Sosyal Medya

Güncel

Galip Dalay - Irak Kürdistanı'ndaki referandumun sordurduğu sorular...

Türkiye, son dönemlerde bağımsızlık referandumuna karşı çıktığını ilan ettiği konuşma veya metinlerde, bir başlığa daha vurgu yapıyor. O da Türkiye'nin Irak Kürtleri'nin Merkezi Hükümet nezdinde sahip olduğu haklı taleplerini elde etmesi için gerekli arabulucuğu yapmaya hazır olduğu beyanıdır. Peki meşru talepler derken Türkiye neyi kastediyor? Irak Kürtleri, Bağdat'a dair dile getirdikleri şikayet listesinin en başında aşağıdaki başlıklar geliyor:



Galip Dalay - KARAR
 
Irak Kürdistanı'ndaki bağımsızlık referandumunun tarihi yaklaştıkça, aktörler pozisyonlarını netleştirmek zorunda kalıyorlar. Bu konuda gri alanda kalmanın imkanları ortadan kalkıyor. Zaten bu referandum, sonucundan bağımsız olarak hatta bu aşamada ertelenip ertelenmeyeceğinden de bağımsız olarak, şimdiden bazı sonuçlar doğurmuş durumda. Buradaki ilk ve en önemli sonuç, Kürdistan meselesinin bir tartışma başlığı olmaktan çıkıp bir sürece dönüşmüş olmasıdır. Irak Kürdistanı'nda bağımsızlık etrafında güçlü bir mobilizasyon sağlanmış durumda. Bu toplumsal mobilizasyonun Kürt siyaseti üzerinden bir baskı işlevi göreceğini, onları mevzubahis başlıkta daha somut pozisyonlar almaya zorlayacağını kestirmek güç değil.
 
Aynı süreç bölgesel ve uluslararası aktörleri de bağımsızlık konusunda net bir pozisyon almaya zorluyor. Nitekim bölgesel güçlerin yanısıra ABD, İngiltere ve BM, Irak Kürdistanı'na, referandum kararından vazgeçmesi çağrısında bulundular.
 
Bu husustaki pozisyon alış, sadece bu baÅŸlıkla sınırlı bir mesele olarak kalmayacak gibi gözüküyor. Özellikle bölgesel aktörler için, bu pozisyon alış; bu aktörlerin yeni dönemde nasıl bir bölgesel siyaset izleyeceklerinin hatta nasıl bir jeopolitik kimlik taşıyacaklarının da ip uçlarını veriyor. 
 
Aktörler bu meseledeki pozisyonlarını bölge ve Irak siyasetlerinin süzgecinden geçirerek belirliyorlar. Örneğin ABD, bağımsızlığı bir bütün olarak reddetmiyor. Bunun yerine, zamanlama yanlış diyor. Öyle görünüyor ki bu zamanlamayı da iki gerekçeden dolayı yanlış buluyor. Birincisi, IŞİD'le (daha sonra El Kaide'yle) mücadelenin sona ermediği ve Irak Kürtleri'nin bağımsızlık girişiminin bu mücadeledeki dikkati dağıtacağı için bu girişimi zamansız buluyor. İkincisi ve muhtemelen daha da önemlisi; ABD, 2018'de yapılacak genel seçimlerde Abadi'nin tekrardan kazanmasını istiyor. Abadi aracılığıyla İran'ın, Irak'taki etkisini kısmi ölçüde kırabileceğini düşünüyor. Referandum ve akabinde gelecek olan bağımsızlık tartışmalarının Abadi'yi zayıflatacağını ve seçimi kaybetmesine yol açacağını düşünüyor. Bu gerekçeler nedeniyle ABD, zamanlamayı yanlış buluyor.
 
