Güncel
Furkan Çalışkan: 'Terk etmenin zor olduğu bir dönemde yaşıyoruz'
Yeni Şafak gazetesi yazarı, şair ve edebiyatçı Furkan Çalışkan ile Ramazanın son günlerini, şiirin ve şairin dününü ve bugününü konuştuk.Düşünce Mektebi olarak bu güzel sohbeti size sunmaktan mutluluk duyarız.
Oruç ve Furkan Çalışkan arasındaki ilişki nasıldır? Yada daha doğru bir ifade ile bir şairin gözünden oruç ne ifade eder ayrı bir anlamı var mıdır?
- Ramazan ayı, zaman ve kavramların hepsinin bize ait olduğu dışarıdan manipüle edilemeyen sadece Müslümanlara özel sahih bir ay. Biz bu aydan sadece istifade edebiliriz, bu ayın bize kattığı bir şey olur yoksa orucu yada ramazanı tanımlayarak ona bir şeyler katma hadsizliğinde olmamamız gerekiyor çünkü ramazan ve oruç bu ikisi bize dakikaların saatin zamanın Müslüman hayatının, Müslüman kişiliğinin ne olduğunu nasıl olması gerektiğini bütün bu modern dünyanın, bütün bu zalim dünyanın, bütün paradigmaların, bütün tezlerin ve antitezlerin dışında onların etkisinden çok uzak biçimde idrak ettiriyor. Bu çok büyük bir nimet çok büyük bir imkan.
Modern zamanda oruç nerede durur 2000 dönemi şairi olarak buna bakışınız nedir?
- Özellikle temkinli davranmaya çalıştım oruç ve ramazanla ilgili konuÅŸurken çünkü bir ÅŸekilde dinimize ait özel günler ve anlamları çok kolaylıkla modernize ediyoruz ve modernize ettikçe onu bu hayatın bu modern hayatın gereklerinden sıradan rutinlerinden birisi haline getirebiliyoruz . Bu dini terminolojinin çok sık başına gelen bir durum benim kanımca son 15 yıldır. Mesela zekat kavramını alıp bambaÅŸka, örneÄŸin bir sosyalist düzlemde ele almak ve bu ikisini bir araya getirmek gibi bu dönemin bu çağın izmleri ile Ä°slam’ın hakikatlerine sanki birbirlerine muhtaçlarmış gibi Ä°slam’ın modern bir izme ihtiyacı varmış gibi ona koltuk deÄŸneÄŸi olması gerekiyormuÅŸ gibi bir düzlemde ele alıyoruz, konuÅŸmamın başında bu konuda temkinli olmamın ramazanın ve orucun bize kattığı ve katacağı ÅŸeylerle yetinmenin sadece bunun peÅŸine düşmenin ona marjinal bir anlam yüklemeye kaçınmamın nedeni bu. Bu konuda had bilmenin önemli olduÄŸunu düşünüyorum. Sadece ÅŸahsi olarak ÅŸunu söyleyebilirim ki tamamen kendi ruhsal deneyimim açısından terk etmenin zor olduÄŸu bir dönemde yaşıyoruz. Terk ettikçe bir ÅŸeyleri kazanmanın terk etmenin kıymetinin bilinmediÄŸi, terketmenin anlamının bilinmediÄŸi sadece sahip olmak, kazanmak, mevzi edinmek üzere paradigmalar oluÅŸtuÄŸu bir düzlemde yaÅŸayan insanlarız. Özellikle 2000 kuÅŸağı ÅŸairleri, insanları 2000’den sonra doÄŸan insanlar bunu çeÅŸitli sıfatlarla tanımlayabiliriz modern dönem insanları diyelim genel olarak, oruç size bir ÅŸeyleri terk etmeyi hatırlatıyor bana bir ÅŸeyleri terk etmeyi hatırlatıyor. Sadece maddi yiyip içme manasında deÄŸil, insan oruçken ramazan ayı dışında yaptığı davranışlardan da uzak durmaya çalışıyor. Birisinin kalbini kırmaktan uzak duruyoruz, hiç olmadığımız kadar düşünceli oluyoruz çünkü orucumuzu sakatlamaktan, orucumuza halel gelmesinden korkuyoruz. Sürekli o rutinleri ve modern zamanın bize zerk ettiÄŸi o alışkanlıkları terk etme fırsatı buluyoruz. Müslüman terk etmeyi öğreniyor yada tekrar hatırlıyor. En azından ben bunu hatırlıyorum. O açıdan çok paha biçilmez bir ay.
Oruç ve ÅŸair deyince ilk aklımıza gelen Sezai Karakoç’un Samanyolunda Ziyafet adlı eseri oluyor Karakoç’un bu ve benzeri yazıları güncelliÄŸini korumakta mıdır sizce, yoksa bu dönemde bir ÅŸerhe veya yenilenmeye ihtiyaç duymakta mıdır?
