Kürsü
Kemal Sayar: Bonzai
Okuduğu üniversiteyi terk etmiş, dünya kitabını kapatmış, ununu elemiş ve eleğini asmış. “Hiçbir şey ruhun ağrısı kadar can acıtıcı değil” diyor, “yollar madem ölüme çıkıyor, hayatın ne gibi bir manası olabilir?” Dünyadan kaçanlar tarikatının yirmili yaşlarındaki bu yeni üyesi de kendi isteğiyle karşıma gelip oturmuş değil.
Beden yirmili yaÅŸlarda ama ruh darmadağın. Ana babası artık kendilerinin bilmediÄŸi dilde konuÅŸan bu delikanlıyı, içine modern dünyanın cini kaçmış bu ahir zaman meczubunu, “Bizim bilmediÄŸimiz bu dili anlayan biri vardır” diye kolundan tutarak doktorun karşısına oturtmuÅŸlar. Daha büyük bir sorun var: Anlamsızlık bir buhran hâlinde ruhunu dövdüğünde, zihnini acının olmadığı çok uzak bir yerlere götürmek, orada birkaç saatliÄŸine dünya aÄŸrısı bilmeden bir hayalin koynunda avutmak istiyor. Bir binek lazım hızlı kaçış için, o da son zamanların en tehlikeli kaçış vasıtası bonzaiye müptela olmuÅŸ. Birkaç kez ölümden dönmüş ama bunda bir sorun görmüyor: “YaÅŸamak bana bir mutluluk vermiyor, demek ki ölmek de o kadar mühim deÄŸil.” OlduÄŸun kiÅŸiden hoÅŸnut deÄŸilsen süratle oradan uzaklaÅŸmak istersin, iÅŸte böyle. Seni saran çitlerin üzerinden atlamak ve koÅŸabildiÄŸin kadar uzaÄŸa koÅŸmak istersin. Kendine en uzak yere de kimyasallar götürür, uyuÅŸturur, hayal gördürür, gevÅŸetir. İçindeki o yaman boÅŸluÄŸu birkaç dakikalığına doldurur ve seni bir serabın kralı yapar. Sonra damdan düşercesine yine gerçeÄŸin çölüne düşersin.
Usul usul onun muazzep ruhuna yaklaÅŸmaya çalışıyorum. Babacan bir eda burada sökmez, nasihat onu öfkelendirir, derinlerdeki yaraya ulaÅŸmak için kırıp dökmeden ilerlemek lazım. TembelleÅŸmiÅŸ sesi, ardından hayat ölüsü sürükleyen bir adamın yorgunluÄŸunu yüklenmiÅŸ. “Kısa cevaplarla konuÅŸurum ben” diyor, “reddettiÄŸim her ÅŸeyi kısa sözlerle reddederim.” Sert ve uzun geçmiÅŸ bir çocukluk kışından buralara savrulmadığı anlaşılıyor, anne ve babası kelimelerinin manasına nüfuz edememiÅŸ de olsa kelimelerin olmadığı bir dilde, sevgi dilinde oÄŸullarına karşı cömert. Sevgiyle büyütülmüş bir çocuÄŸu bu çöle ne savurmuÅŸ olabilir? Sonu her an ölümle bitebilecek bu “rus ruleti”ni, dünya aÄŸrılarına direnmek için bir kalkan, onu baÅŸka âlemlere kanatlandıracak bir kaçış rotası kılmasının nedeni nedir? “Dünya kötü bir yer” diyor, “insanları da hiç sevemiyorum.” Gençlerden hanidir iÅŸittiÄŸim bir tirad var, dünya kötü ve bizim bunu deÄŸiÅŸtirebilecek takatimiz yok. Ölüm var ve bu yüzden de çalışıp çabalamak anlamsız, madem öleceÄŸiz niye yorulalım? Hâlbuki kötülük sen orada onu öylece seyrettiÄŸin ve hiçbir ÅŸey yapmadığın için var. Ve ölüm, sen ÅŸu mahdut hayatında kendi varlığına/ baÅŸka varlıklara bir ışık düşürebilesin, yaÅŸadığın hayatı daha anlamlı ve güzel yaÅŸayasın diye göz kırpıyor. Solmayan bir gül güzel olabilir mi a canım? Batmayan bir güneÅŸ bize bıkkınlık vermez mi? Ayrılık olmayaydı aÅŸkın kıymetini nasıl bilecektik? Hayatta anlam kaybı gizli bir katil. Elmayı içeriden tüketen kurt. Anlam yoksa varoluÅŸsal bir boÅŸlukta yaşıyoruz demektir, o boÅŸluÄŸu varoluÅŸsal nevrozla doldurmak, hayatın yırtık yerlerini iptilalar veya takıntılı davranışlarla yamamak isteriz. Başını yastığa koyduÄŸunda, sor kendine, bugün anlamlı ne yaptın?
