Sosyal Medya

Düşünce Platformu

Yıldıray Oğur'dan Şerif Mardin yazısı: İkinci sezonu şimdi kim yazacak?

Belki kitapları çok satılmadı, herkes oturup makalelerini okumadı ama onun kendileri hakkında “iyi konuşan” biri olduğunu düşündüler. İslam’a ve Müslümanlara Türkiye tarihindeki hakkı olan yerini veren ve bunun üzerine düşünmeye ve yazmaya cesaret eden merkezdeki bir beyaz adam olarak çevredekilerin takdirini kazandı.



Yıldıray Oğur - KARAR

Adı, Kavallı Mehmet PaÅŸa’nın Kahire’deki konağında yetiÅŸmiÅŸ Halil Åžerif PaÅŸa’dan geliyordu. Yıllar sonra merkez-çevre iliÅŸkilerini yazarken anlatacağı Osmanlı’nın yasal özerklik verip, gevÅŸek baÄŸlarla kendine baÄŸladığı ama sonra bu gevÅŸek baÄŸların isyanlara sebep olduÄŸu güçlü ailelerinden biriydi Kavalılar.

Halil Åžerif PaÅŸa, daha sonra çevreden merkeze gelip Osmanlı’ya sefir olmuÅŸ, Paris’teki sefaret günlerindeki debdebeli hayatı ve erotik kadın tablolarından oluÅŸan koleksiyonuyla, yine Mardin’e göre Tanzimat’ın çevrenin en çok tepkisini çeken merkezdeki “Bihruz bey” lerinden birine dönmüştü.

Abdülhamit’in cülus töreninde güneÅŸ çarpması sonucu ölümünün ardından aile içinde baÅŸlayan miras kavgasını çözmek için Ä°stanbul’a gelen kızı Leyla Åžerife, burada tanıştığı hukukçu Muhammed Arif Bey’le evlenmiÅŸti.

***

Mardin soyadı da Kasımiyye medreselerinde 600 yıl boyunca müderrislik yapan bu Mardinli ulema ailesinden mirastı. Baba tarafından dedesi Mardinizade Arif Bey 1892 yılında “Artık medresede okumak yetmez” diyerek ailesini alıp yine Åžerif Mardin’in merkez-çevre makalesinde anlatacağı, sadece medreselerin olduÄŸu, yönetici sınıfa ulaşılamayan çevreden; bürokratik elitlerin yetiÅŸtiÄŸi okulların olduÄŸu merkeze, Ä°stanbul’a gelmiÅŸ, çocuklarını yeni açılan laik mekteplere yazdırmıştı.

Babasının amcası Ebü’ula Mardin, Akif ve EÅŸref Edip’le birlikte Ä°slamcı Sırat-i Müstakim’de yazmış, Ahmet Cevdet PaÅŸa ve mecelle üzerine kitapları olan, fıkıh uzmanı büyük bir hukukçuydu. Dini bütün fıkıhçı Ebü’ula Bey yıllarca üniversitede Ä°sviçre’den gelen Medeni Kanunu anlatmıştı.

Annesinin dedesi Ahmet Cevdet (Oran) Bey, 1894’te rotatif baskı tekniklerini ilk kez kullandığı gazetesi Ä°kdam’ı, o günler için epey radikal bir iddiayla “Siyasi Türk Gazetesi” diye çıkarmış öncü bir milliyetçi gazeteciydi.

Önceleri desteklediÄŸi Ä°ttihatçılarla yolları ayrılmış, 31 Mart’tan sonra Ä°sviçre’ye kaçmış ve ancak 14 yıl sonra 1923’te Cumhuriyet ilan edildikten sonra Ä°stanbul’a dönmüştü. Ömrünün yarısı babasıyla Ä°sviçre’de geçen kızı Reya, Mardinizade Arif bey’in oÄŸlu Åžemsettin Mardin’le evlenmiÅŸ ve 1927’de Åžerif dünyaya gelmiÅŸti.