Buna karşılık İran, sadece zamanlamayı değil bağımsızlık girişiminin kendisini bir bütün olarak reddediyor. Bu girişimin kendisinin çok ciddi manada nüfuz sahibi olduğu Irak Merkezi Hükümeti'ni zayıflatacağını düşünüyor. Kurulacak bir bağımsız Kürdistan'ın kendisinden ziyade ABD, Türkiye, İsrail ve Körfez'le daha yakın ilişkilere sahip olacağı değerlendirmesini yapıyor. Buna ilaveten, bu sürecin kendisinin bölgesel Kürt siyasetinde en fazla karşı olduğu Barzanici kanadı güçlendireceğini düşünüyor. Zaten, Cuma günü 2 yıldan sonra Kürdistan parlamentosunun yeniden açılması üzerine (111 sandalyeli mecliste 68 kişi oturumlara katıldı), Irak Kürt siyasetinde İran'la çok iyi ilişiklere sahip olan hem Goran hem de İslami Komel Partisi, meclisi boykot etti. Buna karşılık KDP, KYB (fireler vererek), Müslüman Kardeşler geleneğinden gelen Yekgirtu ise parti olarak oturuma katıldılar. Bunlara, azınlık gruplarının kontenjanında parlamentoda görev yapan milletvekilleri de katıldı. Meclisi boykot eden partiler İran'a yakın, Türkiye'ye mesafeli partileri oluşturuyorken KYB'yi bir kenara koyacak olursak; meclisteki oturuma katılan KDP ve Yekgirtu ise İran'a mesafeli ve Türkiye'ye daha yakın partileri temsil ediyorlar.
 
Keza, Irak Merkezi Hükümeti'nin hangi motivasyonlarla bağımsızlık referandumuna karşı çıkacağını kestirmek güç değil.
 
Bu red cephesinin yanısıra, Ä°srail, Irak Kürdistanı'nın bağımsızlık giriÅŸimini desteklerken, Körfez bu süreci daha sessiz bir diplomasiyle takip ediyor. Kamuya yansıyan pozisyonlarda, Suudi Arabistan baÅŸta olmak üzere Körfez ülkeleri ne referandumun yanında ne de karşısında tutum takınmış deÄŸil. Hatta Suudi Arabistan'ın Arap Körfez Ä°liÅŸkileri Bakanı Tamer al Sabhan'ın baÅŸkanlığındaki üst-düzey bir delegasyon Cumartesi günü Erbil'de Barzani'yi ziyaret edip, BaÄŸdat'la krizin çözülmesi için arabuluculuk teklifi yaptılar. 
 
Daha da ilginci, son dönemlerde "Suriye ve Irak'ın kuzeyinde adeta yekpare bir kuÅŸak oluÅŸuyor" manÅŸetlerini atan gazetelerin, söylemini kullanan yetkililerin, gözden kaçırdığı bir husus var: PKK da referanduma karşı. PKK hem ideolojik duruÅŸunun hem Barzani'yle bölgesel Kürt siyasetinin liderliÄŸi konusunda giriÅŸtiÄŸi rekabetinin bir yansıması hem de Ä°ran'la iliÅŸkilerinin bir sonucu olarak bu referandumun karşısında bir tutum takınıyor. Yine, Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) yayınladıkları bildiriyle  bu referandumun karşısında net bir pozisyon aldı. PKK, referandum gerçekleÅŸmezse, Barzani'nin siyaseten tökezleyeceÄŸini bunun da kendisine Irak Kürt siyasetinde palazlanma fırsatı vereceÄŸini düşünüyor. Hem Goran hem KYB'nin yaÅŸadığı liderlik krizleri de bu konuda kendisine büyük bir imkan saÄŸlamış durumda.
 
Ezcümle, referandum tarihine günler kala bütün aktörler pozisyonlarını aşikar etmek durumunda kalıyorlar.
 
Fakat, Türkiye'nin ne istediği belirsiz. Türkiye, gerçekten Irak'ta ne istiyor sorusu rahat cevaplanabilecek bir soru değil. Veyahut Türkiye'nin pozisyonunu, çıkarlarını ve bugüne kadarki ittifak ilişkilerini beraber düşündüğümüzde, bu üçlü arasında bir uyumsuzluk olduğu veya gerilim yaşandığı rahatlıkla görülüyor.
 
