Vahiy
"Kendi kendilerinin zalimleri" / Cevdet Said
Problem bizzat biz Müslümanlardan kaynaklanmaktadır! Çünkü hâlâ şerrin, kötülüğün, bâtılın ve zorbalığın gücü ve kudreti olduğuna inanıyoruz! Buna inandığımız kadar hayrın, iyiliğin, hakkın ve hürriyetin (baskı ve şiddete başvurmamanın) gücü ve kudreti olduğuna inanmıyoruz! Hâlâ baskının/zorbalığın Allah’ın yasası olduğunu zannediyoruz! Hayatımızı ifsat eden ve çekilmez hâle sokan işte bu kuruntularımızdır!
Cevdet Said
Malik bin Nebi’nin ortaya koymuÅŸ olduÄŸu ve “sömürüye elveriÅŸli olma durumu”nu ifade eden “el-qâbiliyye li’l-isti’mâr (colonisabilité; sömürülebilirlik)” kuramı Muhammed Ä°kbal tarafından farklı bir biçimde ifade edilmiÅŸ, keza Celal Nuri tarafından da öngörülmüş bir düşünce olup bu fikrin Kur’an’ın özünü yansıttığını düşünmekteyim.
Kur’an-ı Kerim “zâlimî enfusihim (öz benliklerinin zalimleri)”[1] kavramı ile insanların tasavvur dünyasında devrim yapmıştır. Zira Kur’an, insana kendi öz benliÄŸinden gelen zulme baÅŸkalarından ona yönelen zulümden daha çok ehemmiyet vermiÅŸtir. Hz. Ömer’in bu hususu derinden kavradığını onun (zaferi geciken) mücahit ordusuna yazmış olduÄŸu ÅŸu sözünden anlıyoruz:
“Ben sizinle ilgili olarak düşmanlarınızın daha güçlü olmasından çok bizzat sizin günahlarınızdan korkuyorum!”
Kur’an-ı Kerim; “kendi kendine zulmetti” (Bakara 2:231, Talak 65:1); “kendi kendine zulmettiniz” (Bakara 2:54, 187); “Onlara Allah zulmetmiyor, onlar kendi kendilerine zulmediyorlar” (Âl-i Ä°mran 3:117, Nahl 16:33), “kendi kendinize zulmetmeyiniz” (Tevbe 9:36); ve “kendi kendilerinin zalimleri” (Nisa 4:97, Nahl 16:28) gibi tanımlamalarla asıl zulme kuvvetle dikkat çekmektedir.
Nitekim, Uhud gazvesine katılanların o ağır yarayı aldıklarında “Bu nasıl olur!? Bu nasıl oldu da başımıza geldi!?” diye hayıflandıklarında Allah Teala bu musibetin kendi eserleri olduÄŸunu hatırlatmıştır:
“De ki: “Bunun sebebi sizsiniz! Allah her ÅŸeye bir ölçü koymuÅŸtur.” (Âl-i Ä°mran 3:117). Allah Teâlâ ‘Bu başınıza gelen musibet düşmanınızın gücünden ve bilgeliÄŸinden dolayıdır’ dememiÅŸtir, bilakis ‘kendi hatanız’ demiÅŸtir. Bu, Allah’ın koyduÄŸu (deÄŸiÅŸmez) yasasıdır. Birçok düşünür bilerek ya da bilmeyerek bu Kur’ani düşünceyi söylemlerinin başında ya da sonunda dile getirmiÅŸlerdir.
Bu yaklaşım Ä°slam dünyası ve yeryüzünün tüm mustazafları/ ezilenleri için büyük bir ilerlemedir. Nitekim bu anlayış, aynı zamanda Allah Rasulü’nün (s) bir hadis-i kutside haber verdiÄŸi bir husustur:
“… Ey kullarım! Bunlar sizin amelleriniz olup onları sizin için sayıyorum (istatistiki kaydını tutuyorum). Sonra bunların karşılığını size tastamam ödeyeceÄŸim. Öyleyse sizden kim bir hayırla karşılaşırsa Allah’a hamd etsin. Kim de hayır deÄŸil de baÅŸka bir ÅŸey bulursa, kendinden baÅŸka bir kimseyi kınamasın,başına geleni kendinden bilsin!” (Müslim, Birr 55, (2577); Tirmizî, Kıyamet 49, (2497).
Allah’ın kanunu budur. Nebilerin sonuncusu, âfak ve enfüs âyetlerinin/ dış ve iç dünya gerçeklerinin müjdecisi Rasulullah’ın (s); insanın, Allah’ın kendisine bahÅŸetmiÅŸ olduÄŸu ilim kudreti sayesinde yeryüzünde fesattan/ bozuluÅŸtan kurtulacağını söylemesi de bu yüzdendir. Her ne kadar âdemoÄŸlunun büyük çoÄŸunluÄŸu hâlâ kendi öz benliÄŸi yerine baÅŸkalarını kınamaya devam ediyor olsa da, yukarıda açıkladığımız Kur’ani, nebevi ve tarihî olguyu kavrayıp teyit eden düşünürlerin ortaya çıkıyor olmasından ÅŸahsen büyük memnuniyet duymaktayım.
