Sosyal Medya

Güncel

Yıldıray Oğur: Bir 'korktuğunun başına gelmesi' hikâyesi

Sınırlarmızın ötesinde bir Kürt devleti kurulacak korkusu, sınırlarımız içinde bir Kürt devleti isteyen insanların ortaya çıkmasına sebep olmuştu. 49’lar davası aslında bugün hala süren sorunların da kapısını açmıştı.



Yıldıray Oğur - KARAR

BaÅŸbakan Menderes, 14 Temmuz 1958 günü YeÅŸilköy Havaalanı’nda zirve için BaÄŸdat’tan gelecek genç kralın uçağının inmesini bekliyordu. Kral II. Faysal, 23 yaşındaydı. Ama tahta 19 yıl önce, henüz dört yaşındayken çıkmıştı. Bütün dünya bir kralın büyümesini izlemiÅŸti. O kadar meÅŸhurdu ki 'Siyah Altın Toprakları' macerasında Tenten’in petrolün peÅŸinde Orta DoÄŸu’daki Khemed Krallığı’na gidip, kurtarmaya çalıştığı genç Prens Abdullah karakterini de Herge, çocuk Kral Faysal’dan esinlenerek çizmiÅŸti. 

Büyük dedesi “Araplar bizi arkadan vurdu”nun baÅŸ kahramanı Mekke Emiri Åžerif Hüseyin’di. Emirin oÄŸlu I. Faysal, Ä°ngilizler tarafından Irak Kralı ilan edilmiÅŸ, 48 yaşında şüpheli bir kalp kriziyle vefat edince yerine tek oÄŸlu Gazi oturmuÅŸtu. Altı yıllık hanedanlığından sonra, o da spor arabasıyla yine şüpheli bir kaza yapıp ölünce HaÅŸimi saltanatından geriye sadece 4 yaşındaki oÄŸlu Faysal kalmıştı.

*** 

1953’de 18 yaşına girene kadar amcası Abdullah’ın nezaretinde ülkeyi yöneten Faysal büyürken komÅŸu ülkeler de karışmıştı. Türkiye çok partili hayata geçmiÅŸ, Ä°ran’da BaÅŸbakan Musaddık bir darbeyle devrilmiÅŸ, ilk Kürt devleti Mahabad Cumhuriyeti yıkılmış, SoÄŸuk SavaÅŸ kızışmıştı. Buna karşı, 1955 yılında ABD ve BirleÅŸik Krallık, Ä°ran, Irak, Pakistan ve Türkiye arasında doÄŸunun NATO’su olarak bilinen CENTO’yu (BaÄŸdat Paktı) kurdurmuÅŸtu. Zaten kral da ertesi gün Ä°stanbul’da baÅŸlayacak CENTO toplantısı için Türkiye’ye geliyordu. Havaalanında Menderes’le birlikte kralı bekleyenler arasında yeni dünürleri de vardı. Åžerif Hüseyin’le kötü hatıralardan sonra II. Faysal son padiÅŸah Sultan Vahideddin ile son Halife Abdülmecid Efendi'nin torunu Hanzade Sultan’ın 17 yaşındaki kızı Fazile ile niÅŸanlanmış, Türkiye’nin damadı olmuÅŸtu. Sık sık Ä°stanbul’a geliyordu.

Fakat o gün uçağı bir türlü YeÅŸilköy’e inmedi. Kötü haber, havaalanına inen Irak Havayolları uçağının pilotuyla gönderildi; “Kral Faysal’ı darbeyle devirdik, onu Ä°stanbul’a göndermeyeceÄŸiz.”

14 Temmuz sabahı Ä°stanbul’a yolculuk için uyanan Kral, sarayı basan öfkeli askerlerle karşılaÅŸmışı. Amcası, teyzeleri, halaları, vahÅŸice öldürüldü, cesetleri sokaklarda sürüklendi, sarayın camlarından asıldı. Yaralı kurtulan genç kral ise kaldırıldığı hastanede, doktorlar müdahale etmeyince kan kaybından hayatını kaybetmiÅŸti. Amerikan yanlısı HaÅŸimi Krallığı yıkılmış, yerine Sovyetlere yakın Irak Cumhuriyeti kurulmuÅŸtu.

