Kürsü
Son nefes / Kemal Sayar
O kararı almasaydım. O yolu yürümeseydim. O insanla görüşmeseydim. O görevi kabul etseydim. O sevgiliyi terk etmeseydim. Bana gülümsediğinde gözlerimi ondan kaçırmasaydım. Ömrümü daha doğru, daha dürüst yaşasaydım.
Zihni bir umacı gibi yoklayan, geçmiÅŸten bugüne ok atan düşünceler. Yaptığımız veya yapmadığımızın içimizde bıraktığı aÄŸrı. PiÅŸmanlık geçmiÅŸe doÄŸru baktığımızda bugün hissettiÄŸimiz sükut-u hayal ve kayıp hissidir. Hayatlarımız bir dizi seçim ve kararla ÅŸekilleniyor. Vardığımız menzilde, ‘ben nasıl oldu da buraya geldim?’ sualini soruyorsak piÅŸmanlık bizi yoklamaya baÅŸlamış demektir. Her birimiz hayatlarımız boyunca sayısız karar alırız. Sonuçta yolumuz o kararlarla çizilir, hayat çizgimizin kıvrımlarında, yolların çatallandığı yerlerde tuttuÄŸumuz yön bizi biz kılar. PiÅŸmanlık, galiba geçmiÅŸi bir tür geri çevirme arzusundan kaynaklanıyor. Bunun mümkün olmadığını biliyoruz ama zihnimiz ÅŸunu fısıldamaya devam ediyor: O yolu da seçebilirdin, oradan gitseydin seni bambaÅŸka ve çok daha güzel günler bekliyor olacaktı. GerçekleÅŸtirilememiÅŸ arzular, bugün içimize bir zehir gibi akar ve bugünü zehirler. Ama piÅŸmanlık, geleceÄŸi inÅŸa etmek için bir manivela olarak da kullanılabilir. Ä°nsan zihninin olmuÅŸ olan ile olabilecek olan arasında mukayese yapabilmesi, onun bir hayal sıçraması yapmasına da izin verir.
PiÅŸmanlığın inÅŸa edici ve onarıcı hüviyeti, ‘keÅŸke’lerin yerine ‘bundan sonra’ları koyduÄŸumuzda baÅŸlıyor. YaÅŸadıklarımdan öğrendiklerim bundan sonrası için yolumu ışıtabilecek mi? PiÅŸmanlıkla geçmiÅŸin hikâyesini yeniden yazmak istiyoruz. EÄŸer geçmiÅŸteki o hata düzeltilebilseydi, sanki geleceÄŸi de bambaÅŸka bir biçimde yeniden kurabilecektik. Hem bir arzu, hem de bir yas. Normal zamanın sınırlarını aÅŸan bir hayal fazlalığı. PiÅŸman kiÅŸi o karanlık kuyuya daldığı her seferinde yitirdiÄŸini beraberinde getireceÄŸini ümit eder. BelleÄŸin derin kuyularına, girift maÄŸaralarına her seferinde kaybedilmiÅŸ nesneyi bulma ve onu geri getirme arzusuyla giden ama çoÄŸu seferinde eli boÅŸ dönen insan. Bu anda yaşıyor ama geçmiÅŸte kalmış olan daima kımıldıyor ve güçlü bir dip akıntısı olarak ÅŸimdiki hayatına sızıyor, onu yönlendiriyor. PiÅŸmanlıktan söz ettiÄŸimizde yanlış bir bilinçle yanlış bir hayata tutunan bir insandan dem vuruyoruz. Mesele ÅŸu, maziye çapa atarak ruha eziyet eden o alemde debelenip duracak mıyız, yoksa bütün yaÅŸadıklarımızı bir hayat dersine tahvil ederek ileri mi sıçrayacağız? Yolların çatallandığı bu yerde piÅŸmanlığı bir basamak taşı veya bir bataklığa çevirmek bizim tercihimize baÄŸlı.
‘Ölümün binlerce kapısı var/ Ä°nsanlar çıkıp gidebilsin diye’ demiÅŸ ÅŸair. Bir kitaptan söz etmek istiyorum size, 36 yaşında bir beyin cerrahının ölümle yüzleÅŸmesinin bir hikâyesi olan “Son Nefes Havaya Karışmadan”, meslek hayatı boyunca baÅŸkalarının ölümüne tanıklık eden bir cerrahın, hastalık ve ölüme yakınlaÅŸma sürecinde yaÅŸadıklarını kendi aÄŸzından anlatıyor. Paul Kalanithi, çalışkan ve yetenekli bir beyin cerrahı olarak gelecek güzel günlerin düşünü kurarken son evre akciÄŸer kanseri yolunu kesiyor ve onu hayatın kaçınılmaz gerçeÄŸi olan ölümle karşı karşıya bırakıyor. Kitap, yazarın ölümünü beklediÄŸi ve hastalığının ağırlaÅŸmasıyla tamamlayamadığı bir dönemin kiÅŸisel hatıratı.
