Sosyal Medya

Kürsü

Kemal Sayar: Ne kalır senden geriye?

“Bunca zaman ben bir yalanı mı yaşadım? Mutlu olduğumu zannederken aslında hiç mutlu değil miydim?” Bu soruyu bana yönelten kadın, travmatik bir ayrılığın acısıyla dünyanın yerle bir oluşunu anlatmıyor sadece, hepimizin içinde saklanan ve ancak büyük bir acıyla sorulmayı hak eden o büyük soruyu dillendiriyor.



 Tolstoy’un kahramanı, ölüm döşeÄŸindeki Ä°van Ä°lyiç gibi, hayat boyu hakikati hayalle deÄŸiÅŸ tokuÅŸ etmiÅŸ olduÄŸunu fark etmenin berbat gerçekliÄŸiyle nasıl baÅŸ edebilir insan? Kendisine ülkü bellediÄŸi ÅŸeylerin yüzeysel, entipüften ve yanlış olduÄŸunu, hayatının ve ölümünün berisinde büyük ve korkunç bir aldanışın saklandığını kendisine nasıl itiraf edebilir? Hayatı ucuz ve sahte ülküler adına kurban etmenin derin umutsuzluÄŸu. Tolstoy bir baÅŸka öyküsünde kendini kandırmanın varabileceÄŸi boyutlara iÅŸaret eder yine, çok iyi bildiÄŸini sandığı bir yolu ÅŸaşıran kiÅŸi, uzun saatler geçmesine raÄŸmen yanlış yoldan dönmez. “Ne kadar uzaÄŸa giderse o kadar itimadı artıyordu ve nihayet yolun doÄŸruluÄŸuna bizzat inandı. Ä°nanıyordu, çünkü geri dönmek istenilmiyordu.”

Bir ömür bir yalan uÄŸruna tüketildiÄŸinde, bir kırılma noktası olmaksızın o yalanın aÅŸikar olması zor. Bu hikayeler bize insan için hayatta önem taşıyan ÅŸeyin kendi kendisine, ülkü ve heveslerine sadakat ve dürüstlük olduÄŸunu söyleyecektir. Ä°van Ä°lyiç, kendi içsel hakikatine kulak vermek yerine, toplumda güçlü gördüklerinin yönergelerini dinlemiÅŸ, bu yüzden de yüzeysel ve sahih olmayan bir hayat sürmüştür. Ölüm döşeÄŸinde fark edilen bu sahtelik, hayata cevap veremeyiÅŸin, hayat geçip giderken bütün duygu ve duyarlıklarıyla kiÅŸinin orada olamayışının da piÅŸmanlığıdır. Bize kendisini açan bir hayat var, bütün renk ve cıvıltılarıyla, elimizi uzatsak dokunacağımız, ruhumuzun pencerelerini açsak içimize doluÅŸacak bir hayat. Bizden daha büyük bir amaca hizmet eden bir hayat. Güzel bir dizenin bizi ele geçirmesine izin verdiÄŸimizde onun büyüsüne teslim oluruz, onu esinleyen ruhta kaybolur, kendimize kendimizden daha fazla olma izni veririz. Güzellikle her temas, hayatı daha canlı ve yaÅŸanmaya deÄŸer kılar. Güzel, bizi kendisinin de ötesini görmeye davet eder, onunla rabıtalı olabilecek her ÅŸeyi anlamaya ve tefekkür etmeye çağırır. Güzel, bize öte alemlerden bir selam taşır, içimizdeki hakikati uyandırır ve dünyanın daha geniÅŸ bir resmini bize gösterir. Güzellik, uyuyakaldığımız bir dünyada hakikate uyandırma çaÄŸrısıdır. Mescid-i Aksa’da dinlediÄŸim ezan, Tac Mahal ve Kabe’yi ilk görüşümde ruhumda ayaklanan coÅŸku, Hızırla Kırk Saat’i okurken içimde cevelan eden duygular beni hep kendimden daha fazla birisi olmaya çağırmıştır. BaÅŸka sesleri içimize alarak geliÅŸiriz. GüzelliÄŸi içimize alarak daha sahih ve iyi insanlar haline geliriz. GüzelliÄŸi fark eden kendisini dünyanın merkezinden uzaklaÅŸtırır. Güzelin sesi bizi en derinimizdeki yerlere davet eder ve orada artık “ben” yoktur.