Darbenin liderleri iki generaldi; Abdülkerim Kasım ve Abdülselam Arif. Kasım, Sovyet yanlısıydı, en büyük destekçisi, özellikle Kürt bölgesinde etkili Irak Komünist Partisi’ydi. Arif ise Cemal Abdülnasır’ın Mısır ve Suriye’yi birleÅŸtirerek kurduÄŸu BirleÅŸik Arap Cumhuriyeti yanlısı milliyetçi Baascılar tarafından destekleniyordu. 

***

Darbeye Türkiye’nin ilk tepkisi sert oldu. Ä°ki yıl sonra kendisini de benzer bir akıbetin beklediÄŸinden habersiz Menderes “Darbeci maceraperestlerin hedefi BaÄŸdat Paktı yıkmak” diyerek Sovyetleri suçladı. Ordu birlikleri Irak sınırına doÄŸru kaydırıldı. Yeni rejimin hamisi Sovyetler, Ankara’yı herhangi bir müdahale ihtimaline karşı uyardı. Amerikan istihbarat raporlarına göre ise Türkiye’nin esas kaygısı, sınırlarının öteki tarafında bir Kürt devleti kurulmasıydı.

Darbeden iki gün sonra Türkiye’nin çekindiÄŸi destek gelmiÅŸti. Yasadışı ilan edilmiÅŸ Irak Kürdistan Demokrat Partisi’nin Moskova’daki lideri Mustafa Barzani, Kasım’a bir mesaj gönderip yeni cumhuriyete desteÄŸini bildirdi.

Molla Mustafa Barzani, 16 yaşında aÄŸabeylerinin yanında Ä°ngilizlere karşı isyana katılmış, 29 yaşında Barzan aÅŸiretinin reisi olmuÅŸ, 1943'te BaÄŸdat yönetimine karşı isyanı baÅŸlatmış, iki yıl sonra isyan bastırılınca aÅŸiretini alıp Ä°ran'a geçmiÅŸ, 1946'da Mahabad Kürt Cumhuriyeti'nin Genelkurmay BaÅŸkanlığı’nı yapmış, bir yıl sürmeden Ä°ran  orduları Mahabad’a girip, Cumhuriyet’e son verince de 1947’de PeÅŸmergeleriyle birlikte Türkiye içinden geçip, SSCB'ye kaçmıştı.

Kasım’dan dönüş izni gelince, 11 yıl kaldığı Moskova’dan ayrıldı, önce BükreÅŸ ve Prag’da devlet baÅŸkanlarıyla görüşüp oradan Kahire’ye geçti, burada Cemal Abdünnasır’la buluÅŸup destek aldı ve törenlerle 11 yıl ayrı kaldığı Barzan Köyü’ne döndü.

Yeni kurulan Cumhuriyet’in anayasasına iki kurucu unsur olarak Araplar ve Kürtler girmiÅŸlerdi. Türkmenler için tehlike sinyalleri çalıyordu. Ama Türkmenler için esas tehdit darbeyi yapan koalisyonun çatlamasıyla ortaya çıktı. Darbenin lideri Kasım, Arap milliyetçisi Arif’i tasfiye etmiÅŸti. Türkmenler de uzun süredir Arap milliyetçileriyle birlikte hareket ediyordu.

Milliyetçi askerlerin ilk isyanı 1958 Mart’ında Albay Åžavvaf liderliÄŸinde Musul’da çıktı. Ä°syanı çoÄŸunluÄŸu Kürtlerden oluÅŸan Irak Komünist Partisi’nin Halk DireniÅŸ Örgütü’ne baÄŸlı milisler kanla bastırdı, Barzani’nin partisinin milisleri de onlara yardım etmiÅŸti. Musul’da büyük katliamlar yaÅŸanmıştı.

Baba Gurgur’da dünyanın gözünün üstünde olduÄŸu petrol yatakları keÅŸfedilmiÅŸ Kerkük’te de tansiyon yükseliyordu. 1957 sayımına göre ÅŸehrin yüzde 37’si Türkmenler, yüzde 33’ü Kürtler ve geri kalanı da Arap Süryanilerden oluÅŸuyordu. Kerkük’teki Türkmenler ÅŸehirli, eÄŸitimli ve varlıklı iken Kürtler çoÄŸunlukla köylü ve yoksuldu.  Bu sınıfsal gerilimin üstüne yoksul Kürtlerin Irak Komünist Partisi ve KDP tarafından örgütlenmesi, Türkmenlerin ise buna karşı Turancı fikirler veya Nasırcı Arap milliyetçileriyle birlikte hareket etmesinin sancıları da eklenmiÅŸti. 