Yani Şerif Mardin, yıllar sonra üzerine yazacağı çevre-merkez, din-modernleşme ilişkilerinin iç içe geçtiği bir hikayenin içinde yetişmişti.

Dedesi Ahmet Cevdet Bey bu durumdan biraz rahatsızdı:

Kendi memleketini bilmeyen insanlardan oluÅŸan bir aile mi olacağız” diyerek, beni aldı elimden Ä°stanbul’da Ä°stiklal Caddesi’nin ortasındaki AÄŸa Camii’ne götürdü. Kendisi dışarıda kaldı, “Git” dedi, “bu insanlar ne yapıyorlarsa sen de onu yap. Önce abdest, sonra namaz, onlar ne yapıyorlarsa ben de onu yaptım. AÄŸa Camii’nden sonra beni Balık Pazarı’na götürdü. Balık Pazarı’nda mumbar yedirdi.” (Åžerif Mardin’le söyleÅŸi- NeÅŸe Düzel/Taraf/2011)

Babasının görev yaptığı Yugoslavya’daki diplomat çocuklarının gittiÄŸi bir okulda baÅŸladığı eÄŸitimi kısa sürdü, ailesi onu alıp Galatasaray Lisesi’ne yerleÅŸtirdi. Daha sonra bunu “Beni Galatasaray’a gönderme bir millileÅŸtirme operasyonuydu” diye anlattı.

***

Galatasaray Lisesi’nde baÅŸladığı lise hayatını da ABD’de tamamladı. Stanford Ãœniversitesi’nde siyaset bilimi okudu, John Hopkins’de uluslararası iliÅŸkiler bölümünde master yaptı. Bu pırıltılı eÄŸitim üzerine Türkiye’ye dönüp Ankara Siyasal’a asistan olarak girdi.

Demokrat Parti yıllarıydı. Genç Asistan Åžerif Mardin, hocalarıyla birlikte DP’nin otoriterleÅŸtiÄŸini düşünen liberal-Kemalist Forum dergisinde yazıyordu.

Forum dergisi çevresindeki aydınlarla birlikte, basına yönelik baskılar, Ä°spat Hakkı yasası tartışmaları ve 6-7 Eylül olaylarından sonra 1955 yılında DP’den ayrılan 19 milletvekilinin kurduÄŸu Hürriyet Partisi’ne üye oldu.

1956’ının sonunda hocası Turhan FeyzioÄŸlu, dergideki muhalif yazıları yüzünden dekanlıktan alınınca, bunu protesto etmek için “Bu vaziyette demokrasinin en feyizli topraklarından biri sayılan bir memlekette benimsediÄŸim ve demokrasinin özü sayılan kıstaslar muvacehesinde fakültemizdeki vazifeme devam etmeme imkan kalmamıştır” diye bir istifa mektubu yazarak asistanlık görevinden istifa etti.

Siyasete atıldı. Hürriyet Partisi’nin genel sekreterlik görevini yürüttü. 1957 seçimlerinde EskiÅŸehir’den milletvekili adayı oldu, neyse ki kazanamadı. Neyse ki, çünkü seçim hezimetinden sonra Hürriyet Partisi, CHP’ye katılmış, 1960 darbesinde de Forum Dergisi’ndeki aydınlar önemli roller oynamışlardı.

Åžerif Mardin ise elini ve zihnini kirletmeden 1958’de yeniden doktorası için ABD’ye gitmiÅŸti. Yeni Osmanlılar üzerine daha sonra geniÅŸletilmiÅŸ versiyonu bir klasik haline gelecek doktora tezini tamamladı. 1961’de tekrar Türkiye’ye dönüp, tekrar istifa ettiÄŸi Siyasal’a asistan olarak girdi ama artık toplumu anlamak deÄŸil deÄŸiÅŸtirmek isteyen, bilimsel yayından önce devrim peÅŸinde koÅŸan ya da cuntalarla iç içe girmiÅŸ siyasetçi akademisyen kuÅŸağından ruhen kopmuÅŸ bir Åžerif Mardin vardı.

