Düşünce Platformu
Gökhan Özcan / Boşluğun röntgeni
Hissetmekten, merak etmekten, görmekten, endişe etmekten, sevmekten, kederlenmekten, kafamızın içinde sorular biriktirecek kadar kendimizi yaşamaya kaptırmaktan, dizginleri kalbimize kaptırmaktan korkuyoruz
Gökhan Özcan - Yeni Şafak
Hayatımızı işimizle tıka basa doldurmaya çalışıyoruz çoğumuz. Hayat bir mesaiden ibaret olsun, mesai büyüsün, yayılsın, bütün vakitlerimizi bir uçtan bir uca kaplasın istiyoruz. Başka hiçbir şeye vaktimiz kalmasın, hiçbir şey bizi işimizden ayırmasın diye uğraşıyoruz. İşimizin ahtapot gibi kolları olsun, her yere uzanabilsin, mesai dışı her türlü hayat gailesinden, insanî meşguliyetten, her çeşit zihin yükünden, kalp mecburiyetinden çekip alsın, kendine döndürsün, bizi kendi hayatımıza uğramaya, kendi sorumluluklarımızı üstlenmeye, kendi muhabbetlerimizin yükünü taşımaya, kendi hayat borçlarımızı ödemeye bırakmasın diye bekliyoruz. Sadece bizim değil, bizimle birlikte hiç kimsenin işinden başka bir hayatı olmasın, bir düşüncesi, bir duygusu, insan gibi geçirmeye azmettiği vakitleri bulunmasın diye etrafa zaptiyelik yapıyoruz. Gün geliyor, icap ediyor, öyle olmasının faydaları olacağı fikri galip geliyor, en büyük isyanı iri ve köpüklü laflarla biz ediyoruz üsttekilerin acımasızca dayattığı bu meşguliyet kâbuslarına. Gün geliyor kâbusun ta kendisi biz oluyoruz üsttekiler adına, bir karabasan gibi üstüne çöken mahkumiyetine masumane bir teneffüs arayanlara. İnsanın kıymeti nedir ki zaten? Karnı tok, sırtı pekse, daha ne ister? Neden böyle konforlu bir kölelikten kurtulmak ister? Garip geliyor bize, anlaşılmaz geliyor, bir insanın şu kurulu düzeni bırakıp canını sıkacak, zihnini zora koşacak, gönlünü maceraya atacak heveslere kapılması. Şaşırıyoruz birilerinin bütün riskleri alarak, hazır meşguliyetlerinin orasına burasına hava delikleri açmak istemesine. Anlamıyoruz, uyuşmak, katılaşmak, kemikleşmek, her günün rutininde kaybolup gitmek varken ille de kendini bulmak, uyanmak, kanatlanmak isteyen kafaları. Bu döngüden yorulanları, bezenleri, ölesiye sıkılanları, geride bıraktığı şeyleri özlemekte hâlâ ısrar edenleri, anlam diye tutturanları gerçekten hiç anlayamıyoruz. Biz bu döngüyü seviyoruz oysa, kaybedeceğiz diye deliler gibi korkuyoruz. Bu döngünün verdiği sarhoşluğun, unutkanlığın, donukluğun hastasıyız biz. Bu döngü olmasa ne yaparız bilmiyoruz. Ne yaşarız, yerine ne koyarız bilmiyoruz? Başka bir hayatımız olsun istemiyoruz biz. Hayatla ne yapacağımızı bilmiyoruz. Gerçekten yaşıyor olmanın getireceği tehlikelerden korkuyoruz. Hissetmekten, merak etmekten, görmekten, endişe etmekten, sevmekten, kederlenmekten, kafamızın içinde sorular biriktirecek kadar kendimizi yaşamaya kaptırmaktan, dizginleri kalbimize kaptırmaktan korkuyoruz. Herşey işten güçten, mesaiden, rutin koşuşturmadan ibaret olmazsa ne olur, bu belirsizlikten korkuyoruz ençok. Hiç boşluk kalmasın, her yeri iş meşguliyetleri doldursun istiyoruz. Hayata karşı hiç açık vermeyelim, zayıflık göstermeyelim diye didinip duruyoruz. Başarıyoruz da nihayetinde. İşi var, hayatı yok pek çoğumuzun. Tepe tepe toplantıları, ihaleleri, oturumları, kurulları, sunumları ve başka bir sürü meşguliyetleri olan, hayatları olmayan gölgeler olduk. Hayat ırmağına parmağımızı sokup ıslatmadan mevsimler geçiyor, yıllar geçiyor, ömürler geçiyor. Bir yalanın peşine takılıp nefesimizi tüketmeyi tercih ediyoruz biz. Yokuz aslında biz, sadece zamanın içindeki mekanik hareketleriz. İnsan öğüten bir çarkın gönüllüleriyiz, solgun yüzümüzde donuk gülücükler... Hayatımızı işimizle doldurmaya çalışıyoruz çoğumuz ya da boşluğu daha büyük bir boşlukla, tıka basa!
Henüz yorum yapılmamış.