BeÅŸeriyetin ortak atası Âdem aleyhisselam hata edip yasak bitkiyi yediÄŸinde; “Beni Åžeytan aldattı!” deyip suçu baÅŸkasına yıkmadı. Bilakis, eÅŸiyle birlikte ÅŸu itirafı yapıp Allah’tan özür diledi:
“Dediler ki: “Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik, ne ettikse kendimize ettik. Bizi bağışlamaz ve acımazsan, kaybedenlerden oluruz.” (A’râf 7:23). Ä°ÅŸte bu samimi itirafları sebebiyle yeryüzünde hilafete/ yöneticiliÄŸe ehil kabul edildiler. Böylece Âdem ile eÅŸinin seçilmesi, hatasını itiraf etme yerine (onu savunup) isyana yeltenen Ä°blis’in ise yenik düşerek kovulmayı hak etmesi süreci gerçekleÅŸmiÅŸ oldu. Nitekim bu Åžeytan, aynı yaklaşımı kıyamet günü de sergileyecek ve aklını çeldiÄŸi insanlardan beri olduÄŸunu iddia edecektir:
“Ä°ÅŸ bitince Åžeytan der ki: “Allah’ın size verdiÄŸi söz doÄŸru idi. Ben de söz verdim ama yalanım ortaya çıktı. Zaten sizi zorlayacak bir üstünlüğüm (gücüm, yetkim) yoktu; sadece çağırdım, siz de hemen bana uyuverdiniz. Öyleyse beni kınamayın, kendinizi kınayın! Ne ben sizi kurtarabilirim ne de siz beni kurtarabilirsiniz. Dünyada beni Allah’a ortak saymanızı da reddetmiÅŸtim. Yanlış yapanların payına düşen acıklı bir azaptır.” (Ä°brahim 14:22).[2]
Peki, o hâlde problem nedir? Problem ÅŸu hakikati henüz yeterince kavrayamamış olmamızdır: Mutlak galip Allah’ın kendisine üflemiÅŸ olduÄŸu ruh sayesinde insan her türlü zorluÄŸun üstesinden gelecektir. Keza, insanlar hayır ile ÅŸerri, iyi ile kötüyü birbirinden ayırt etmemizi saÄŸlayan akıl nimetinin kıymetini anlayacak, böylece problemin sömürgecilerden, Yahudilerden, Amerika’dan ya da Åžeytan’dan kaynaklanmadığını idrak edecektir.
Problem bizzat biz Müslümanlardan kaynaklanmaktadır! Çünkü hâlâ ÅŸerrin, kötülüğün, bâtılın ve zorbalığın gücü ve kudreti olduÄŸuna inanıyoruz! Buna inandığımız kadar hayrın, iyiliÄŸin, hakkın ve hürriyetin (baskı ve ÅŸiddete baÅŸvurmamanın) gücü ve kudreti olduÄŸuna inanmıyoruz! Hâlâ baskının/zorbalığın Allah’ın yasası olduÄŸunu zannediyoruz! Hayatımızı ifsat eden ve çekilmez hâle sokan iÅŸte bu kuruntularımızdır!
Kavramlar ve isimler kendi baÅŸlarına bir anlam ifade etmezler. Bu yüzden doÄŸrudan olgulara yönelmekgerekir. Zira doÄŸru yolu aydınlatan onlardır. Ä°nsanın bilme/öğrenme ve yaratılmışlara boyun eÄŸdirme/kendine hizmet ettirme gücünü, kuvvetini ve otoritesini elbette keÅŸfedeceÄŸiz. Ä°ÅŸte o zaman bizi hiç kimse zelil duruma düşüremeyecektir! Ne sömürge düzeni, ne de yeryüzünün diÄŸer müstekbirleri/kodamanları… Tevhidi yeniden keÅŸfedeceÄŸiz. Ä°ÅŸte o zaman tüm evrenlerin Rabbi Allah dışında hiç kimse bize kendisine kulluk etmemizi dayatamayacaktır vesselam…
Çeviri: Fethi Güngör
[1] Bu kavram Kur’an-ı Kerim’de “zâlimî enfusihim” formunda iki yerde geçmektedir:
“Melekler, kendi kendilerine zulmederek yazık ederken (yanlışlar içindeyken) canlarını aldıkları kimselere; "Ne hâldeydiniz?" diye soracaklar, onlar: "Biz dünyada güçsüz hâle getirildik." diyecekler. Melekler de: "Allah'ın toprağı geniÅŸ deÄŸil miydi, hicret etseydiniz ya!" diyeceklerdir. Varıp kalacakları yer cehennemdir. Ne kötü yere düşmedir o!” (Nisa 4:97).
“Kendilerine zulmederek kötü duruma düşmüş hâlde meleklerin vefat ettirdiÄŸi kimseler hemen teslimiyet gösterir ve “Kötü bir ÅŸey yapmıyorduk ki!” derler. Allah ne yaptığınızı eksiksiz bilir!” (Nahl 16:28). (Mütercim).
[2] Bu meyanda ÅŸu âyet-i kerimeyi de hatırlamak gerekir: “Topraktan sizi oluÅŸtururken de analarınızın karnında birer cenin iken de sizi en iyi bilen O’dur. Nefsinizi tezkiye etmeye/ kendinizi iyi göstermeye kalkmayın! Fıtri/doÄŸal yapısını kimin koruduÄŸunu en iyi O bilir.” (Necm 53:32). (Mütercim).
kaynak: Diriliş Postası
Henüz yorum yapılmamış.