Ä°lk gerginlik Molla Mustafa Barzani’nin Kasım ayındaki Kerkük ziyaretinde yaÅŸandı. Komünist Partili milislerle , Türkmenler arasında çatışmalar yaÅŸandı. Çatışmalar sırasında Kürt kaynakları göre Barzani’yi taşıyan helikopter bomba koyduÄŸu ortaya çıkınca Türkmen kaynaklara göre ise çatışmaları yatıştırmaya çalışırken ÅŸehirdeki 2. Ordu’nun Türkmen Komutanı Hidayet Arslan kalp krizi geçirerek vefat etti. 

Nisan ayında bu kez Türkmen komutan Mustafa Dabak’ın BaÄŸdat yönetimine karşı isyan giriÅŸimi, artık çok güçlenmiÅŸ olan Komünist milisler tarafından sert biçimde bastırıldı. Türkiye’deki gazetelerde Kerkük’te Türkmenlerin Kürtler tarafından katledilip, yerlerine Moskova’dan silahlı Kürtlerin yerleÅŸtirildiÄŸi, BaÄŸdat rejimin Kerkük’ün demografisinin deÄŸiÅŸtirdiÄŸi haberleri çıkmaktaydı.

Ama kimse Kerkük’te olan bitenlerin Türkiye’de onlarca yıl sürecek Kürt meselesini tetikleyeceÄŸini tahmin edemezdi.

Aslında 1931 AÄŸrı Ä°syanı ve 1938 Dersim isyanı ve katliamı sonrasında Kürt meselesi derin bir uykuya dalmıştı. 1950’de sorunun baÅŸ müsebbibi görülen CHP tek parti iktidarının yıkılıp DP’nin iktidara gelmesine Kürtler de  büyük destek vermiÅŸti. DP, hem Dersim’de hem de Diyarbekir’de bütün milletvekillerini kazanmıştı.

Demokrat Parti’nin listelerinde tek parti rejimiyle kavgalı Kürt liderler ve aÅŸiretlerinin temsilcileri vardı. AÄŸrı’dan 1931 AÄŸrı Ä°syanı’na katılmış, isyanda daÄŸda yaÅŸamış Halis Öztürk, Erzurum’dan Åžeyh Said’in torunu Abdülmelik Fırat, Elazığ’dan  Suriye’ye göç edip, Suriye KDP’sini kurmuÅŸ Nurettin Zaza’nın kardeÅŸi Suphi Ergene, sürgün edilmiÅŸ Åžeyh Abdülbaki Küfrevi’nin oÄŸlu Kasım Küfrevi, MuÅŸ Oxin ÅŸeyhlerinden Giyaseddin Emre, Bitlis’ten Åžeyh Selahaddin Ä°nan (Kamran Ä°nan’ın babası), Urfa’dan Ömer Cevheri (Necmettin Cevheri’nin babası) , Diyarbakır’dan EnsarioÄŸlullarından Celal Yardımcı, Bucaklardan Mustafa Remzi Bucak, Mardin’den Bahaddin Erdem (Zeynel Abidin Erdem’in amcası) gibi uzun yıllar bölgede kuÅŸaklar boyu siyaset yapacak aileler DP listelerinden Meclis’e girmiÅŸti.  (Kaynak; Kürt Sorunu/Altan Tan/TimaÅŸ Yayınları)

1954 seçimlerinde bir kısmı Kürtçülük ithamlarıyla lise dışı kalsa da bir zamanların isyancı Kürt aÅŸiretleri ve ÅŸeyhlerinin çoÄŸunluÄŸu, DP ve Ankara siyasetiyle entegre olmuÅŸtu. BaÅŸarılı entegrasyonun bir baÅŸka iÅŸareti de ortaya çıkan Kürt orta sınıfıydı. Doktor, avukat, askerlik gibi mesleklerde görünmeye baÅŸlayan Kürt orta sınıfının çocukları da Ä°stanbul ve Ankara’daki iyi üniversitelerde okuyordu.  Bir kısmı Diyarbakır, Bingöllülerin kurduÄŸu yurtlarda kalan öğrencilerin Kürt kimlikleriyle baÄŸlarıysa, yaptıkları sazlı sözlü ÅŸehir gecelerinden ve kurulan bir kaç hemÅŸehri derneÄŸinden fazlası deÄŸildi. 