- Karakoç’un baÅŸyapıt yazılarından birisidir Samanyolunda Ziyafet. Her zaman bu göğün altında söylenecek yeni bir ÅŸey vardır muhakkak. Buna yeniden ÅŸerh etmek deÄŸil ama, Müslüman ÅŸair ve yazarların hakikatlerimiz üzerinde düşünmesi bu hakikatler üzerinden yeniden üretimde bulunması hiç kesilmemesi gereken bir faaliyet o yüzden Sezai Karakoç’un Samanyolunda Ziyafet’i zirvedir ama o zirvede kalmamak gerekiyor, ona yeni bir ÅŸeyler eklemek lazım. Bu dönemin ÅŸairleri yazarları ne diyor ne yazıyor ne söyleyecek bunun da büyük önemi var ama Sezai Bey’in o yazısı bizi oluÅŸturan, kiÅŸiliÄŸimizi kimliÄŸimizi oluÅŸturan yazılardan bir tanesidir. Bir edebiyatçının bakış açısı bazen daha kalıcı olabiliyor bu anlamda.
Karakoç’u anmışken (bir yanda oruç ile ilgili yazılar yazan yanında fikir tahakkümü güçlü hikemi ÅŸairler vardı.) son dönem Türk ÅŸairi olarak kendinizi cumhuriyet dönemi hikemi ÅŸiirinin bir parçası olarak görür müsünüz ?
- Cumhuriyet döneminde öyle bir tür olduÄŸunu çok fazla düşünmüyorum açıkçası. Mesele daha karmaşık, Cumhuriyet dönemi ÅŸiiri yada cumhuriyetten sonraki ÅŸiir Osmanlı dönem divan ÅŸiiri bu iki dönem arasındaki baÄŸlantı ve rabıta iliÅŸkisi biraz daha karışık bir mesele farklı düzlemlerdeyiz, son büyük divan ÅŸairi Åžeyh Galip aynı zamanda en büyük ilk modern ÅŸair fakat Åžeyh Galip’ten bugüne kadar geçen süre zarfında hayat, insanlar, zevkler, üsluplar, her ÅŸey deÄŸiÅŸti baÅŸka bir düzlemde baÅŸka bir düzlemin ürettiÄŸi mekanizmaları hayata geçirmek imkansız. Bu ÅŸiir içinde edebiyat içinde geçerli. Sürekli bunu anmak bizi bir nostalji çıkmazına sürüklüyor. Biz yeni bir ÅŸey üretebilir miyiz, Türk ÅŸairleri olarak buna bakmamız gerekiyor. O yüzden öyle bir sınıflamaya kendimi dahil etmek istemem. Bunu gelenekle bağını koparmak olarak düşünmeden fakat Türk Åžiiri kendisini son 100 yılda iki kere baÅŸtan yapabilmiÅŸ bir ÅŸiir, Türk Åžiiri büyük bir ÅŸeydir. Bir üslubu hayat meselesi var ortada 1892 yılında Ä°stanbul’daki insanlar Türkiye’deki insanlar bu insanların zihinleri, kalpleri, düşünme ÅŸekilleri, davranışları dönemin dinamikleri; üslub-u hayat dediÄŸimiz alışkanlıklar bütün bunlar deÄŸiÅŸti baÅŸka bir dönemdeyiz, bunu olumlu yada olumsuz manada söylemiyorum. Bu içinde yaÅŸadığımız döenmin dinamikleri ile Türk Åžiiri’nin içinden bir çıkar yol bulabilecek miyiz, bize ait, bizim hakikatlerimize ait, bu toprakların gerçeklerine ait sahih bir ÅŸey bulabilecek miyiz ve bunu nasıl bir yöntemle yapacağız. Aslında ÅŸiirin o üzerindeki estetik tül perdesi altındaki maksadı amacı daha iÅŸlevsel daha toplumsal daha siyasi yanı bu. Türk Åžiiri toplumunun içinde bulunduÄŸu hal ile ÅŸekil alır, ÅŸiir mi topluma ÅŸekil verir, toplum mu ÅŸiire ÅŸekil verir bunu da konuÅŸmak gerekir fakat çok fazla en azından modern ÅŸiir öncesi dönem dinamiklerini ve toplumsal yapıyı göz ardı edip ikisi arasında bir baÄŸ kurmaya çalıştığımız zamanda bu gerçek bir ÅŸey olmuyor ve havada kalıyor ne yazık ki.
- Son dönem şairleri kendisini fikir dünyasından çekti gibi bir görüntü var ortada. Oysa hikemi şairler sadece şairlikleriyle öne çıkmamış aynı zamanda fikir adamı sıfatıyla da karşımıza çıkmışlardı; Osmanlı son döneminden aşlayacak olursak Mehmet akif, Namık kemal, Ziya paşa devamında Necip fazıl, sezai karakoç, listeyi uzatabiliriz, siz bu durumu nasıl görüyorsunuz, şair dava adamı ve fikir adamı arasında bir kopukluk mu var?
