Güncel
Ödül dedikleri -Taha Kılınç
Nobel Barış Ödülü de içeriğindeki ‘barış’tan çok uluslararası dengeleri gözeten ve yönlendiren göstermelik bir prosedürden fazlası değil. Nobel Barış Ödülü’ne lâyık görülen isimler listesinden yapılacak küçük bir karma seçki, bu tezin ispatı için yeterli.
Taha Kılınç - Yeni Şafak
Dünya çapında büyük itibar gören bazı ödüller, aslında siyasi ajandaların ve uluslararası iliÅŸkiler gündemlerinin basit birer yansımasından ibaret. 1901’den bu yana -bazı ufak aksamalar dışında- her yıl verilen Nobel Barış Ödülü de bunlardan biri. Alanında en prestijli ödül kabul edilmesine raÄŸmen, Nobel Barış Ödülü de içeriÄŸindeki ‘barış’tan çok uluslararası dengeleri gözeten ve yönlendiren göstermelik bir prosedürden fazlası deÄŸil.
Nobel Barış Ödülü’ne lâyık görülen isimler listesinden yapılacak küçük bir karma seçki, bu tezin ispatı için yeterli. Ä°ÅŸte birkaç örnek:
1973’te ödülü kazanan iki kiÅŸiden biri, dönemin ABD DışiÅŸleri Bakanı Henry Alfred Kissinger’dı. Vietnam Savaşı’nı bitirmedeki rolünden dolayı kendisine ödül verilen Kissinger, aslında savaşı baÅŸlatan ABD politikasının beyni ve uygulayıcısı durumundaydı. Nitekim kendisiyle birlikte aynı yıl Nobel’e lâyık görülen Vietnamlı diplomat Le Duc Tho, “ateÅŸkes saÄŸlanmadığı için” ödülü almayı reddetti. Le, Nobel Barış Ödülü’nü gönüllü bir biçimde reddeden ilk ve tek isim olarak kayıtlara geçti.
1978’de ödüle lâyık görülen iki isimden biri (diÄŸeri Mısır CumhurbaÅŸkanı Muhammed Enver Sedat), Ä°srail BaÅŸbakanı Menahem Begin’di. Ä°srail’in kuruluÅŸ sürecinde, liderliÄŸini yaptığı Ä°rgun terör örgütünün imza attığı sayısız katliamda birinci derecede sorumluluÄŸu bulunan Begin, Sedat’la müzakerelere baÅŸladığı Camp David AnlaÅŸması nedeniyle ‘barış’ adına ödüllendirilmiÅŸti. Begin’in nasıl bir ‘barış’ profiline sahip olduÄŸunu anlamak için, 9 Nisan 1948 gecesi gerçekleÅŸtirilen o korkunç Deyr Yasin Katliamı’nı hatırlamak bile baÅŸlı başına yeterli.
2001’de Nobel Barış Ödülü’nü alan isim, dönemin BirleÅŸmiÅŸ Milletler (BM) Genel Sekreteri Kofi Annan. BM adına ya da kiÅŸisel olarak ortaya koyduÄŸu somut herhangi bir ‘barış’ vizyonu olmamasına raÄŸmen, Annan, “uluslararası terörizme karşı gösterdiÄŸi direniÅŸ ve Afrika’da AIDS’le mücadelede kazanılan baÅŸarı adına” ödüllendirildi.
2005’te ödülü kazanan kiÅŸi, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı BaÅŸkanı Muhammed Baradey oldu. Nükleer enerjinin askeri amaçlarla kullanılmasının engellenmesindeki üstün çabaları nedeniyle Nobel’e lâyık görülen Baradey, başında bulunduÄŸu kurumun itibarını yükseltmesinden dolayı da övülmüştü. Elinde nükleer güç bulunduran Ä°srail, elbette Baradey ve ekibinin hedefinde deÄŸildi.