Ne yaptığımız ve niçin yaptığımızla ilgili bir mantık ve gayeye sahip olmak hayatımıza anlam duygusunu bahşeder. Anlam duygusu kadar değerli bir başka duygu da önem duygusu. Başkalarının hayatında nasıl bir fark yaratabiliyoruz, onların dünyasında ne kadar bir yer tutuyoruz ve bizim hayatlarımız onlar için ne ölçüde anlamlı? Bizim olmadığımız bir dünya eskisi gibi mi olurdu? Varlığımız içinde yaşadığımız şu dünyaya ufacık da olsa bir güzellik katabiliyor mu? Psikiyatri odasındaki en derin varoluşsal korkulardan biri bu: Kişinin kendi varlığı için bir sebep bulamıyor olmasından ziyade dünyanın onlar için bir sebep bulamıyor oluşu. Boşa yaşanmış bir hayatın korkusu bizi türlü iptilalara, meşguliyet bağımlılığına, tüketim bağımlılığına, uyuşturucu bağımlılığına raptediyor. İçimizde saklı duran anlamı ortaya çıkarmak, anlamın arkeolojisini yapmak insan olarak her birimizin üzerine bir borç. Anlam ve gaye her birimiz için biricik ve sonsuz ihtimaller içinden onu bularak gerçekleştirmek bizim ödevimiz. İcat değil keşif. Bizi çağıran bir ses var, onu duymak ve yankı vermek bizim kendi seçimimiz. Bir buluşma olarak terapi, o sesin daha iyi duyulmasına hizmet edebilir. Danışan bu süreçle, bu dünyada kendi vazifesinin ne olduğunu daha iyi düşünüp kendisine bir istikamet tayin edebilir.
Anlam yorganının altında evimizdeyiz. Anlam yoksa, saraylarda bile yaÅŸasak yurtsuz… “Yeterince kitap okudum ben” diyor, “felsefeden dine kadar. Aradığım huzuru kitaplarda bulamadım.” Bakıyorum da her konuda kısa bir formüle indirgenebilecek tumturaklı bir sözü var. Kısa cümlelerle hayat. Kısa cümlelerle reddediyor. La diyor ama ötesini getiremiyor. Çilesiz, inorganik hayat. Ruhunun aÄŸrısına pansuman niyetine bonzai. Birkaç saatliÄŸine dünyada deÄŸilsin, kimyasal bir kovukta kendinden ve herkesten gizleniyorsun ve sen buna kurtuluÅŸ mu diyorsun? Ölümden deÄŸil kendi kırılganlığımızla yüzleÅŸmekten kaçıyoruz. Sorumluluk almaktan kaçıyoruz, dünyanın sedasına cevap vermekten, zahmetli ayıklıktan.
Odaya girdiklerinde anne ve baba birlikte bir kenara oturdu, o ise onların uzağına. Bu saha diziliÅŸi önemli. Kim kime yakın, kim kimden güç alıyor? “Tek erkek evladım” diyor baba, mahcup, buÄŸulu bir sesle. Åžefkatle sarmalanmış bir çocukluÄŸa iÅŸaret ederek. Hayat tarafından yaralanmış çocuklarının bütün mesuliyetini üzerine alarak: “Bilmiyorum, galiba bir yerde hata yaptık ama nerede?” Suçlamayan, elinden tutmaya çalışan bir baba. Ä°ki nesil arasındaki fark: Biri iÅŸlemediÄŸi bir günahın sorumluluÄŸunu da üstleniyor, diÄŸeri kendi kabahatini yüklenmiyor.