- Åžairlik ve düşünce adamlığı arasında bir kopukluk varsa ÅŸair ÅŸair olarak kalmaya deva edemez zaten. En azından Türk Åžiiri için bu böyle, Alman Åžiiri, Ä°talyan Åžiiri, Fransız Åžiiri için durum farklı olabilir ama Türk Åžiirinin hakikati gerçeÄŸi bu, bizde düşünce ÅŸiir üzerinden ilerler Bu Türkiye’deki bütün düşünen beyinler, cins kafalar ÅŸairdir demek deÄŸildir. Ama düşüncenin ufkunu açan, düşünceye alan açan ona bir fırsat tanıyan cüreti gösterebilen ÅŸey Türk Åžiiridir. Sadece düşünce perspektifinde ve teoride kuramda da kalmaz, Türk Åžiiri aksiyoner bir ÅŸiirdir aynı zamanda bunu ÅŸuradan anlayabiliriz, ülkemizin bağımsızlık manifestosu diyebileceÄŸimiz Ä°stiklal Marşı büyük bir Türk Åžairinin elinden çıkmıştır. Bugün bizim bu topraklardaki varlık gerekçemizin en somut belgesidir bu. Türkiye’de ana akım ideolojiler yine kendini bir ÅŸairin etrafında somutlamışlardır. Necip Fazıl ve Nazım Hikmet örneÄŸi önümüzde duruyor. Bu açıdan Türk ÅŸiiri böyle bir iÅŸlevselliÄŸe sahip. Bugün nasıl dersek eÄŸer; bugün de durum çok farklı deÄŸil fakat o başında bahsettiÄŸimiz çağın ruhu zamanın ruhu o bakışımızı bulanıklaÅŸtırıyor. Artık teknoloji imkanları, iletiÅŸim imkanları, dünyanın küçülmesi bütün bu aslında iyi gibi görünen özünde büyük sıkıntılara yol açan meseleler ÅŸairlerinde seslerini bir kakofoninin içerisine hapsediyor. Bu durum da bizim artık ÅŸairler düşünce üretmiyorlar sadece bir estetik düzlemde ufak bir sanatçı gettosunda hapis kalmışlar gibi bir izlenime kapılmamıza sebep oluyor. Bir ÅŸair ufak br gettonun içerisinde Türkiye’nin gerçeklerinden bağımsız bir ÅŸekilde ÅŸiir üretiyorsa o zaten Türk ÅŸiirine dahil bir ÅŸair deÄŸildir. Necip Fazıl’ın, Sezai Karakoç’un, Ä°smet Özel’in, Nazım Hikmet’in, Behçet Necatigil’in, Ziya Osman’ın ÅŸiir yazdıkları Türkiye üzerine düşündükleri Atila Ä°lhan’ın dönemlerde ÅŸiir yazan binlerce baÅŸka ÅŸair daha vardı, çeÅŸitli ÅŸiir toplulukları, klikler gettolar o zaman da mevcuttu ve biz bugün bunların çoÄŸundan haberdar deÄŸiliz. Edebiyat tarihçilerinin bile bunlara ulaÅŸması ciddi bir arkeolojik çalışma ile mümkün olabilir. Fakat biz bugün Atilla Ä°lhan’ın hala Türk Düşüncesinde bir etkiye sahip olduÄŸunu en azından bir üsluba sahip olduÄŸunu dönemin yazarlarının kullandıkları jargona bakarak bile anlayabiliriz. Ä°smet Özel’in düşünme biçimini çıkartırsak cümle kuramayacak birçok aydınımız var. Sezai Karakoç’un ferasetinin ve bilgeliÄŸinin olmadığını düşünürsek ortaya çıkacak boÅŸluÄŸu hayal edin, böyle bir ÅŸeyden bahsediyoruz. Bugün de bunu devam ettiren bunu takip eden en azından bunu bir dava haline getirip bunun peÅŸinden koÅŸan ÅŸairler mevcut. Fakat bu kakofoni bu çok seslilik bunun ortaya çıkmasını yada çok fazla göz önünde bulunmasını engelliyor. Bu da biz sanki yokmuÅŸ imajı veriyor.
Fikir adamı ve şairlik ilişkisiyle bağlantılı olarak özellikle cins derginin çıkmasıyla birlikte daha yüksek sesle dile getirdiğiniz kültürel iktidar kavramı vardı son dönemlerde biraz azaldı gibi siz bu kavramı ortaya koyduğunuzda içerden veya dışardan nasıl tepkilerle karşılaştınız?