1994’te Yaser Arafat ve Yitzhak Rabin’le birlikte ödüle lâyık görülen Åžimon Peres’in Nobel alma gerekçesi ÅŸuydu: OrtadoÄŸu’da barışın saÄŸlanması için gösterdiÄŸi üstün çaba. 1980’lerde Filistinli çocukların kemiklerini kırdırdığı için Batı basınında bile “Kemikkıran Rabin” olarak anılan Yitzhak Rabin ve Filistin’in herhangi bir barışa eriÅŸtiÄŸini görmeye ömrü yetmeyen Yaser Arafat’a eÅŸlik eden Peres’in, “OrtadoÄŸu barışı” adına ulaÅŸtığı herhangi bir baÅŸarı da tabii ki yoktu.
2009’da, baÅŸkan seçilmesinden sadece birkaç ay sonra eline aceleyle Nobel Barış Ödülü tutuÅŸturulan Barack Obama ise, hiçbir ÅŸey yapmadan ödül alabilmesi nedeniyle Nobel tarihine geçmiÅŸ oldu. Nobel komitesi, “uluslararası diplomasinin ve halklar arasındaki iÅŸbirliÄŸinin güçlenmesinde gösterdiÄŸi olaÄŸanüstü gayret nedeniyle” Obama’yı ödüllendirirken, çiçeÄŸi burnunda baÅŸkan Beyaz Saray’daki koltuÄŸuna henüz yeni ısınıyordu. Obama’ya Nobel’in verilmesi, ödüllendirme sürecinin ve mantığının en ciddi ÅŸekilde tartışıldığı durum olarak hafızalarda kaldı.
1991’de, 46 yaşındayken Nobel’e kavuÅŸan Myanmarlı aktivist ve siyasetçi Aung San Suu Kyi ise, ülkesindeki Müslüman Rohingya halkına uygulanan soykırım ve sürgünlere kulaklarını tıkamasıyla ünlü. Nobel Barış Ödülü Komitesi tarafından “ÅŸiddetin her türlüsüne karşı oluÅŸu ve askerlere yaptığı yönetimi sivillere devretmeleri çaÄŸrısı” nedeniyle övgülere boÄŸulan Aung San, yaÅŸadıkları bölgeye nispetle ‘Arakanlılar’ denilen Rohingya Müslümanlarına bakış konusunda, yıllarca zulmünü bizzat yaÅŸadığı cunta yönetimiyle aynı çizgide. Yaklaşık 21 yıl kaldığı ev hapsinden 2010’da serbest bırakıldıktan sonra, ucuz hamasetle seçmenine göz kırpan basit bir kasaba politikacısına dönüşen Aung San, Müslüman azınlığa zulmün her türlüsünü reva gören Budistlerle birlikte hareket ediyor.
Aslında hepimizin çok iyi bildiği bir gerçeklik var: Mevcut uluslararası sistem -uyduruk ödüllerinden üstünkörü resmi açıklamalarına- bütün enstrümanlarıyla, Müslümanların haklarını hiçe sayan bir mantık üzerine bina edilmiş durumda. Dolayısıyla, dünyanın herhangi bir coğrafyasında Müslümanlar zulme uğradığında uluslararası sistemi yardıma çağırmanın ya da bu sistemin çeşitli unsurlarını tutarsızlıkla suçlamanın da bir anlamı yok. Aksine, İslâm dünyasına ve Müslümanların ahvâline kör ve sağır kesilerek, gayet tutarlı davranıyorlar. Tersi, şaşırtıcı olurdu.
Yüz binlerce Müslümanın “yıllık kongre” hac için Mekke-i Mükerreme’de toplandığı ÅŸu günlerde, Batı’dan medet umma hallerinden vazgeçip, kendi potansiyelimiz ve imkânlarımız üzerinde kafa yormak en doÄŸrusu. GerçekleÅŸir ya da gerçekleÅŸmez, mevcut sistemin alternatiflerini oluÅŸturma konusunda fikir üretmeye giriÅŸmek, teker teker hepimizin boynunun borcu.
Henüz yorum yapılmamış.