Ama 1959 yılında Meclis’e verilen bir soru önergesi bir anda asabiyet duygularını yeniden kabartacaktı.

Aslında Irak’ta meydana gelen çatışmalarla ilgili Türkiye’nin resmi pozisyonunu DışiÅŸleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu “Irak da BirleÅŸik Arap Cumhuriyeti de (Mısır-Suriye) dostumuzdur, aralarındaki anlaÅŸmazlığın hallini temenni ederiz” diye açıklamıştı. Henüz Türkiye’nin Kıbrıs gibi henüz bir Kerkük hassasiyeti de yoktu.

DışiÅŸleri Bakanı’nın açıklamayla tatmin olmayanlar da vardı.

***

CHP NiÄŸde Milletvekili Asım Eren, Kore’de savaÅŸmış, “Haberalma, propaganda ve mukabil mücadele esasları. (Su uyur; düşman uyumaz!)” diye bir kitap da yazmış emekli bir kurmay albaydı.

8 Nisan 1959 günü Meclis’te DışiÅŸleri Bakanı Zorlu’ya bir sözlü önergesiyle sordu:

“Irak Anayasası yalnız Arap ve Kürtlere siyasi haklar tanıyan hükümler ihtiva etmektedir. General Abdülkerim Kasım’ın beyanlarında da Türklerin haklarından bahseden pasajlara rastlanılmamaktadır. Komünistlere alet olan Kürtler, Irak Türklerine zaman zaman silahlı tecavüzlerde bulunmaktadır. Irak hükümeti de Türkleri sosyal ve kültürel alanda ÅŸiddetli baskın altında tutmaktadır. Hükümetin alacağı tedbirler nelerdir? Gerekirse mukabeleyi bilmisil yapılması düşünülmekte midir?”

Soru önergesindeki “Mukabeleyi bilmisil” ifadesi fitili ateÅŸlemiÅŸti.

14 Nisan 1959 günü, Ä°stanbul’da okuyan 102 Kürt öğrenci, Asım Eren’in sözlü sorusunu Kürtlere yönelik bir tehdit olarak deÄŸerlendirip, protesto için CHP’ye toplu telgraf çektiler. Asım Eren’i Türkiye Kürtlerine düşmanlıkla, Moskof uÅŸaklığıyla, memleketi parçalama temayülüyle suçlayan telgraf çok sertti:

“Vatan menfaatlerinde Türkiye Kürtlerinin hassasiyeti, namus ve dindarlığı, sizinkiyle kıyas kabul etmez. Milletin menfaatlerini herÅŸeyden üstün tuttukları için suratınıza asilce bir tokat atan Kürtler, cumhuriyet Türkiyesinin istiklal ve bütünlüğünde büyük hissesi olan ve ülkenin birliÄŸini muhafazada mertçe duran vatandaÅŸlardır. Türkiye’de sizin gibi hortlak zihniyet eserlerinin çok az olduÄŸuna inanıyor, bu hareketinizle Türk amme efkarı nazarında yaÅŸayan bir ölü olduÄŸunuzu hatırlatıyoruz”

Telgrafın altındaki imzada şöyle yazıyordu: Ä°stanbul’da Yüksek Tahsilde bulunan Kürt gençleri.

Telgraf ertesi gün CHP’ye yakın, yazarları arasında Çetin Altan, Aziz Nesin, Ä°lhami Soysal gibi isimlerin olduÄŸu AkÅŸam Gazetesi’nde ÅŸu baÅŸlıkla verildi: “102 Ãœniversiteli Kürtlük iddiasında bulundu”

Telgrafın içindeki vatanseverlik vurguları dahi dikkatlerin imzaya kaymasına engel olamamıştı. Asım Eren, “mukabeleyi bilmisilden” Türkiye’deki Kürtleri kastetmediÄŸini açıklasa ve Moskof oyununa gelmeyin dese de de artık cin ÅŸiÅŸeden çıkmıştı.

