Sosyal Medya

Güncel

Süleyman Seyfi Öğün / Eğitim şart

Modernlik; aşkı “hastalıklı bularak” dışladı. Soğuk ve hesaplayıcı bir akılcılık; hararetli ve yer yer hesapsız da davranabilen aşkın yerini aldı



Süleyman Seyfi Öğün - YENİ ŞAFAK
 
Showlarıyla herkesi gülmekten kırıp geçiren komedyen Cem Yılmaz’ın baÅŸarısı; ele avuca sığmaz zekâsıyla ,“hayâtın olaÄŸan akışı içinde birikmiÅŸ; olaÄŸanlaÅŸmış “saçmalıkları” ters yüz edip; “aslıyla” bizlere iâde etmesidir.  Yâni Cem Yılmaz bir bakıma “hiçbir ÅŸey”; bir bakıma da “çok ÅŸey” yapmaktadır. Onu; meselâ merhum Levent Kırca gibi eski nesil komedyenlerden ayıran da budur.
 
“Hayâtın olaÄŸanlaÅŸmış saçmalıkları” deyip geçmeyelim. Belki de günlük hayatımızdaki davranışların kısm-ı âzâmı bunlardan oluÅŸur. BirikmiÅŸ saçmalıklara dâir  farkındalığımızın olmaması bir tarafa; daha beteri de bunları derece derece “ciddîleÅŸtirmemizdir”. Ä°nsanlık komedisi dediÄŸimiz bu olsa gerekir. Medeniyet; bir tarafıyla da ciddîleÅŸtirdiÄŸimiz saçmalıkların repertuarıdır.
 
Büyük harfle “G”elenek; ağırbaÅŸlılık; modernlik ise disiplin yüklü bir ciddiyet öngördü. Bunlar özünde yabana atılır iddialar deÄŸildir. Tam tersine ben   bunların ehemmiyetine inananlardanım. Ama gözüken o ki; ağırbaÅŸlılık ve disiplin yüklü ciddiyet, çaba istiyor ve her çaba isteyen iÅŸ gibi insanlık üzerinde ağırlık yaratıyor. AğırbaÅŸlılığın; zâten isminden “ağır” bir iÅŸ olduÄŸu anlaşılıyor. Her türlü hafifliÄŸin,hafif meÅŸrepliÄŸin zıttıdır o. Aslında ağırbaÅŸlılık; içimizden gelen hafifliklerin; dış ve iç telkinlerle ayıplı hâle getirilerek baskılanmasıdır.
 
DoÄŸrusu ağırbaÅŸlılığı  bir deÄŸer olarak sevdim. AğırbaÅŸlılık, neÅŸ’eye, espriye de yer açmasını bilir. Somurtkanlık hiçbir zaman ağırbaÅŸlılık demek deÄŸildir. Somurtkanlık,olsa olsa, ağırbaÅŸlılığın en kaba yorumudur denilebilir.
 
ModernliÄŸin disiplin yüklü ciddiyetini ise; baÅŸarılarını takdir etsem de doÄŸrusu pek sevemedim. Bana hep sevimsiz geldi. Askerî dünyâya son derecede yakışan ciddîyet ve disiplini; doÄŸrusu sivil hayattaki yansımalarıyla bir deÄŸer konusu olarak deÄŸerlendiremedim. Tulum ve üniforma arasındaki geçiÅŸler hep canımı sıktı. Daha çok aÅŸkla yapılan iÅŸleri sevdim. Disiplin bana hep aÅŸksız iÅŸ yap(tır)manın ve baÅŸarılı olmanın (kılınmanın) yolu olarak gözüktü. Meselâ Alman veyâ Japon tarzı kalkınma hikâyelerini takdir etmekle birlikte onlara pek de öykünmedim. Bu hikâyeleri ballandıra ballandıra anlatan ve Türkiye’ye teklif eden bir tür saÄŸcılığı ise son derecede itici buldum.
 