KuÅŸağındaki akademisyenler ile aydınlar üstyapıyı belirleyen altyapı ve sınıf analizleriyle boÄŸuÅŸurken, o hem hayat hikayesi hem de Amerikan eÄŸitimi ile üstyapıyı, Weber’i, kültürün belirleyiciliÄŸini keÅŸfe çıkmıştı. Toplumu deÄŸiÅŸtirmeyi deÄŸil anlamayı seçmiÅŸti.

***

Fakültedeki hocalarının bu tercihine karşı tavrını “Tuhaf ÅŸeyler yaptığımı düşünüyorlardı ama iÄŸne batırmadılar bana “ diye anlattı.

Ama herkes bu kadar anlayışlı deÄŸildi. 1969’da Siyaset Bilimi giriÅŸ dersi sınavında sorduÄŸu “Schumpeter’e göre Marx’ın kehanetini eleÅŸtiriniz” sorusu devrimci öğrencileri çok kızdırmıştı. Hem liberal bir düşünürün Marx’ı eleÅŸtirmesine, hem de Marx’ın diyalektiÄŸine kehanet denmesine tahammül edemeyen öğrenciler sınavı boykot edip sınıftan çıktılar. (Oral Çalışlar/ Posta/8 eYLÃœL 2017)

Mardin için Ankara’dan Ä°stanbul’a BoÄŸaziçi’ne gelme vaktiydi artık.

Ama, henüz esas meseleye gelememiÅŸti. Yıllar sonra üzerine yazacağı kitap yüzünden gerici ilan edileceÄŸi Said Nursi’yle de risalelerini yasaklatacak bir bilirkiÅŸi raporuyla tanıştı:

1960'lı yıllarda Ankara'da, o zamanlar Ä°lahiyat Fakültesi'nde öğretim üyesi olan deÄŸerli bir profesörden haber geldi. Dedi ki, "Birtakım evrak toplatılmış, adliyede duruyor. Bunlar gericilerin el yazısıyla çoÄŸalttıkları risalelerdir. Bunlar hakkında bir zabıt tutulacak. Daha sonra mahkeme karar verecek." Beraberce adliyeye gittik ve çuval içindeki risalelere baktık. Ben o zamanlar eski yazıyı bilmiyordum. Profesör bana, "Bunlar Türkiye'nin en tehlikeli gerici unsurlarının Atatürk devrimlerine karşı bir cephe oluÅŸturmak için yaptıkları propagandadır. Ben risalelerde ileri sürülen fikirleri biliyorum. Okudum, cumhuriyetin temellerine karşı olduklarını biliyorum. Ona göre bir zabıt hazırladım. Sen de imzalar mısın" dedi.  Her ne kadar risaleleri okumamış idiysem de, o kiÅŸiye olan itimadım nedeniyle zabtı imzaladım. Mahkemeye intikal ettiÄŸi zaman, tahmin ederim ki verilen karar bu risalelerin dağıtılması aleyhineydi. Gel zaman git zaman, bu halktan çıkan birtakım neÅŸriyatın nasıl bir ÅŸey olduÄŸunu merak ettim ve biraz da vicdani bir borç olarak NurculuÄŸu araÅŸtırmaya baÅŸladım.”

(RuÅŸen Çakır’la söyleÅŸi/ Cumhuriyet/1992)

Müderris bir aileden geliyordu, Yeni Osmanlılar üzerine doktora tezi yazmıştı, siyasetin kültürel kodlarını merak ediyordu ama eski yazıyı öğrenememiÅŸti. O yıllarda onunla birlikte çalışan ünlü bir sosyoloji profesörü, Åžerif Mardin’in en büyük farkının o yıllardaki mahalle baskılarına, ne der’lere aldırış etmeden eski yazıyı öğrenmeye cesaret etmesi olduÄŸunu söyleyecekti.

