Alim
Bayram sevincim
Hayrettin Karaman - Yeni Åžafak
Bayramlara mahsus sevinme, neşelenme, mutlu olma sebepleri vardır; bunlardan dolayı bayramı idrak edenler sevinirler, çeşitli vesilelerle (ziyaret, mektup, telefon, elektronik posta, mesaj vb.) sevinçlerini sevdikleriyle paylaşırlar, çocuklar çevrelerindeki bu değişikliğin farkına varırlar, buna bir de büyüklerin onlara gösterdikleri ilgi, bayramlık giysiler, el öpme ve öpülmeler, şeker, mendil, hele de para hediyeleri eklenince bir başka sevinir, mutlu olurlar. Bizim çocukluğumuzda mahallenin, şehrin, ülkenin ve dünyanın bayramını radyo veya televizyondan seyredip haberdar olmak ve bu yoldan onlara katılmak mümkün değildi. Şehirlerde ve kasabalarda bayram yerleri kurulurdu. Bayram yemeği yenip, eller öpülüp haşlıklar (harçlıklar) alınınca arkadaşlarımızla uçar gibi bayram yerine ulaşır, bir oyuncaktan öbürüne koşar, paramız bitinceye kadar eğlenirdik. Şimdi bayram yerlerinin yerini evdeki elektronik oyuncaklar ve televizyonlar aldı. Bunlarla oynarken radyasyon yüklenen çocuklarımız gergin ve neşesiz; mutlulukları zor oluşup, çabuk bitiyor, evlerde bayramın manevî ve derûnî tarafı da fazla yaşanamıyor.
Benim bugün okurlarımla paylaşmak istediğim duygular bunlar değil.
Birkaç yıl önce bir hayır kuruluşunun yardım elemanlarından birini seyretmiştim. Her zamanki gibi bir yoksul evine ilâhî rahmet inercesine, devlet kuşu konarcasına inmek ve konmak için giderken sokakta, camekanlı arabasında tatlı satan bir delikanlıya yaklaştı ve ondan tatlı almak istedi. Satıcı delikanlı, gönlünden bütün arabasındakileri vermek istediği besbelli olarak tatlı ikram etti, eleman küçük bir parça vermesinde ısrar etti ve büyücek bir parçayı da satın alıp yoksulun hanesine götürmek üzere istedi. Delikanlı tatlıyı tarttı (tahminen bir kilo kadar vardı), hemen paketleyip takdim etti, alıcı bedelini sorunca aralarında şu konuşma geçti:
-Bir lira yeter.
-Olur mu canım, sen gerçek fiyatı ne kadarsa onu söyle!
-Bir lira, fiyatı bir lira ağabey, bu kadar yeter, dua edin!
Şüphe yok ki, delikanlı dar gelirli idi, belki de yoksuldu, gün kazanıp gün yiyorlardı, ama olsun, ona ecdadından bazı deÄŸerler intikal etmiÅŸti, bunların arasında “veren el olmanın, yoksullara yardımın, insanlara ikramın doyulmaz manevi hazzını yaÅŸama ve ebedi mutluÄŸa götüren sevaba erme" de vardı.
İşte bu noktada benim boğazıma yaşlar düğümlendi, orada da duramayıp gözlerimden boşanmaya başladı; bu yaşlar sevinç yaşlarıydı, Allah'a şükran duygularımın gözyaşına dönüşmüş kelimeleriydi.
Seviniyor ve şükrediyordum; çünkü her şeye, bütün yapılanlara ve yıkılanlara rağmen hala böyle duygularımız, böyle erdemlerimiz kalmıştı. Bu değerlerin kaynağı şüphe yok ki, dinimizdi, bu yüce dinin yoğurduğu geleneklerimiz ve öz kültürümüzdü. Ferde ve topluluğa huzur, barış ve mutluluk getiren bu değerlerimizi korumak, onları koruyarak çağdaşlaşmak yerine bu ülkenin okumuş yazmış kesimi (tabîî bir kısmı, ama etkili ve hakim kısmı); özünde egoizmin, bireyciliğin, maddeciliğin yer aldığı bir başka medeniyeti, bir başka kültürü taklit etmeye yöneldiler. Israrla uyguladıkları kültür ve eğitim politikaları yetişen nesillerle dinin arasına mesafe koymaya ayarlandı, bunun tabîî sonucu da şu oldu: Küçük yerleşim merkezlerinden büyüklerine, az okumuşlardan çok okumuşlara doğru gittikçe bu programın daha fazla tuttuğu, hedefine büyük ölçüde ulaştığı görülüyor. Ama demokrasi güçlendikçe halk, kendi öz kültürünü okula ve eğitime yansıtmanın yollarını aradı, arıyor. Bir yandan da ailede maziden gelen değerler yeni nesillere intikal ediyor.
Beni o tarihte sevinçten aÄŸlatan ve o bayramın bana armaÄŸanı olan “insanlık manzarası" iÅŸte bu aile okulunun eseridir. Aman bu okulun üzerine titreyelim!
Bayramınız mübarektir; onun bereketine nail olmanızı dilerim.
Henüz yorum yapılmamış.