Bölgesel Kürt siyasetinde bugüne kadar PKK-PYD Türkiye'nin ana muarızı, Barzani KDP'si de Türkiye'nin ana müttefiÄŸi konumundaydı. Yine PKK, PYD, Goran, KYB ve Komel bölgede Ä°ran'ın etki alanındaki Kürt grupları olarak okunurken, KDP ve Yekgirtu ise Türkiye'yle daha güçlü Ä°liÅŸkilere sahiptiler.  Goran'ın liderinin fiilen, KYB'nin liderinin ise de siyaseten ölmesi, PKK'ya Irak Kürt siyasetinde yeni imkan alanlarının kapısını aralamış gözüküyor. Bu partilerin yaÅŸadığı organizasyonel dağınıklıkla PKK'ya ideolojik yakınlıkları, PKK'nın kendisini bu partiler üzerinden Irak Kürt siyasetinde güçlü bir aktör olarak var edebilmesine zemin saÄŸlıyor.
 
Bu arka plan bilgisinden sonra, Türkiye'nin pozisyonunu tekrardan gözden geçirelim. Bu pozisyonun Türkiye'nin stratejik veya ulusal çıkarlarına nasıl hizmet ettiğini soralım.
 
Öncelikle bir noktanın altının çizilmesi gerekiyor. Barzani'nin siyaset sahnesinin dışına itilmesi, bu süreçten itibar kaybına uÄŸrayarak çıkması, Kürtlerin Irak'ta devletleÅŸme sürecini sona erdirmeyecek, hatta ciddi manada akamete de uÄŸratmayacak. Sadece bu sürecin ana aktörünü deÄŸiÅŸtirmiÅŸ olacak. 
 
O halde şu soru üzerinde tekrardan kafa yoralım: Referandum iptalinin (ciddi tavizler alınmadığı takdirde) Barzani'nin siyasal hayatına mal olabileceği gerçeğini dikkate aldığımızda, Türkiye'nin gittikçe Kürt karşıtı tonu tekrardan ağır basmaya başlayan referandum karşıtı siyaseti, ülkenin hangi dış politika çıkarına hizmet ediyor? Tabii ki bu sorudaki çıkar vurgusu, Türkiye'nin dış politika ve ulusal çıkarlarıyla ilintili. Aksi takdirde, AK Parti'nin MHP veya daha doğru bir ifadeyle Bahçeli'yle girdiği fiili koalisyonun bir sonucu olarak, bundan sonra Türkiye'nin hem demokratikleşme politikaları hem de dış politikası üzerinde bir Bahçeli balans ayarı olacağı hakikati bugünkü izlenen siyasetin en azından bir kısmını açıklama yetisine sahip.
 
Burada izlenen siyasetin mahiyeti kadar metodu da sorunlu gözüküyor. Referandum meselesi son bir ayda ortaya çıkmış bir mesele deÄŸil. Bir yıldan uzun bir süredir Barzani bu konudaki tutumunu her fırsatta dile getiriyor. Bunun için bir komisyon kurdu. 7 Haziran'da referandumun yapılacağı tarih ilan edildi. Bütün bu süre zarfında Türkiye hem Barzani'yi tatmin edecek hem de referandumun da tehir edilmesini saÄŸlayacak bir ara formül önerebildi mi? Merkezi hükümetle Erbil arasında bir ortaya yol bulmaya çalıştı mı? Bütün bu süreç boyunca anlamlı bir öneri ortaya koymayan, aktif bir diplomasi yürütmeyen Türkiye'nin referanduma bir aydan kısa bir süre kaldığı bir denklemde, iyi bir alternatif önermeden, referandumun yapılmamasını isteyen siyaseti müttefiÄŸi olan Barzani'yi sıkıntıya sokacağı ortadadır. Mesela, MGK toplantısının Eylül'ün 27'sinden 22'sine çekilmesi kararıyla Türkiye ne elde etmeyi umuyor? Bu kararı dış politika perspektifinden mi yoksa içeriye mesaj baÄŸlamında mı okumamız lazım? Az da olsa referandumun hala ertelenme ihtimali var. Pazar günü Referandum Yüksek Konseyi, ABD, Ä°ngiltere ve BM'nin sunduÄŸu alternatif teklifi tartışmak için toplandılar. Yine bu hafta Irak Kürdistan'ından bir delegasyon görüşmeler için BaÄŸdat'a gidecek. Düşük bir ihtimal de olsa burada referandum kararının tekrardan gözden geçirilmesini saÄŸlayacak bir karar çıkabilir. Ama eÄŸer çıkmazsa, 22'sinde yapılacak bir MGK toplantısının 25'inde yapılması planlanan bir referandumun yapılmamasını ne kadar saÄŸlayabilir? Irak Kürtleri'nin Türkiye'ye olan ihtiyacı ortada. Ancak Türkiye'nin ise az sayıdaki müttefiklerini bu ÅŸekilde heba etmesi ne kadar rasyonel bir siyaset?       
 