20 Nisan 1959 günkü gazetelerde Gençlik içindeki gizli, yıkıcı, bölücü faaliyetlerle mücadele için BaÅŸvekillikte bir özel büro kurulduÄŸu haberleri çıktı.  Aynı tarihlerde Emniyet’te Ä°kinci Åžube müdürlüğüne daha sonra, devletin Kürt meselesindeki kara kutusu haline gelecek Fatsa Kaymakamı Ergun Gökdeniz getirilmiÅŸti. 

Kerkük’ten kötü haberler gelmeye devam ediyordu. Esas büyük katliam 14 Temmuz 1959’da darbenin yıldönümü kutlamaları sırasında yaÅŸandı. Yeni rejime baÄŸlılıklarını göstermek isteyen Türkmenler Kerkük’ü taglarla donatmışlardı. Ama Komünist Parti’nin Halk DireniÅŸ milisleri de askeri nizam içinde kutlamaların olduÄŸu yere gelmiÅŸler, Türkmenlere yönelik sataÅŸmalarla baÅŸlayan olaylar, ordunun da sessiz kalmasıyla, bir katliama dönüşmüştü. Türkiye basınına düşen haberlere göre 50 ile 500 arasında Türkmen öldürülmüştü.

Katliam karşısında gözyaÅŸları içinde açıklamalar yapmış General Kasım, Komünist Parti’nin milis örgütünü laÄŸvettiÄŸini açıklamıştı. 

Kerkük’ten gelen haberlerse Türkiye’yi germeye devam etmekteydi.

O sıralarda Diyarbakır’da çıkan Yurt Gazetesi’nde gazeteci Musa Anter’in Kımıl adlı Kürtçe ÅŸiiri yayınlandı. Åžiirin bu dizesi devletin Kürtçülük tedirginliÄŸini daha da artırmıştı:  “Ãœzülme bacım, seni kımıl, süne ve sömürenlerin zararından kurtaracak kardeÅŸlerin yetiÅŸiyor artık.” Anter ve derginin yöneticileri hakkında dava açıldı.

Ankara’da istihbarat raporları dolaÅŸmaya baÅŸlamıştı. Daha sonra Yön dergisi tarafından bulunup yayınlanacak iki rapor devletin zirvesinde tartışılmıştı.

Raporlardan  31 Temmuz 1959 tarihli olanı Emniyet teÅŸkilatı istihbaratında çalışan, ABD’de eÄŸitim almış Ergun Gökdeniz’e aitti.  12 Aralık 1959 tarihli raporsa MÄ°T’in öncüsü Milli Emniyet Hizmetleri’nin (MAH) reisi Zeki Selışık’ındı.

“Kürtçülük hareketinin bugünkü durumu” baÅŸlıklı raporlarda özetle şöyle deniyordu: “14 Temmuz 1958 Irak Ä°htilali’nin ardından Türkiye’deki Kürtçülük faaliyetleri arttı. Ankara ve Ä°stanbul’daki öğrenciler arasında Kürtçülük faaliyetleri seziliyor ve artış gösteriyor. Elde yeterli delil yoksa da ani bir baskınla bu deliller bulunabilir. 40-50 kiÅŸi tutuklanırsa Kürtçülük faaliyetleri uzun bir süre durdurulacaktır.”

Raporda bu tutuklamaların dışarıya “Komünist Kürt hareketi” olarak sunulmasıyla ABD’den de destek alınabileceÄŸi tavsiyesine yer verilmiÅŸti.

***

Bu tavsiye o sırada DP iktidarının en çok ihtiyacı olan ÅŸeydi. Ekonomik krizle mücadele eden Menderes, ekim ayında yardım için ABD’ye gitmiÅŸ ama eli boÅŸ dönmüştü. Hatta Menderes, tam bir anti-komünist olan ABD BaÅŸkanı Eisenhower’ı, destek için Moskova’yı ziyaret etmekle bile tehdit etmiÅŸti. Belki de bu yüzden Eisenhower 7 Aralık günü Pakistan’a giderken, Ankara’ya da uÄŸramış, 17 saat kaldığı baÅŸkentten “Kalbinin fethedildiÄŸini” söyleyerek ayrılmıştı. Ve 10 gün sonra...

