topraklardan gelip geçti.
* Foucault der ki, her kim bu mitoslardan birisine dokunursa “tarihe tecavüz, tarih karşıtlığı” çığlıkları yükselir. Mardin’in karşılaÅŸtığı “deÄŸiÅŸim düşmanı, tutucu” “eleÅŸtirileri” de bu çığlıklardandı.
Kaynak: Karar
Henüz yorum yapılmamış.