Meselenin mahiyetine dönecek olursak, referandum yapılamaz ve Barzani buradan siyaseten çok hırpalanarak çıkarsa, bunun kime yarayacağı kime de yaramayacağı belli. İran, Irak Merkezi Hükümeti ve PKK bu resimden kazançlı çıkacaklardır. Buna karşılık, Türkiye'nin hem bölgesel Kürt siyasetindeki hem de genel Irak siyasetindeki konumu daha da zayıflamış olacak. Dolayısıyla, referandumun tehirinin Barzani'nin siyasal hayatına mal olmaması için ona anlamlı bir çıkış planı veya taviz listesi sunulması gerekiyor.
 
Peki referanduma karşı çıkan Türkiye, mevcut işlemeyen statükonun dışında masaya bir öneri getiriyor mu? Veya soyut olarak ifade ettiği niyet beyanlarını daha somut başlıklara indirgemesi, politikalara dönüştürmesi gerekmiyor mu?
 
Türkiye, son dönemlerde bağımsızlık referandumuna karşı çıktığını ilan ettiği konuşma veya metinlerde, bir başlığa daha vurgu yapıyor. O da Türkiye'nin Irak Kürtleri'nin Merkezi Hükümet nezdinde sahip olduğu haklı taleplerini elde etmesi için gerekli arabulucuğu yapmaya hazır olduğu beyanıdır. Peki meşru talepler derken Türkiye neyi kastediyor? Irak Kürtleri, Bağdat'a dair dile getirdikleri şikayet listesinin en başında aşağıdaki başlıklar geliyor:
 
Birincisi; Irak Merkezi Hükümeti'yle Kürdistan bölgesinin daha önce üzerinde anlaÅŸmalarına raÄŸmen, hatta konuyu bir anayasa maddesinde (140. Madde) formüle etmelerine raÄŸmen ve onun da uygulanmaya konması için bir son tarih (31 Aralık 2007) belirlenmesine raÄŸmen, tartışmalı bölgelerin üzerinde, uzlaÅŸma saÄŸlanan formül aracılığıyla çözümü konusunda Merkezi Hükümet ayak diretiyor. Bu meselenin çözülmesi için üzerinde anlaşılan en son tarihin (31 Aralık 2007) üzerinden 10 yıl geçmesine raÄŸmen, Merkezi Hükümet bu konuda bir adım atmıyor. Türkiye, Irak Kürtleri'nin Irak anayasasının tartışmalı bölgelerle alakalı 140. Maddesinin uygulanması talebini haklı ve meÅŸru bir talep olarak görüyor mu? EÄŸer görüyorsa ve bu maddenin Kerkük'ü de içerdiÄŸi göz önünde bulundurulduÄŸunda, Türkiye'nin son dönemlerde Kerkük'le alakalı kullandığı etnik temalı dil Türkiye'nin hangi politikasına hizmet ediyor? Kerkük, Irak anayasasına göre tartışmalı bir bölge. Anayasanın 140. maddesine göre de Irak Merkezi Hükümeti'nin mi yoksa Kürdistan bölgesinin mi sınırlarına dahil olacağı 10 yıl önce belirlenmeliydi. Türkiye, bu konuda tek taraflı bir adım atılmamasını öneriyor. Irak Kürtleri ise Irak Hükümeti üzerinde anlaÅŸtığımız uzlaÅŸmaya dayalı anayasa maddesini iÅŸleme koymuyor diye yakınıyor. Ve muhtemelen BaÄŸdat, bu maddeyi hiçbir zaman uygulamaya koymaya da yanaÅŸmayacaktır.  Bu konuda Türkiye'nin önerdiÄŸi bir orta yol var mı? Veya bunun uygulama konulmasını saÄŸlayacak gücü? Türkiye, Irak Türkmenleri'nin geleceÄŸinin Kürdistan bölgesinden ziyade her gün daha fazla ÅžiileÅŸen ve Ä°ran'ın uydusuna dönüşen BaÄŸdat yönetiminde daha mı parlak olacağını düşünüyor?
 