Said Nursi üzerine çalıştığını duyan İsmet İnönü, bir davette "Dikkat et, bu adam çok tehlikeli bir adamdır. insanların akıllarını çelmekte fevkalade etkili çalışmaları vardır" diyerek onu uyarmıştı.

Fakat Åžerif Mardin herkesin girme dediÄŸi o kapıyı zorladı. 1973 yılında Amerika’nın saygın akademik dergisi Deadalus’a o makalesini yazdı: “Merkez-Çevre Ä°liÅŸkileri: Türk siyasetini açıklayacak bir anahtar mı?”

Osmanlılar, imparatorluk genişledikçe, başa çıkamadıkları, etnik, dinsel, bölgesel olarak farklı gruplara muhtariyetler vererek onların gevşek bağlarla merkeze bağlamış ama bu gevşek bağlar çatışmaları da beraberinde getirmişti. Modernleşmeyle birlikte merkez ve çevre arasındaki kopuş sürmüş, bu gevşek bağları modern ve merkezi bir devlet için sıkılaştırılmaya çalışan adımlar kopuşu artırmış, seçkin bürokratik sınıflla, bu sınıfa sokulmayan çevre arasındaki gerilimler sürmüş, üstüne laikleşme adımlarına tepki olarak da çevrede resmilik karşıtı bir kültür ortaya çıkmıştı. Bu kültürün merkezinde de İslam vardı.

***

Merkezden çevreye verilen siyaset yapma imtiyazları ise 31 Mart Vakası’ndan, Birinci Meclis’teki muhalafete, Terakkiperver Fırka’nın kapatılmasından, Kemalist devrimlere tepkilere, DP’nin ortaya çıkışından 27 Mayıs 1960 darbesine kadar bütün ana siyasi kırılmaların fay hattını oluÅŸturmuÅŸtu.

Mardin, ardından gelen çalışmalarında kapıyı daha da zorladı.

Literatürde sadece aÅŸağılanmak için bahsi geçmiÅŸ NakÅŸilikteki proto-demokrat nüveleri, Osmanlı’daki NakÅŸilik merkezli isyan kültürünü, her ÅŸey padiÅŸahın iki dudağı arasında denip geçilmiÅŸken Osmanlı Zımni SözleÅŸmesi’nin oluÅŸturduÄŸu dengeyi, Yeni Osmanlıların entelektüel çabalarının kıymetini, gerici denip içinden çıkılmış Ä°slami figürlerin ve anlayışın Türkiye’de modernleÅŸmeye katkılarını yazmaya cesaret etti.

Cemil Meriç’in de teÅŸvikiyle Said Nursi üzerine yazdığı kitap ise gericilikle suçlanmasına, üç kez TÃœBA üyeliÄŸinin tıpçı üyelerin itirazıyla reddedilmesine sebep oldu.

TÃœBA BaÅŸkanı reddi şöyle savunmuÅŸtu: “Said-i Nursi üzerine çalıştı diye deÄŸil de, Said-i Nursi’yi fazla parlattı diye eleÅŸtirildi.”

Anlamaya tek başına kıymet verilmeyen, her anlama çabasının ancak meşrulaştırmak, yüceltmek, propaganda için olduğunun düşünüldüğü bir ülkede tehlikeli işlere girişmişti.

Herhalde o yüzden 1973’te yazdığı Merkez-Çevre makalesi ancak 1985 yılında Türkçe’de yayınlandı. Çevirinin yayınlandığı dergide genç sosyolog Ali BayramoÄŸlu’nun Türkiye’de ilk kez Åžerif Mardin’le yapılmış röportajı da vardı.

Mardin’in Özallı yıllarda keÅŸfedilmesi sürpriz olmasa gerek. Çevrenin merkezi zorladığı yıllardı, önyargılar yıkılıyor, katı laiklik anlayışı yumuÅŸuyordu. Herhalde bu liberal dalganın Türkiye’yi demokratikleÅŸtirebileceÄŸi umuduyla Åžerif Mardin 1994’te ikinci kez siyasete girdi ve Yeni Demokrasi Hareketi’nin kurucusu oldu.

