Sosyal Medya

Düşünce Platformu

Kanaviçe

Belki farkında değiliz ama her yaşadığımızla hayatın sonsuz gözenekli kumaşı üstüne sadece bize bağışlanmış olan, sadece bizi anlatan, sadece bizim rengimizi, tonumuzu, farkımızı yansıtan bir kanaviçe işliyoruz. Güzel olabildiğimiz kadar güzel, olamadığımız kadar değil...



Gökhan Özcan - Yeni Şafak

YaÅŸadığınız her günü hayatın sonsuz gözenekli kumaşı üstüne farklı renkler ve tonlarla attığınız bir çarpı gibi düşünün. Ve günlerin birleÅŸerek o kumaÅŸ üzerinde sadece sizin hayatınıza özgü motifi teÅŸekkül ettirdiÄŸini... YaÅŸarken tekdüze gelebiliyor, önemsiz görünebiliyor gözümüze birçok ÅŸey... Hiç öyle deÄŸil oysa... Bütün parçalardan oluÅŸuyor çünkü. Kanaviçedeki bir rengin, birkaç tonun, birkaç çarpının, birkaç günün, birkaç küçük ayrıntının eksik olması motifi de eksik bırakacaktır. Tersten söylersek, yaÅŸadığımız her ÅŸeyin, bazen farkında bile olmadığımız ayrıntıların hayatımızın büyük resmi üzerinde vazgeçilmez, olmazsa olmaz yerleri var. Büyük resme karakterini veren hep o küçük çarpılar, o ayrıntılar, o biricik tonlar deÄŸil mi? Belki farkında deÄŸiliz ama her yaÅŸadığımızla hayatın sonsuz gözenekli kumaşı üstüne sadece bize bağışlanmış olan, sadece bizi anlatan, sadece bizim rengimizi, tonumuzu, farkımızı yansıtan bir kanaviçe iÅŸliyoruz. Güzel olabildiÄŸimiz kadar güzel, olamadığımız kadar deÄŸil...  

“Giderek herkes birbirine benziyor sanki” dedi çayından bir yudum alarak. “Çünkü artık kimse kendine benzemiyor” dedi karşısında oturan.

“Åžimdi yiÄŸitlerimiz göçtü, güçlü genç erkeklerimiz bu adadan göçtüler, bu kadar mehtap önce halkıma ait olan bu adadan. Åžimdi baÅŸka genç erkekler geliyor. Ama benim halkımın ruhu yaşıyor. Çayırlar’ın ruhu. Bu ruh her yerde; çamların arasında eser rüzgârda, büyük mavi suyun dalgalarında, bir kartal kanadının hışırtısında, yaz göğünün gürültüsünde. Ruh’u dinlemeyen, Ruh’un Andını içmeyen hiç kimse bu adaya benim diyemez, burada mutlu olamaz” diyor bir Kızılderili, Kurt Vonnegut’un ‘Otomatik Piyano’sunda.

‘Yeryüzünde yaÅŸayan herhangi bir insan’ ile ‘bankta oturan herhangi biri’ isimli ilki daha büyük olmak üzere iki küme oluÅŸturabiliriz. Buna karşılık, ikinci kümeden ilkinden daha az hikaye çıkacağını hiç kimse iddia edemez.

Kendine ‘büyük insan’lık payesi kazandırmak için her gün kırk takla atan tiplerin sayısı arttıkça ÅŸuna inancım giderek daha da güçleniyor: Asıl büyük hikaye küçük insanların dünyasında yaÅŸanıyor ve büyük insanlar da çoÄŸu zaman küçük sandığımız hikayelerden çıkıyor.

“Sırf özgür olabilmek için bütün duvarları yıktım ben!” diye haykırdı ayaktaki. “Ä°ÅŸte bu yüzden ÅŸimdi ayazdasın!” dedi oturan. 

O karlarla kaplı soÄŸuk filmlerden biriydi. Ä°yiliksever bir polis memuru, hayalindeki yitik hazineyi arayan hafif kafayı sıyırmış kadına şöyle diyordu: “Özgürlük, süslü yalnızlıktır”

Her yere varabilecek güce sahip olduklarına inanarak yola çıkanlar, uçsuz bucaksız yeryüzünde yollarını bulmak için gökyüzünde parıldayan bir yıldıza muhtaç olduklarını anladıklarında varabilecekleri tek yere varmış olurlar.

Elindeki taşı atabileceğin en uzak yere at, gözlerini bakabileceğin en uzak noktaya çevir, aklını anlayabileceğin en son gerçeğe kadar götür... Hepsi bu kadar mı sanıyorsun gerçekten?

Ä°stikametlerini doÄŸru tutmak için muhtaç oldukları yıldızı gönül semalarında taşıyan insanlar da var. 

“Ä°p yokken, renk yokken, gergef yokken” dedi meczup, “yine de bir nakıştın sen!”

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.