İkincisi; Barzani, bağımsızlık referandumuyla alakalı yapılan gösterilerde birbirleriyle bağımlı iki konunun altını sıklıkla çiziyor. İlki, Irak Devleti'nin son sürat Şiileşmesi meselesi ve bunun bir yansıması olarak Sünnilerin ve Kürt'lerin merkezi devletin kurumlarındaki varlıklarının neredeyse sıfırlanması. Diğeri ise, normal şartlarda Peşmerge giderlerinin Irak Merkezi Hükümet bütçesinden karşılanması gerekiyor. 10 yıldan uzun bir süredir Merkezi Hükümet buna ayak diretiyor. Buna karşılık, Merkezi Hükümet sayıları 100-150 bin arasında olduğu tahmin edilen Haşdi Şabi Şii milislerine birkaç saat içerisinde resmî bir statü verip, bütün giderlerinin hükümetin bütçesinden karşılanması kararını aldı. Böylece Merkezi Hükümet, bütün masraflarını kendisinin karşıladığı bir paralel güvenlik mimarisinin meşruiyetini tescilledi. Barzani, bu siyasetin kendilerine, Irak'ın geleceğinde bir yerlerinin olmadığını gösterdiğini ifade ediyor. Türkiye, Barzani'nin bu şikayetini meşru bir talep olarak değerlendiriyor mu? Değerlendiriyorsa, Merkezi Hükümet nezdinde nasıl bir siyaset izleyebilecek?
 
Üçüncüsü; Barzani, Irak anayasasına aykırı olarak, Merkezi Hükümet'in Kürdistan bölgesinin Irak bütçesinde aldığı yüzde 17'lik payını 2014 yılında kestiÄŸini ve IŞİD'le giriÅŸilen amansız mücadele döneminde dahi bu kararını revize etmediÄŸini dile getiriyor. Bunun da Irak Merkezi Hükümeti'yle üzerinde anlaşılan anayasal hükümlerin pek bir anlamı olmadığını, merkezi hükümetin kendisini yeteri derecede güçlü hisssettiÄŸi ilk fırsatta bu hükümleri yok sayacacağını gösterdiÄŸini dile getiriyor. 
 
Dördüncü; Irak Kürdistanı, Kürdistan bölgesinde çıkan petrol ve doÄŸalgaz kaynakları üzerinde geniÅŸ bir yetki kullanmak istiyor. Anayasa'nın da buna imkan saÄŸladığını iddia ediyor. 
 
Bağımsızlık referandumuna karşı çıkan Türkiye, Irak Kürtleri'nin Bağdat'a yönelik meşru talepleri ve şikayetleri olduğunu düşünüyorsa, yukarıda sıraladığım başlıklarda nasıl bir yol haritası öneriyor?
 
