Sosyal Medya

Kürsü

Sıcaktan Yakınırken Doluya Tutulmak / Sümeyye TEPETAM

'Deyimin aslı; "yağmurdan kaçarken doluya tutulmak" idi. Madem 'bunaltıcı sıcaklar bu hafta da devam ediyor, özellikle öğle saatlerinde dışarıya çıkmayın!' haberleriyle karşı karşıyayken bir anda yoğun yağış ve sel uyarıları ile karşılaşabiliyoruz, o halde deyimimizi biraz anımıza uyarlayabiliriz diye düşünüyorum.'



 

Yaz geldiyse eğer bunu sıcaktan kaçarken yağmura yakalanmak olarak da değiştirebiliriz. Ama biz geçtiğimiz günlerden bir gün doluya yakalandık ki şu yaşıma geldim İstanbul'da böylesine büyüklükte dolu yağdığını görmedim. Geçmişte boğazın donduğu ve insanların üzerinde yürüdüğü zamanları kastetmiyorum tabii..


Temmuzun sonları demek yazın ortasını bulmuşuz demektir. Sıcakların arttığı, köy sakinlerinin yaylalara çıktığı, şehir sakinlerinin ise memleket hasreti ile köylere yöneldiği yahut az bir tatilini sıla-i rahim yerine daha eğlenceli tatil mekanlarında geçirmek niyetiyle tatil beldelerine kaçtığı, Almancıların şehirlere geldiği ya da gidecek yeri olmayanların 2 metre kare de olsa çimliklere serildiği, insanların ne giyeceğini şaşırdığı, su tüketiminin yüzde yüz arttığı, kapımızın önüne bir tas su koyalım spotunun döndüğü, ağaç gölgesi bulunca tarifsiz mutluluk duyulduğu, inşaat işçilerine empati yapılıp duaların edildiği, sulu şakaların zamanı olan, esmiyor capslarinin kol gezdiği, ya da ya da........öylesine sıcak günler işte...


Sıcak günler!


Yaz geldi haliyle olacak o kadar diyecek olsak da yazın ortasında yağan, ceviz boyutunu aşan dolu, zihinlerde soru işareti bırakmıyor değil hani. Neden?


"Allah gönderdi, O ol derse olur" tabi bu şüphesiz.


Ama burada fıtratı bozuştan kaynaklı bir takım sorunlar var. Dünyadaki her şey saat gibi ayarlanış bir şekilde ilerlerken ayarlar nasıl olur da bozulur?


Bozuluyor işte! Çünkü insanoğlu durduğu yeri bilmiyor, boyundan büyük işlere kalkışıyor, sonra da onu bir daha düzeltemiyor. Düzeltmek için çabalıyor mu? Elbet çabalıyor ama bir yandan da bozmaya yakıp yıkmaya, tahrip etmeye, zulmetmeye devam ediyor. Sıcak demiştik ki yine çıktı insanoğlu karşımıza..


Dün sıcak ortasında şiddetli yağmur ve dolu yağdı. Haberlerde yağmur sonrası afetin bilançosu denilerek meydana gelen tahribat gösterildi. Sel baskınları, yaralılar, devrilen asırlık çınarlar, camları patlayan araçlar...


Yağmur ve dolu başlamadan on beş dakika geriye saralım...


Zengin kaynakları, uygun mekansal koşullarıyla araştırmacıların vazgeçilmezi olan kütüphanedeyiz. Arada başımı kaldırıp dışarıyı seyrederken bir anda güneşin kaybolduğunu farkediyor ve geçen hafta yağan yağmuru aklıma getirip hemen hava durumunu kontrol ediyorum ki tam o saatlerde yoğun yağış olduğunu gösteriyor. Yağışın geçmesini beklersek sonrasında oluşacak trafik canımı sıkıyor ve hızla toparlanıp çıkıyorum. Henüz yağmur yok ama bulutlar gökyüzünü kaplamaya devam ediyor.

 

Hızla yürüyorum, 10 dakikalık bir yürüme mesafem var. Etraftaki herkes acele ediyor; yağmur başlamadan bir yerlere sığınabilmek için. 5 dakika geçiyor ama hızlı yürümeme rağmen sanki yol uzadıkça uzuyor. Birden az öncekilerden daha da kara bulutlar tepemizde beliriyor. Rüzgar önüne kattığın alıp uçururken sanki üzerimize gece çökmüşçesine karanlık beliriyor. Çöken karanlıkta merdivenleri seçemeden ikişer üçer iniyorum. Koşmaya başlıyor herkes, yüzlerde korku ve endişe ifadesi.

'' “Kıyâmet günü ne zaman?” diye sorar. Artık bakışlar dehÅŸetle kamaÅŸtığı zaman."


İşte karanlık çöktüğü o an kıyamet suresi geldi aklıma. Kıyametin kopması da böyle mi olacaktı, bu kıyamet kopmasının bir emsali miydi? Yürekleri korku, endişe kaplayacak olan gün, inananların yüzünün ışıl ışıl parlayacağını, yüz çevirenlerin ise dünyadan gerçek bir ayrılış olduğunu anlayıp ayaklarının birbirine dolanacağını buyuruyordu Rabbimiz. Yağmura, doluya, afetlere hazırlıksız yakalanabiliyoruz da ya kıyamete hazırlıksız yakalanırsak!


Sabah aynı yolu yürürken ne kadar sıcak olduğundan yakındığım geldi aklıma da af diledim Rabbim'den. Ne kadar da şikayet eder hale geldik her şeyden. Sanki bir şeylere neden biz değilmişiz ve yaptıklarımızın düzelmesi için çok çalışıyormuşuz gibi.


Gün ceviz büyüklüğünde yağan dolunun ve ardından gelen sel baskınlarıyla, düşen yıldırımın sebep olduğu yangın dumanına karışmış itfaiye ve ambulans sesleriyle devam etti. Sanki kıyamet provasıydı olaylara bizzat tanıklık eden ben için.


Sonradan düşündüm de aklıma neden Hollywood filmlerindeki sahneler gelmedi, aslında çoğu filimde felaketlerin canlandırılmaya çalışıldığı sahnelerle benzerdi. Liseli öğrencilerime senede mutlaka bir kez Kıyamet Suresi'ni ve anlamını dinletiyor olduğumdan olsa gerek. Surenin bitiminde çıt çıkmaz, zilin çaldığını ben söylerdim onlara. İnsan müjdeyi sever, vadedilen müjdeye kavuşmak için çabalar da ama aynı zamanda da şüphesiz yaklaşan günün dehşetinden ve yapacaklarının yetersizliği sebebiyle gelecek azabın bildirilmesinden de korkar.


Dehşetli günden, o günün azabından, o güne hazırlıksız yakalanmaktan beri kılsın Rabbim bizleri.


Afetin bilançosu mu! Bilanço maalesef biziz..


...


30- O gün sevk, yalnızca Rabbinedir.


31- Fakat o, ne doğrulamış ne de namaz kılmıştı.


32- Ancak o, yalanlamış ve yüz çevirmişti.


33- Sonra çalım satarak yakınlarına gitmişti.


34- Sen buna müstahaksın, dahasına müstahaksın.


35- Yine müstahaksın, dahasına da müstahaksın.


36- Ä°nsan, ‘kendi başına ve sorumsuz’ bırakılacağını mı sanıyor? (Kıyamet Suresi)

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.