Ä°nsan ölümden saklanır. Ölümle yüzleÅŸmek, ona çıplak gözle bakmak çoÄŸu kez canımızı acıtır. Ölüme bakabilen insan dünya hayatının gelip geçiciliÄŸini idrak eder. Ölüm bize, ötelerde bizi bekleyen bir yurt olduÄŸunu, bir aÄŸaç altındaki kısa serinlikten sonra ebedi bir esenliÄŸin bizi beklediÄŸini fısıldar. Ä°nsan ölümden saklanmak için türlü yöntemler dener: Hız ve tüketim çılgınlığı, maddi hazlara ayarlı hayat, aşırı meÅŸguliyet ve benzeri yaÅŸlılığı geciktirme stratejileri, bu dünyada sahte bir sonsuzluk hissiyle bizi oyalar. Nereye kaçarsak beyhudedir oysa, sonunda kaçıp durduÄŸumuz ölüm gelir bizi bulur. Yahya Kemal ne güzel söyler : ‘Bu emel gurbetinin yoktur ucu/ Daima yollar uzar, kalp üzülür/ Ömrü oldukça yürür her yolcu / Varmadan menzile bir yerde ölür’.
Hastalık ve saÄŸlık iki ayrı ülke gibi, saÄŸlık ülkesinden hastalık ülkesine girdiÄŸimizde orada hayatın bütün kırılganlığı önümüze seriliyor ve kendi acziyetimizle baÅŸ baÅŸa kalıyoruz. Hastalık ülkesi hiçbir ÅŸeyin tam manasıyla denetimimiz altında olmadığını, her birimizin faniliÄŸi içimizde gezdirdiÄŸimizi bize ilk elden tecrübeyle anlatıyor. Paul’ün öyküsü de bu açıdan dokunaklı bir öykü, baÅŸarı basamaklarını hızla tırmanan ve insan olarak kendisini en iyi biçimde yetiÅŸtirmeye azmetmiÅŸ bir hekim, bir yandan ölümlülüğün farkına varıyor olmanın ani ÅŸokuyla baÅŸ etmeye çalışıyor, beri yandan da hayata tutunmaya gayret ediyor. Adeta diÅŸlerini hayata geçirerek ölmekte oluÅŸun ruha verebileceÄŸi bir yılgınlıktan kendisini korumaya çalışıyor. ‘Farklı bir ÅŸekilde yaÅŸamayı öğrenmek zorundaydım: Ölümü göçebe bir davetsiz misafir gibi görerek; ama ölmek üzere olsam bile, gerçekten ölene kadar hala yaÅŸadığımı unutmadan’. Evet, ölmek sanatı hüner ister ve ancak hayatın hakkını verenler, güzel bir ölümün de hakkını verebilir. Edebiyat ve ÅŸiir hayatın bu zorlu dönemecinde ona yarenlik ediyor ve ölümün nefesini ensesinde hissetmenin verdiÄŸi ürpertiyi bir nebze iyileÅŸtiriyor.
Hüzünlü bir öykü bu, insanın öleceğini bilerek yazması ve kendi ölüm ve kırılganlık hikayesini insanlarla paylaşmak istemesi takdire şayan. Olmak cesareti konusunda son bir kalp atımı. Bir tür nefis muhasebesi de diyebiliriz, yazar hem kendi hayatına hem de modern tıbba eleştiri oklarını yöneltebiliyor. Kendi macerasının, ölümle yüzleşme tecrübesinden sonra, tanrıtanımazlıktan maneviyata doğru evrilme istidadı göstermesi bana ilginç geldi. Ayrıca manevi olanın modern bilimden adeta cin kovar gibi uzaklaştırılmasına yönelik eleştirileri, dikkatle okuduğum satırlar oldu.
Güzel yaÅŸayan güzel ölür. Bir söz var, ‘insan plan yapar, Tanrı güler’ denir, biz hayatla ilgili ne tasarlarsak tasarlayalım sonunda hayatlarımızın üzerinde nihai denetime sahip deÄŸiliz. Hayat hastalık, afet veya travmalarla kesintiye uÄŸruyor ve dünyayı o güne kadar bilme biçimimiz dönüşüme uÄŸruyor. Vaitkar bir beyin cerrahı olarak hayatın bize söylediÄŸi ÅŸeyler ile ölüm döşeÄŸinde bir hasta olarak hayatın bize söylediÄŸi ÅŸeyler birbirinden çok farklı. Nitekim yazar da bütün bu bilinç deÄŸiÅŸimini hayatına aktarıyor ve ömrünün o son yılını kendisini hayata baÄŸlayan en deÄŸerli varlıklara ayırıyor. Beri yandan da asla ümitsizliÄŸin verebileceÄŸi bir yılgınlığa teslim olmuyor ve ölüme doÄŸru yol aldığı o nadide anları kıymetlendirmeye, aldığı her nefesin hakkını vermeye çalışıyor.
Sahici bir hayat için belki hepimizin ölümün soluÄŸunu ensemizde hissederek yaÅŸayabilmemiz, her anın kıymetini bilmemiz gerekiyor. Aldığımız her nefesin hakkını vererek, ‘iki kapılı handa gündüz gece giden’ bir yolcu olduÄŸumuzu unutmadan. Nefes ayıklığı, bilinç ayıklığı.
‘Son piÅŸmanlık fayda etmez’ denir, son nefes havaya karıştığında, ardımızda bir hoÅŸ seda, güzel tanıklıklar, hayırlı iÅŸler, yasemin kokuları bırakabildiysek ne mutlu bize. Yüzümüzü döndüğümüz o ebediyet yurdunda, azığımız onlar olacaktır.
Kaynak: Gerçek Hayat
Henüz yorum yapılmamış.