17 Aralık 1959 günü Türkiye’nin farklı ÅŸehirlerden 50 eÄŸitimli, varlıklı Kürt gözaltına alınarak Ä°stanbul’daki Harbiye Kışlası’na getirildi.

Tutuklananlardan biri binbaşı altısı subay, 4’ü avukat, 2’si doktor, 2’si gazeteci, 3’ü tüccar, biri mühendis, 2’si nakliyeci, 1 işçi, 1 muhasebeci, 1 memur, 1 fabrikatör ve 27’si de öğrenciydi. Öğrenciler, 7 ay önceki telgrafın altına imzası olan öğrencilerdi.

Ertesi günkü gazetelerde bu tutuklamalarla ilgili sadece “Gizli bir teÅŸkilat hakkında neÅŸir yasağı konuldu” haberleri yer aldı.

Önce 40 kiÅŸi, Harbiye Kışlası’nın altındaki tek kiÅŸilik 40 hücreye kapatıldı. Sonra 10 kiÅŸi daha getirildi. Dört ay boyunca yakınları, avukatlarıyla görüşmeden, birbirlerinden de habersiz olarak tek kiÅŸilik hücrelerde tutuldular. Kötü koÅŸullar yüzünden Ankara Hukuk Fakültesi üçüncü sınıf öğrencisi Emin Batu rahatsızlanıp, kan kusarak vefat edince, sayıları 49’a düşmüştü. Ölmeden önce duvarına kanıyla “Esaret bahçesinde bir gül olmaktansa, hürriyet bahçesinde bir diken olmayı tercih ederim” yazdığı söylenir.

MeÅŸhur  “49’lar davası” nın sanıklarıydılar.

Tutuklamalarından altı ay sonra 27 Mayıs darbesi oldu. Hücrelerini ziyaret eden bir general “Bunlar niye yatıyor” diye sorunca, bir asker “Kürtçülük” diye cevap vermiÅŸ, general “Nedir Kürtçülük, .okçuluk ” diye tepki göstermiÅŸti.  Sanıklardan tıp öğrencisi Said Kırmızıtoprak “Bence siz ezilmiÅŸ bir Balkan göçmenisiniz” deyince kısa süreli bir gerginlik yaÅŸanmıştı.

Solcular olanları, dindar olanları vardı. Aralarında “kendimize Kürt demeyelim”, “solcu kitaplar almayalım, bir de kendimize komünist dedirtmeyelim” türü tartışmalar oluyordu.

Darbeden üç ay sonra Ä°stanbul’dan Ankara’daki bir askeri cezaevine nakledildiler. Darbeden ancak 8 ay sonra mahkeme önüne çıkarıldılar. Ä°ddianamedeki suçlama

“Yabancı devletler müzaheretiyle devletin birliÄŸini bozmaya ve devletin hakimiyeti altında bulunan topraklardan bir kısmını devletin idaresinden koparmaya matuf hareketler”di. Fakat, çoÄŸu birbirini hapiste tanımış, iÅŸ güç sahibi insanlar ve öğrencilerden oluÅŸan 49 kiÅŸinin Kürtçülük yaptığına dair ortada bir delil yoktu. Adalet duygusu kuvvetli bir askeri hakime denk geldiler ve 1.5 ay sonra hepsi tahliye edildiler. Mahkemeleri dört yıl daha sürdü. Kürtçülük, komünistlikten ceza alanlar oldu ama çoÄŸunluÄŸu beraat etti.

***

Ama altı yıl sonra artık onlar hapishaneye giren o 49 kişi değillerdi.

Gözaltına alındığında Bingöllü varlıklı bir muhasebeci olan Said Elçi, 1965 yılında Barzani’nin Kürdistan Demokrat Partisi’nin Türkiye ayağını kurdu. 1971 yılında Kürt örgütleri arasındaki hesaplaÅŸmada öldürüldü.

Tutuklandığında herkesin sevdiÄŸi, neÅŸeli bir Dersimli Tıp fakültesi öğrencisi olan Sait Kırmızıtoprak, bir süre Anadolu’nun çeÅŸitli ÅŸehirlerinde doktorluk yaptıktan sonra, Dr. Åživan adıyla Kürtlük üzerine kitaplar yazdı, 1969’da Irak’a geçerek Türkiye’de Kürdistan için savaÅŸan ilk silahlı örgütü T-KDP’yi kurdu. O da aynı yıl iç çekimeler yüzünden öldürüldü.