Burada da saÄŸlıklı bir siyasetin izlenmesi Türkiye'nin genel olarak Bölgesel Kürtler'e, özel olarak da Irak Kürtleri'ne yönelik olarak nasıl bir algı ve bakış açısına sahip olduÄŸuyla yakından ilintilidir. Åžu sorularla meseleyi biraz daha açalım. Kürtler, ontolojik olarak Türkiye için bir tehdit mi arzediyor? Irak'da kurulacak bir Kürdistan, illa Türkiye için bir ulusal güvenlik sorununa mı dönüşmek zorunda? Veya mahiyeti ne olursa olsun ortaya çıkacak bir Kürt kuÅŸağı, Türkiye için her daim yok edilmesi gereken bir kırmızı çizgi midir?  EÄŸer bu her üç soruya verilecek cevap evet ise, ortada bir Kürdistan krizinden ziyade Türkiye'nin kimlik krizi var demektir. Bu da Türkiye'yi bölgesel ölçekte Kürt kimliÄŸinin ve ulus inÅŸa sürecinin kurucu ortak ötekisine dönüştürür.
 
Malum, gazeteler Genel Kurmay BaÅŸkanı Akar'ın ABD'li mevkidaşı Joseph Dunford'la yaptığı görüşmede, Türkiye'nin güney sınırlarında bir Kürt kuÅŸağı kurulmasına izin vermeyeceÄŸi mesajını ilettiÄŸini yazdılar. Aslında orada bir Kürt kuÅŸağı zaten var. Muhtemelen Akar, sosyolojik olarak orada varolan Kürt kuÅŸağının siyasal bir statüye kavuÅŸmalarına müsaade edilmeyeceÄŸini demek istedi. Peki, Türkiye'nin kendisini bölgede tekrardan anti-Kürt bir güce dönüştürmesi ne kadar rasyonel bir politika? Bu Türkiye'nin bölgesel pozisyonunu daha kırılgan kılmaz mı? Bu hem bölgesel hem de uluslarası güçlerin Türkiye'yi Kürtler ile terbiye etmesine zemin hazırlamaz mı? Bu siyaset, Türkiye'nin bölgede etkin bir aktör olmasının imkanlarını kısıtlar, onu Kuzey Suriye'den Kuzey Irak'a uzanan hata haps olmasına yol açar. 
 
Yine, BaÅŸbakan Yıldırım, Irak Kürdistanı'ndaki referandumum Türkiye için bir ulusal güvenlik meselesi olduÄŸunu ifade etti. Halbuki daha 2 yıl önce CumhurbaÅŸkanı ErdoÄŸan, Irak Kürtleri'nin bağımsızlık meselesinin Irak'ın içiÅŸleriyle alakalı bir mesele olduÄŸunu söylemiÅŸti. Söylemdeki bu deÄŸiÅŸim AK Parti'nin kısa süre içerisinde yaÅŸadığı siyasal dönüşümü de resmediyor. Daha kısa bir süre önce ABD'deki neo-con düşünce kuruluÅŸları, Irak Kürdistanı'nın Türkiye'nin bir ortak refah alanına (commonwealth) dönüştüğüne dair analizler yayınlıyorlardı. Ä°ran, Irak Kürtleri'nin bağımsızlığa gitme sürecini kendi sınırlarında Türkiye'nin nüfuzu altında ikinci bir Kıbrıs'ın ortaya çıkması olarak okuyor ve karşı çıkıyordu. ABD ve Irak Merkezi Hükümeti; Irak Kürtleri'nin Türkiye üzerinden dünyaya petrol satmasını, Halk Bankası üzerinde iÅŸlem yapmasını eleÅŸtiriyordu. Yine, 15 Temmuz darbe giriÅŸiminden sonra Irak Kürdistanı, FETÖ okullarına ilk el koyan yönetimlerin başında geliyordu. 
 
Peki nasıl oldu da kısa bir süre içinde Türkiye eliyle ve Türkiye güdümünde bir Kürdistan kuruluyor tartışmaları birden Ortadoğu'da ikinci bir İsrail kuruluyor komploculuğuna yerini bıraktı?

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.