Genel
Çocukluğumun bayramları
İki olay sebebiyle şehir ıssız hale gelirdi; biri sokağa çıkma yasağı sebebiyle herkesin evinde kaldığı nüfus sayımı günü, diğeri ise erkeklerin bayram namazı kılmak üzere camilere gittikleri bayram sabahları. Birincisinde çocuklar da sokağa çıkamayacağı için yalnızca pencereden bakarak ıssız sokağı görüyorduk; tek canlılar yasağı dinlemeyen kediler ve köpeklerle nüfus sayımı görevlileri olurdu.
Hayrettin Karaman - Yeni Åžafak
18 yaşıma kadar Çorum’da idim. 1940 yılında altı yaşımda olduÄŸuma göre bu yıllardan itibaren bayramların nasıl gelip geçtiÄŸini az çok hatırlıyorum.
İki olay sebebiyle şehir ıssız hale gelirdi; biri sokağa çıkma yasağı sebebiyle herkesin evinde kaldığı nüfus sayımı günü, diğeri ise erkeklerin bayram namazı kılmak üzere camilere gittikleri bayram sabahları. Birincisinde çocuklar da sokağa çıkamayacağı için yalnızca pencereden bakarak ıssız sokağı görüyorduk; tek canlılar yasağı dinlemeyen kediler ve köpeklerle nüfus sayımı görevlileri olurdu.
Pek hoÅŸlandığım ve ÅŸimdi tarif edemediÄŸim duygular yaÅŸadığım ikinci tenha sokak manzaraları ise bayramın birinci günü bayram namaz saatinde olurdu. Bu saatte namazla yükümlü olmayan çocuklar sokaÄŸa çıkabilecekleri için kalkar, sokaÄŸa çıkar, her yer bana aitmiÅŸ gibi bir duygu içinde uygun bir yerde camiden çıkıp gelecek olan büyükleri beklerdim. Ä°lk gelenler konu komÅŸu ise beni ve emsalimi okÅŸayıp yollarına devam ederler, bu da bize mutluluk verirdi. Bizimkilerden biri (dedem, dayım, babam…) görününce koÅŸarak onlara kavuÅŸur, birlikte eve girmenin hazzını yaÅŸardım.
Bayram yemekleri herkesin kesesine göre farklı olsa da günlük yemeklerinden farklı olurdu. Bu farklılığı oluşturmak için ev hanımları birkaç gün öncesinden başlayan hazırlıklar yaparlar; börekler, baklavalar imece usulüyle de yapılırdı.
Biz çocuklar yemeğin bir an önce bitmesini, ellerin yıkanıp öpülmeye hazır hale gelmesini sabırsızlıkla beklerdik. Eller öpülünce bayram harçlıkları alınır, sonra mahallede komşulara gidilir, buralardan da şekerler ve/veya harçlıklar gelir, sonra akrabaya gidilir, harçlıklar biraz daha artar ve artık bayram yerine gitme ve cepleri hafifletmenin zamanı gelmiş olurdu.
Åžehrin uygun bir mahallinde bayram yeri kurulurdu. Biz çocuklara göre burası bir cennetti, oradan oraya koÅŸar, bütün oyuncak ve eÄŸlencelerden nasiplenmek isterdik. Mahfe diye bir ÅŸey vardı, karşılıkla dörder kiÅŸinin oturabileceÄŸi aÄŸaçtan yapılmış bir salıncak, belli bir paraya belli bir müddet kol gücüyle bizi sallayan mahfeci süre gelince “yandıııı” diye bağırır, bir sallanma ile yetinenleri indirirdi. Yanan ise “para” idi, ama boÅŸa yanmıyor, ateÅŸi ile bizi bir süre sallamış oluyordu.
Dönme dolap, cambaz, hokkabaz, tel halata takılmış makara ile kayma gibi eğlenceler vardı. Bu son alette halata takılı makaranın iki tarafında tutamak vardı, iki elle bunlar tutulur, başta bizi tutan görevli salınca yukarıdan aşağıya doğru gittikçe hızlanarak kayardık, sona yaklaşınca da güçlü bir görevli yakalayarak karşı direğe çarpmadan durmamızı sağlardı. Bugün pek çok aracı bulunan adrenalin duygusunun o günlerde bu kadarcık az ve basit araçları vardı.
Bayram günleri boyunca bayramlaşma ziyaretleri devam ederdi; bayramlıklarını giymiş büyükler ve küçüklerin, kadınlar ve erkeklerin renkli görüntüleri de ilgimizi çekerdi.
Yaşımız bayram namazına gidecek seviyeye gelince büyüklerimizin yanında camilere gitmeye başladık. İlk yıllarda sabah namazı ile bayram namazı arasındaki süreyi dolduran vaazdan fazla bir şey anlamazdık, uyukladığımız da olurdu, ama bayram namazının başlayacağını bildiren müezzinin okumaları başlayınca canlanır, heyecan içinde namaza katılır, tarif edilen bayram namazında hata etmemek için de çaktırmadan yanımızdaki büyüğümüzü takip ederdik.
Bir hatıra ile yazıyı bitirelim:
Uzunca bir süre ezan Türkçe okunduÄŸu gibi cami içindeki bayram tekbirleri de “Tanrı uludur, Tanrı uludur, Tanrıdan baÅŸka yoktur tapacak, Tanrı uludur…” ÅŸeklinde okunurdu. Bir bayram namazında yine Türkçe tekbir baÅŸlayınca dindar ve cesur bir ağır ceza reisi (hakim) kasıtlı olarak oturduÄŸu müezzin mahfilinden şöyle seslendi: Ey cemaat, Türkçe ezan talimatı cami içindeki tekbire ÅŸamil deÄŸildir, tekbirimizi aslına uygun alalım, Allahu ekber Allahu ekber…”. Ä°ÅŸ yalnızca müezzinlere ve imamlara kalsaydı ne yaparlardı bilmiyorum, ama cemaat büyük bir heyecan ve haz içinde oldukça yüksek sesle yıllardır hasret kaldıkları tekbiri okumaya baÅŸladılar. AÄŸlayanlar ve nara atanlar da eksik deÄŸildi.
O bayram günlerinde ev sohbetlerinin baş konusu artık bir kahraman olan ağır ceza reisinin bu davranışı olmuştu.
Şimdi ne sokaklar boşalıyor, ne bayram namazından sonra tanıdıkları bekleyecek köşe başları var, ne bayram yerleri var, ne de bizi mutlu eden ve ceplerimizi boşaltan basit eğlenceler; çocukların bugünün bayramlarını nasıl hissettiklerini merak ediyorum!
Henüz yorum yapılmamış.