Kendimizin farkında olmak, kendimizi açık seçik görebilmek, baÅŸka insanların bizi nasıl gördüğüne dair sarih bir düşünceye sahip olmaktır. Bir maymun muza uzanır, bir insan yıldızlara ve göklere. Ä°nsan kendi içine derinleÅŸebilen, biricik ve harikulade varoluÅŸu üzerine düşünebilen bir varlık. Ä°nsanın farkındalığı bir seferliÄŸine mahsus bir iÅŸlem deÄŸil, daima kendi içimize bakacak ve kendi kendimizi sorgulayacak bir cesaret ve hüner gerektiriyor. Bir ÅŸeyi anlamadığımızı keÅŸfettiÄŸimizde, içimizde bilginin yolculuÄŸu baÅŸlar. Zaten mesele, “ben bunu bilmiyorum” diyebilmekte. ÇoÄŸu zaman başımızı belaya sokan ÅŸey, bilmediÄŸimiz ÅŸeylerden ziyade “ben bunu çok iyi biliyorum” dediÄŸimiz ÅŸeylerdir. Kendimizi kandırdığımız yerlerden birisi de benliÄŸimize bu dünyada biçtiÄŸimiz büyük vazife. Büyük sloganlardan geri çekilebildiÄŸimizde büyük yaÅŸayışlara sıçrarız. Söze çok gelen, özü sakatlar.  Daima kendimizden fazlasıyız, insan deÄŸer ve anlamı kendisinin dışında buluyor, baÅŸka varlıklarla karşılaÅŸma anlarında, baÅŸka ruhların ve elbette Ä°lahi olanın kendi ruhuna dokunduÄŸu ‘doÄŸurgan an’larda. Bu bakımdan ben merkezci kiÅŸi, bir yönüyle hayatın çaÄŸrısına cevap veremeyen ve bu ÅŸehrayine katılamayan kiÅŸidir, kendi içine kapanmış, benliÄŸinin sınırlarını aÅŸamayan kiÅŸi. Dünyanın çağıltısına katılmak için önce benliÄŸin çitlerinden atlamak gerek. Ötekine gitmek, varlığın içine gizlenmiÅŸ hikaye ve mucizeleri dinleyebilmek.  Ã–tekine dikkat, kendimizi kendimizden alıkoyabilmekle olur, benden farklı olana saf ve katışıksız bir dikkatle yönelebilmekle. Egonun iÅŸtahını sustur, nefsini yerlere ser ki dünya içeri girebilsin, zira  “dikkat cömertliÄŸin en saf ve nadir halidir.”

Geçenlerde Sacred Economics adlı bir kitap okuyordum, bir bölümün giriÅŸinde, anonim bir yazara atfen, ÅŸu satırlar yer alıyordu:  “Bugün büyük evlerimiz var ama küçük ailelerimiz, çok tanıdığımız var ama onlara ayıracak pek az zamanımız, bilgiliyiz ama muhakememiz zayıf, çok ilaç var ama daha az saÄŸlıklıyız, aya gidip geldik ama karşı komÅŸuya gidecek cesaretimiz yok. Etrafımız bilgisayarlarla örülü ama gerçek bir konuÅŸma yürütemiyoruz, nicelik konusunda üstümüze yok ama nitelikten mahrumuz, hızlı yiyor ama yavaÅŸ sindiriyoruz, sert adamlar zayıf karakterler, yüksek karlar alçak iliÅŸkiler zamanı bugün. Pencerenin dışında çok ÅŸey var ama evin içi tam takır.”

Diyelim hakikati haykıracak gücün ve cesaretin yok ey insan, hiç olmazsa kendine yalan söyleme. Hakikat can acıtır ama asla zayi olmaz, kendisine yoldaş olanı da zayi etmez.

Senden geriye, senden sonrası kalır.

Kaynak: Gerçek Hayat

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.