Tutuklandığında  Kars’ta doktorluk yapan Naci Kutlay, çıktıktan sonra Türkiye İşçi Partisi’nde siyasete girdi, daha sonra Devrimci DoÄŸu Kültür Ocakları (DDKO)’da yöneticilik yaptı.

Tutukladığında iktisat Fakültesi öğrencisi olan YaÅŸar Kaya, 1965’den sonra sol ve Kürt hareketi içinde yer aldı. 1991 yılında PKK’nın ilk siyasi partisi DEP’in genel baÅŸkanlığını, Özgür Gündem gazetesinin yöneticiliÄŸini, sürgündeki Kürt Parlamentosu’nun baÅŸkanlığını yaptı.

Musa Anter, Diyarbakırlı bir gazeteci olarak girdiÄŸi hapisten, Kürt meselesi üzerine yazan bir Kürt aydın olarak çıktı ve ömrünün sonuna kadar Kürt meselesi üzerine yazdı. 1992’de Diyarbakır’da öldürüldü. Davası hala devam ediyor.

Tutuklandığında Hukuk Fakültesi 2. Sınıf öğrencisi olan Åžerafettin Elçi’nin de bütün hayatı Kürt meselesi etrafında geçti.  1978 Bayındırlık Bakanı oldu. “Ben kürdüm ve Kürtler vardır” dediÄŸi için 12 Eylül rejimi tarafından tutuklandı. Vefatından önce DTP milletvekili olarak Meclis’e girdi.

Medet Serhat, Hukuk fakültesini yeni bitirmiÅŸ, 1959’daki telgrafı örgütleyen genç bir avukat adayıydı. Tahliye olduktan sonra o da Kürt siyasi hareketleri içinde yer aldı. 1994 yılında evinin önünde öldürüldü.

Tutuklandığında 55 yaşında olan Esat CemiloÄŸlu, Paris’te mühendislik okumuÅŸ, Türkiye’deki boksun öncülerinden, milli bir boksör olarak girdiÄŸi cezaevinden hayal kırıklıklarıyla çıktı. Siyasette Kürtlük hem veto yemesine neden oldu.

Hukuk Fakültesi son sınıf öğrencisi Nurettin Yılmaz, 1980’de CumhurbaÅŸkanlığı’na aday olmuÅŸtu. Ä°lk Kürt cumhurbaÅŸkanı adayı olarak kendisini tanıtmasının cezasını da 80 darbesinden sonra Diyarbakaır Cezaevi’nde iÅŸkence olarak gördü. 

Canip Yıldırım, Yavuz Çamlıbel ve diğerleri...

1959 yılında, kendilerini “Türkiyenin istiklal ve bütünlüğünde büyük hissesi olan ve ülkenin birliÄŸini muhafazada mertçe duran vatandaÅŸlar” olarak tanımlayan öğrencilerinden, devlet muhalif Kürt siyasetçiler yaratmayı baÅŸarmıştı.

Altı boÅŸ bir Kürtçülük suçlamasıyla baÅŸlayan maÄŸduriyetler, Kürt meselesini yeniden canlandırmıştı. Kürt orta sınıfının okumuÅŸ ve varlıklı bir kesimi politikleÅŸmiÅŸ, 1959’da “Vatan menfaatlerinde Türkiye Kürtlerinin hassasiyeti, namus ve dindarlığı, sizinkiyle kıyas kabul etmez” diyen Kürtler demokrat çizgiden solculuÄŸa doÄŸru kaymıştı.

Sınırlarmızın ötesinde bir Kürt devleti kurulacak korkusu, sınırlarımız içinde bir Kürt devleti isteyen insanların ortaya çıkmasına sebep olmuÅŸtu. 49’lar davası aslında bugün hala süren sorunların da kapısını açmıştı.

58 yıl sonra tarih tekrarlanıyor. Aynı korkular, aynı hataları doğuruyor. Umalım ki aynı hatalar da bu kez aynı sonuçları doğurmasın.

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.