Düşünce Platformu
Dünyanın tuzu olmak
Bir yoruma göre ilâhî buyruklar uyarınca sımsıkı bir mümin olmak ve sulandırılmamış bir hayat yaşamak tuz gibi yakıcıdır. Malum, tuz yakıcı olduğu kadar da koruyucudur. Mesela, ete sıvandığında o eti çürüyüp kokmaktan korur. Mümin de tuz misali dünyaya ve hayata sıvandığında her şeyden önce kendini dünyevileşmeden korur. Tuz aynı zamanda tattır. Kendisi acıdır ama yemekler ancak bu acılıkla tatlanır. Tat ile tuz kelimeleri bundan dolayı bir arada kullanılır. “Tuz tadı” tabiri her ne kadar oksimoronik görünse de tuzun damakta bıraktığı tat çok esaslı bir tattır.
Mustafa Öztürk - KARAR
Matta’ya göre Hz. Ä°sa kalabalıkları görünce daÄŸa çıkar, ardından bir grup insan gelip etrafına toplanınca, meÅŸhur daÄŸ vaazına baÅŸlar. “Dünyanın tuzu sizsiniz” der ve ekler: “Ama tuz tadını yitirirse bir daha ona tuz tadı nasıl verilebilir? Artık dışarı atılıp ayak altında çiÄŸnenmekten baÅŸka iÅŸe yaramaz.” (Matta, 5/13). Bu vaazdaki tuz metaforu hakikaten çarpıcıdır. Bir yoruma göre ilâhî buyruklar uyarınca sımsıkı bir mümin olmak ve sulandırılmamış bir hayat yaÅŸamak tuz gibi yakıcıdır. Malum, tuz yakıcı olduÄŸu kadar da koruyucudur. Mesela, ete sıvandığında o eti çürüyüp kokmaktan korur. Mümin de tuz misali dünyaya ve hayata sıvandığında her ÅŸeyden önce kendini dünyevileÅŸmeden korur. Tuz aynı zamanda tattır. Kendisi acıdır ama yemekler ancak bu acılıkla tatlanır. Tat ile tuz kelimeleri bundan dolayı bir arada kullanılır. “Tuz tadı” tabiri her ne kadar oksimoronik görünse de tuzun damakta bıraktığı tat çok esaslı bir tattır.
***
DaÄŸ vaazının tarihî ve sosyolojik zeminine gelince, Hz. Ä°sa döneminde içi çoktan boÅŸaltılmış ve hikmet, irfan ve vicdandan yoksun bir hal almış olan Yahudilik Ferisî yobazlarca ahlâkî yozlaÅŸma ve kokuÅŸmanın meÅŸruiyet aygıtına dönüştürülmüştür. Bu yüzden Hz. Ä°sa, Ferisîlerce empoze edilen gayr-i ahlâkî, ÅŸekilci ve gösterişçi dindarlık söylemini kıyasıya eleÅŸtirmiÅŸ ve ısrarla derin ahlâkî duyarlılığın ÅŸekillendirdiÄŸi bir din ve dindarlık anlayışını salık vermiÅŸtir. Hz. Ä°sa’nın tebliÄŸ ve davette bulunduÄŸu dönem özellikle din adamları ve yöneticilerle ilgili skandalların, çok çeÅŸitli suiistimallerin sıkça yaÅŸandığı bir zaman dilimi olarak tarih kayıtlarına geçmiÅŸtir. Din adamları arasında baÅŸ gösteren menfaat ve nüfuz kavgası, dinî emirlerin keyfi yorumlanması ve adamına göre fetva çıkarılması gibi sorunlar da Hz. Ä°sa tarafından sıkça eleÅŸtirilmiÅŸ; ancak bu eleÅŸtiriler dönemin din baronlarını ve müesses dinî yapılarını çok rahatsız etmiÅŸtir.