Gelin görün ki modernlik; aÅŸkı “hastalıklı bularak” dışladı. SoÄŸuk ve hesaplayıcı bir akılcılık; hararetli ve yer yer hesapsız da davranabilen aÅŸkın yerini aldı. Aklın da çok serbest bırakıldığı düşünülmesin. Hesaplı akılcılık dememizin sebebi de budur zâten. Haydi aÅŸk “ifradî” bir hâl olarak dışlansın; ama aklın umûmî olarak duygusal şûbelerinedir modernliÄŸin saldırısı. Hesap dışı; hesâba gelmeyen herÅŸeye ilgisiz; hattâ tepkili olan pozitivizm iÅŸte tam da budur. Hâce Nasreddin misâli; kanatları kesilerek uçmaktan men edilmiÅŸ bir kuÅŸa; “iÅŸte ÅŸimdi kuÅŸ oldun” demek gibi gözükmüştür bu bana.
 
Bu memlekette aralarında siyâseten didişseler de pozitivist bir ilericilik ile pozitivizmde ondan asla aşağı kalmayan bir muhafazakârlığın derin koalisyonu hüküm sürdü. Gâliba aralarındaki en derin fark bu tartışılmaz; hattâ tartışılması teklif dahi edilemez ideali en iyi kimin temsil ettiği; kimin ona en fazla lâyık olduğuydu. Memleketteki din kavgaları aslında buraya oturur. Soru şuydu: Din terakkiye mâni midir?
 
Kavga mühendislik temelde baÅŸladı. Daha sonra iktisâdîleÅŸti. Her iki evrede baÅŸlatan ve dayatan kaybetti. Ä°tilen ve kakılan ise muzaffer oldu. Mühendislik kalkınma masallarını anlatan ve muhafazakârlığı mühendislik aklın engelleyicisi gibi görenleri; Süleyman Demirel, Necmeddin Erbakan gibi muhafazakâr mühendisler yenilgiye uÄŸrattı. Ekonomiyi mâneviyattan ayırarak deÄŸerlendiren ve önceleyen solcuları ise yine bir mühendis olan Turgut Özal’ın ekonomizmi dize getirdi. Hem mühendislikte hem de ekonomizmde yenilen ilericiler küstü; neticede müzmin ve kızgın  bir emeklilikte karar etti. Bir kaç semt ve bir kaç ÅŸehire hurûc ettiler. Kapandılar ve âdeta gettolaÅŸtılar.. Dahası; bütün târihsel iddialarından istifa ettiler ve cıvıyarak lümpenliklerini taçlayan bir tatlı kültürel hovardalığı  paylaşılmaz ve dokunulmaz yaÅŸam tarzları olarak kutsadılar. Hâsılı rekâbeti “mühendislik” ve “ekonomik “alanlardan “kültürel” alanlara taşıdılar. Gelin görün ki muhafazakârları metropolleÅŸtiren geliÅŸmeler; bu iddialara da gölge düşürdü. Ama ÅŸimdilik kültürel üstünlüklerini sürdürüyorlar. Åžehre özgü görgü ve tecrübe üstünlüklerini kullanıyorlar. Mühendislik ve ekonomik baÅŸarılarının, muhafazakârları nasıl da kültürel potansiyellerinden  ettiÄŸini gördük. Pozitivist önyargıları olan ÅŸehirli muhafazakârlar ÅŸimdilik bu lümpen kültüralizm ile yarışmakta zorlanıyorlar. Ama rekâbete karar verdikleri anlaşılıyor. Turfanda olarak piyasaya sürülen numunelerden anlıyoruz ki önümüzdeki senelerde kültürel raflarda muhafazakâr bir lümpen kültüralizmin ürünlerini de bol bol görebileceÄŸiz. 
 
Neticede, diyalektik olarak aÅŸağı yukarı ÅŸu yaÅŸanmış olsa gerekir: Belirleme iddiasında olanlar yenildi ve çekildi. DoÄŸru…. Ama yenilenler de muzaffer olanları belirlemeye muvaffak oldu.  Pardon; eÄŸitimi konuÅŸacaktık... Aslında bir tarafıyla konuÅŸmuÅŸ da olduk. Yukarıda işâret etmeye çalıştığımız hususlar; yakın zamanlarda maarif dünyâmızda yaÅŸanan sancıları; dahası da ”EÄŸitim ÅŸart” lâfının bir ÅŸiâr ve ideâl olmaktan çıkıp; Cem Yılmaz’ın esprisine dönüşmesini, bir cephesiyle de olsa  açıklıyor gâliba.    

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.