Çevreden merkezi zorlayan dindarlar da bu yıllarda Mardin’i keÅŸfettiler. Çünkü anlattığı onların hikayesiydi.

Belki kitapları çok satılmadı, herkes oturup makalelerini okumadı ama onun kendileri hakkında “iyi konuÅŸan” biri olduÄŸunu düşündüler. Ä°slam’a ve Müslümanlara Türkiye tarihindeki hakkı olan yerini veren ve bunun üzerine düşünmeye ve yazmaya cesaret eden merkezdeki bir beyaz adam olarak çevredekilerin takdirini kazandı.

Tabii bu hikayeyi böyle dinlemek istemeyen merkezdekilerin de tepkisini.

Yıllar sonra çevreden merkeze doğru yürüyüşünde ortaya AK Parti çıktı.

Kemalistlerin hayal ettiÄŸi gibi “Mahallenin ethosunu okulun temsil ettiÄŸi logosa” dönüştürememiÅŸ, mahalle kendi okullarını kurup ethos-logos sentezi bir kimlik yaratmıştı.

Eşraf zenginleşmiş, girişimci, ihracatçı olmuştu. Muhafazakarların medyası ve entelektüelleri ortaya çıktı.

Çevrenin merkeze yürüyüşünde 28 Şubat, 27 Nisan, başörtüsü yasakları, kapatma davaları gibi engeller çıkmış ama sonuç itibarıyla çevredekiler merkeze gelmişti.

Ä°ÅŸte bu noktada Mardin, bir tehlike olarak Mahalle Baskısı’ndan bahsetti.

Türkiye’de “mahalle baskısı” diye bir ÅŸey var. Jön Türklerin en çok korktuÄŸu ÅŸeylerden biri de oydu. “Mahalle baskısı” bilinmeyen ve sosyal bilimce ifade edilmesi çok zor olan bir havadır. Bu havanın AKP’den bağımsız olarak Türkiye’de yaÅŸadığına inanıyorum. Dolayısıyla AKP deÄŸil de, bu havanın geliÅŸmesine müsait ÅŸartlar oluÅŸursa o zaman AKP de bu havaya boyun eÄŸmek zorunda kalacaktır.” (RuÅŸen Çakır’la söyleÅŸi/ Vatan/ 2007)

Fakat, üzerinden 10 yıl geçen bu teori gerçekleÅŸmedi. Yani baskı mahalleden çıkmadı. Baskı adına söylenenlerin çoÄŸu yine “merkez” kaynaklı oldu.

Çevredekiler, merkeze doğru yürürken kurdukları koalisyonlarından bir süre sonra vazgeçtiler, devletin yeni sahibi olarak yeni bir merkez yaratmaya çalıştılar ama henüz buradan bir sonuç çıkmadı.

Bu yüzden de çevredekiler merkeze gelmesine rağmen siyasi fay hattını hala çevre-merkez gerilimi oluşturuyor. Eski kavga sürüyor. Merkezdekilerin çevreye geri dönme korkusu ve bunun beslediği eski yaşananlara dönük bir sınıfsal hınç ve merkezi kaybetmişlerin rövanş isteği, gerçeği reddetmesi ve kaybetme endişesi. Hala anlamaya çalışmak da işbirlikçilik, kendi cemaatine ihanet. Mahalle baskısı işte bu anlamda yaşıyor.

Şerif Mardin, Türkiye siyasi tarihi dizisinin ilk sezonunu yazmıştı. Dizinin son sahnesinde çevredekiler merkeze otururken görüldü.

Ama artık ikinci sezonunu bize yazacak bir Şerif Mardin yok.

Bakalım, önyargılarından, mahalle baskılarından kurtulup aynı vukufetle ve derinlikte ikinci sezonu kimler yazmaya cesaret edebilecek?

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.