Morris S. Seale’nin bir makalesinde mukayeseli olarak gösterdiÄŸi üzere Hz. Ä°sa’nın daÄŸ vaazında altı çizilen birçok ahlâkî ilkenin tasavvuf tarihindeki Melâmetî anlayışla önemli ölçüde benzeÅŸmesi dikkat çekicidir. Melâmetîlik hicrî III. (IX.) yüzyılda Horasan bölgesinde ortaya çıkıp daha sonra bütün Ä°slam dünyasında yaygınlık kazanan bir tasavvufî mektep ve meÅŸreptir. Allah yolunda kınayanın kınamasından korkmamayı (Mâide 5/54) kendilerine temel ilke edinen Melâmetîlerin belli baÅŸlı özellikleri şöyle özetlenebilir: Kendi nefsinde bir varlık görmemek ve nefsin her türlü benlik iddiasını terk edip gönülleri terakki ettirmeye çalışmak; baÅŸkalarının kusurlarıyla ilgilenmeyi bırakıp kendi kusurlarıyla meÅŸgul olmak; halk ile tahalluk, Hak ile seyr üzere yaÅŸamak, yani halkın içinde sıradan biri gibi olmak ve fakat Allah’ı bir an bile hatırdan çıkarmamak; ibadetleri ifa ettikten sonra hemen unutmak ve böylece nefsin ucb, kibir ve riyaya meyletmesine fırsat tanımamak; nefsin bir ÅŸeye çaba göstermeden sahip olmayı istemesi hâlinde o ÅŸeyi alın teriyle kazanmaya koyulmak… Kısacası, Melâmetîlik gösteriÅŸ, kendini beÄŸenme ve şöhret düşkünlüğü gibi ahlâkî âfetlere karşı nefsi kınamak suretiyle adam gibi adam olmaya çalışmaktır. Bu anlayışın sonucu olarak Melâmetîler amellerini gizleme taraftarı olmuÅŸlar, kalbî ve fiilî amellerinin baÅŸkaları tarafından bilinmesini hoÅŸ karşılamadıkları gibi kendilerini fark ettirecek özelliklerle ortaya çıkmaktan da sakınmışlardır.
***
Özellikle son zamanlardaki genel toplum manzaramız beni bir Melâmetî gibi davranmaya ve Ä°slam’ı Melâmetî perspektifle yorumlamaya sevk ediyor. Çünkü etrafıma baktığımda hemen herkes dünyanın tuzu deÄŸil de “bal küpü” olma sevdasına kapılmış görünüyor. Hatta bugünkü genel hayat tarzımız, “Bal tutan parmağını yalar” modunda seyrediyor. Böyle bir hayat modu tuzun bile kokacağına iÅŸaret ediyor. Bu yüzden, hâl-i hazırda ahlâkî duyarlılığı sıfırlanmamış her bir insan tekinin tıpkı tuz gibi yakıcı olması, yaraya kendini basması gerekiyor. Malum, tuz kendinden verir, kendini eritir. Topyekûn çürüyüp kokuÅŸmaktansa birilerimizin tuz misali kendinden verip kendini eriterek en azından çürümeyi geciktirmek için didinmesi lazımdır. Aksi halde, bu kritik yıllar tarih kütüklerine dünyevî nimetlerle sınandığımız yıllar olarak kaydolacak, fakat sadece bununla kalmayacak, sınavı kaybettiÄŸimiz yıllar olarak da anılacaktır. Tarih, “pek çok müslümanın yokluk zamanında dilden düşürmediÄŸi ihlas, takva gibi deÄŸerlerin varlıkla sınanma tecrübesinden sonra parasızlıktan baÅŸka bir ÅŸey olmadığı anlaşıldı” diye de yazacaktır. Bu yüzden, yakın gelecekte, en azından istikbaldeki kırk-elli yıllık süreçte biz müslümanların hemen hiçbir insan evladına din, ahlak, hak, hukuk namına söz söylemeye yüzü olmayacak, iki çift laf etmeye kalkıştığımız anda ise, “Sizi de gördük” mealindeki tepkiler hepimizin suratına tokat gibi çarpacaktır. Kısacası, hemen her birimizin tuz deÄŸil de bal küpü olma ÅŸehvetine kapılıp birer dünya arsızına dönüşmesiyle ortaya çıkan büyük yıkımdan belki de en çok dinî-ahlâkî deÄŸerler nasibini alacak ve sonuçta tüm söylemlerimiz, sembollerimiz ve vaktiyle temsilciliÄŸini üstlendiÄŸimiz deÄŸerlerle birlikte gelecek nesillerin ibretle bakıp seyredeceÄŸi bir enkaz yığını olacağız.
Henüz yorum yapılmamış.