Sokaklarımızın yeni canavarı bonzai her gün birkaç hayat yutuyor. Çok ucuza bulunabiliyor, bu da tüketimini artırıyor. Ani ölümlere yol açmasıyla biliniyor. “Bana bunu satan adamın altı tane leÅŸi var” diyor soÄŸukkanlılıkla danışanım. Ölüm anlaşılan o mahallede tanıdık birisi. Yine de maÄŸdurlara âdeta yabancılaÅŸmış bir biçimde “leÅŸ” diye hitap etmesi beni ÅŸaşırtıyor. Bir yaÅŸayan ölü olarak günü geldiÄŸinde “leÅŸler ülkesi”ne ayak basması belli ki onun kendisine biçtiÄŸi bir kader. Madde kullanımı bir örtü, içinde doyuramadığı bir yer, baÅŸa çıkamadığı bir ÅŸey, yön ve biçim deÄŸiÅŸtirerek bir kaçış ve yok oluÅŸ stratejisi oluveriyor. Dünya aÄŸrılarıyla baÅŸa çıkamadığımızda, kocaman bir çarpı attığımızda üstüne, ya usulca gitmeyi seçer kimileri ya da ağır çekim bir intiharla azar azar yok eder kendini.
Ona sadece sorular sorarak kafasını karıştırıyorum. Ä°stediÄŸim ÅŸey kesin bir hakikat gibi kabullendiÄŸi o kısa cümleciklerin biraz ötesine geçebilmesi, hayatını azıcık delillendirebilmesi. “YaÅŸayan saÄŸlam bir delile yaslanarak yaÅŸasın.” Onun deÄŸer yargılarını, deÄŸerlendirme ve arzularını yok etmek deÄŸil arzum, hayır sadece o mayınlı araziye girip bir dünyayı nasıl kurmuÅŸ ve inandıklarına nasıl inanmış bunu görmek istiyorum. Onunla olmak ve onun için olmak istiyorum. EÄŸer terapi bir iÅŸe yarayacaksa zor da olsa dürüst bir etkileÅŸimin önünü açabilmekle bunu yapar. Ancak böyle bir etkileÅŸimle bana kendi kiÅŸiliÄŸinin sadece göstermek istediÄŸi taraflarını sunmaz, kendisini olduÄŸu gibi, kabullendiÄŸi ve inkâr ettiÄŸi taraflarıyla bir bütün olarak takdim eder. Ona gittiÄŸi yolun yanlış olduÄŸunu ve iyi olursa alacağı ödülleri sıralayan bir vaazdan fazlası lazım. Çünkü bir vaiz olarak konuÅŸmam demek ben senden ahlaken daha üst bir konumdayım, bir yetkeyim ve bana boyun eÄŸmen gerek demektir. Hayır onun dünyasına karışmak, onunla kalmak ve onunla münakaÅŸaya girmeden, onu zorlamadan onun bu dünyada olma biçimini keÅŸfetmem gerek. “Bu iptilan, baÅŸka türlü olmana izin verilmeyeceÄŸin kim olmana izin veriyor?” diyorum. ÅžaÅŸkın, ben de eli yükseltiyorum. “Bu iptilan, baÅŸka türlü yapmana izin verilmeyecek neyi yapmana izin veriyor? EÄŸer bir müptela olmaktan vazgeçersen kendinle ve baÅŸkalarıyla olan iliÅŸkin nasıl deÄŸiÅŸir? Bir müptela olmayı bıraktığında hayatından ne kaybolur?”
“Ben yeterince iyi deÄŸilim” diyor, “bu dünyada uÄŸraşılmaya deÄŸer hiçbir ÅŸey bulamadım. Hayatımın bir deÄŸeri yok.” Hem bir isyan hem bir uzlet arayışı. Dünyanın isteklerinin sızamadığı bir kovuk istiyor. Dünya istekleriyle üzerine saldırdığında, “hayır, o aradığın ÅŸey bende yok” diyebilmek için bir mazeret. Yarışmaktan, savaÅŸmaktan korkan gençlerin yeni kulübü bonzai. Hayattan bir geri çekiliÅŸ. Ama uzun cümlelerle deÄŸil, kısa cümlelerle.
Odadan dışarı çıkarken kendisine inşa ettiği savunma hattının kusurlarını görmekle şaşkındı. Belli ki kendi yaşama dünyasında kurduğu aklileştirme, yaşadığı hayatı rasyonalize edebilme kudreti bir yara almıştı. Benim de başlamak istediğim yer tam burasıydı. Bir şaşkın başka bir şaşkına yol gösterebilir. Yaranın göründüğü yerde ışık da içeri girmiş ve iyileşme başlamış demektir.
Kaynak: Nihayet
Henüz yorum yapılmamış.