Gezi - Tarih - Mimari
Ä°stanbul biter mi? (2)
Firavun’dan miras kalan ve Tanrı’ya kafa tutan bir kule mi? Yoksa çağdaş küresel fikriyatın dünyayı istila eden zihniyet sembolü mü? Evet o. Nereye bir gökdelen dikilmişse, orada paganist gücün paradan başka ilah tanımayan kanunu geçer.
Mustafa Kutlu - Yeni Åžafak
Şehirlerin silüeti onun hangi esasa, fikre, inanca, güce, medeniyet ve estetiğe mensup olduğunu ortaya koyar. Eski şehirler dünyanın her yerinde dinî düşüncenin, inancın silüetini taşırlar. Budistlerin pagodaları, mabetleri; Hıristiyanların katedral ve çan kuleleri, Müslümanların kubbe ve minareleri, paganların piramitleri...
Bir ara gözlerim Kızkulesi’ne takıldı. Onu hep BoÄŸaz’ın firuze sularında salınan gizemli bir geline benzetmiÅŸimdir. Hangi umutsuz sevdanın rüzgârı ile kendini denize atmış, suya seccade salan derviÅŸler gibi dalgalar üzerinde yürümeye baÅŸlamıştır.
Heyhat!
Yukarıdan beri dile getirmeye çalıştığım bu ÅŸairane düşünce ve duygular gerçekle yüz yüze gelindiÄŸinde yerini tarifsiz kederlere terk ediyor. Bu “taşı toprağı altın” ÅŸehir, her ÅŸey satılık fehvasınca ihaleye çıkarılmıştır. Kızkulesi dahi ihaleden nasibini almış, yeniden dizayn edilmiÅŸ, masumiyetini kaybederek iÅŸletmeye açılmıştır.
“Men tâ senin yanında hasreten sana” mısraı, o Türk Ä°stanbul’u inÅŸa eden ruh uçup gitmiÅŸ; öte fikri kaybolmuÅŸ, gün bu gün, saat bu saat olmuÅŸtur. Bu; Ä°stanbul’un üzerine bir ÅŸu kadar zamandan beri abanan hâkim sermaye-hâkim kültürün hegemonik baskısıdır.
Bakışlarımı Pera’ya, Maslak’a doÄŸru çeviriyorum. Ufukları paranın mordan kırmızıya çalan rengi kaplamış. Bu rengin ortasından gökyüzünü fethe çıkan gökdelenler hortlamış.
Gökdelen.
Nedir gökdelen?
Firavun’dan miras kalan ve Tanrı’ya kafa tutan bir kule mi? Yoksa çaÄŸdaÅŸ küresel fikriyatın dünyayı istila eden zihniyet sembolü mü? Evet o. Nereye bir gökdelen dikilmiÅŸse, orada paganist gücün paradan baÅŸka ilah tanımayan kanunu geçer.
Gökdelenlerin Pera-Maslak hattında oluÅŸturdukları silüet, suriçi Ä°stanbul’un kubbe ve minarelerden oluÅŸan silüetine meydan okuyarak “güç bende” diyor.
Yani.
Yani bundan böyle İstanbul benim ardımsıra gelecek, beni takip edecek, bana inanacak. Suriçi melul-mahzun soruyor:
– Ya ben ne olacağım?
Pera sırıtıyor:
– YaÄŸlı müşterilerimizi gezdirecek, mistik-egzotik-otantik bir müze.
– Ama müze yaÅŸamaz ki. O bir kelebek koleksiyonu sayılır.
– Elbette, sana yaÅŸa diyen kim?
Sen doÄŸma, doÄŸurma, yürüme, ses çıkarma, olduÄŸun yerde kal ve don. Senin adın artık “Müze Åžehir”dir.
KeÅŸke “Müze Åžehir” olsaydı. Hiç olmazsa tozu alınır, tamiri yapılır, barındırdığı eski eserler muhafaza edilir, etrafı aÄŸaç-çiçek-çimen ile süslenirdi. Tersi olmuÅŸ.
Kullanılmış ve terk edilmiş.
En azından bir mimari geleneğimiz olduğunu kabul etmek lazım. Bunu yenileyebilir miydik?
Bir gelenek yenilenemezse kurur, ölür, yok olur.
Ancak mesele dıştan göründüğü gibi değil. Daha derinde.
Kurduğumuz medeniyet esasen tarım toplumuna dayanıyor. Biz sanayi kuramadık. Sanayi medeniyetini inşa edenlerin fikir ve eserlerini ya ithal ettik ya da taklit. Belki vahşi kapitalizmin kurduğu bu sanayi, bu medeniyet bizim inanç ve geleneğimize uymuyordu. Doğrusu bu.
İçimde karmaşık fikirler, çeliÅŸkili duygular, aÄŸzım ve gönlüm acımış; kahveden kalkıp karşıya, Ä°stanbul’a geçtim.
(Devam edecek)
Henüz yorum yapılmamış.