- Bir tartışma baÅŸlatmasını düşünüyorduk kültürel iktidar meselesinin, beklediÄŸimiz gibi bir tartışmaya da sebep oldu. Çünkü kültürel iktidarın seçimle sandıkla rey vermekle deÄŸiÅŸmediÄŸini deÄŸiÅŸmeyeceÄŸini ve uzun vadede Türkiye’nin düzlemini belirleyen esas iktidar biçimi olduÄŸunu uzun süredir düşünüyor tartışıyorduk bunu elimizden geldiÄŸince kamuoyuna açmaya çalıştık, Cins Dergisi’nin çıkışı da böyle oldu. Fakat beklediÄŸimiz tepkiler tam olarak böyle deÄŸildi ve bu tepkiler bizi ÅŸaşırttı, neden ÅŸaşırttı; biz daha nitelikli katkılar beklerken biraz daha ÅŸahsi saldırılara hedef olduk. Biz ÅŸunu söylüyorduk; nasıl oluyor da bir terör örgütü çok kısa bir zaman içerisinde çevreci ve barışçıl bir organizasyon imajına sokulabiliyor. Bu siyasi bir metodoloji ile olabilecek bir ÅŸey deÄŸil, kültür böyle ölümcül bir ÅŸeydir, bunu sadece kültür yapabilir. Bunun bir arka planı var, mesela neden Türkiye’de edebiyatın bir kısmını fonlayan Alman Vakıfları var, neden Almanlar bu vakıflarla Türk Edebiyatının bir kısmını bazı yazarları fonluyorlar. Bu neyin iktidarıdır mesela bunu söylemek istiyorum, bu zincir maÄŸazalar neden bazı kitapları insanların gözüne gözüne sokarak popülerleÅŸtirme gayretindeler, bu durum sadece ticari mi yoksa bunun bir ideolojisi var mı? Bunların hapsi çok hayati ve çok ölümcül sorulardı. Kültür endüstrisi diye bizim üzerinde konuÅŸmadığımız tartışmadığımız bir kavram var, kültürel iktidar diye ölümcül bir iktidar türü var ve biz bu iktidarın muhalifleriyiz, bunu anlatmaya çalıştık. Ä°ktidar olmak hükümet olmak deÄŸil sadece, iktidar olmak ihale dağıtmak deÄŸil, iktidar olmak baÅŸka bir ÅŸey. Ä°ktidar olmanın, Ä°ktidarın ne olduÄŸunun tartışılmaya açılmasını istedik. Fakat şöyle tepkilerle karşılaÅŸtık ki sol diye adlandırabileceÄŸimiz taraftan sanki polis zoruyla ve mevcut hükümet marifetiyle iktidarı deÄŸiÅŸtirme talebinde bulunduÄŸumuz algılandı özellikle Tanıl Bora ve çevresi tarafından. Genel olarak bu çerçevede eleÅŸtiriler aldık. Bizden diyebileceÄŸimiz yani aynı dertlere sahip olduÄŸumuzu zannettiÄŸimiz baÅŸka insanlar da bizim bir rant peÅŸinde olduÄŸumuzu, onlar gitsin biz gelelim gibi ucuz ve basit tartışmaya deÄŸmeyecek bir düzlemde ele aldılar. O yüzden açıkçası ben istediÄŸim verimi beklediÄŸim bereketi kültürel iktidar tartışmasında bulamadım. Fakat bir ÅŸekilde siyasetin hiç gündeminde olmayan bu jargonu ve bu meseleyi gündeme soktuk. Kültürel iktidar meselesi bu yıl Türkiye’de siyasetçiler tarafından da sıklıkla konuÅŸuldu. Milli Kültür Åžurası yapıldı her ne kadar baÅŸarılı bulmasam da belki de 20 yıl sonra ilk defa bir Milli Kültür Åžurası yapıldı ve kültürle ilgili özeleÅŸtiri kültür politikalarıyla alakalı özeleÅŸtiri dönemi baÅŸladı. Bu açıdan da bir sonuca ulaÅŸtığı bir ÅŸeylere sebep olduÄŸunu söylemek yanlış olmaz diye düşünüyorum.
Son olarak Ramazanda okunmasını tavsiye ettiğiniz neler vardır?
- En azından kendi açımdan baktığım zaman rutinimi söyleyebilirim, benim her Razaman okuduÄŸum iki kitap var tekrar tekrar okuduÄŸum bu her Ramazan ÇaÄŸrı Filmini seyretmek gibidir bu avam bir durumda deÄŸildir. Ä°nsan Ramazanda Mustafa Akat’ın ÇaÄŸrı filmini bir kere seyretmelidir. Bunun yanında bir de kitap rutinim vardır bunlardan birincisi; Muhammed Esed’in Mekke’ye Giden Yol’u, ikincisi Martın Linx’in Hz. Peygamber’in hayatını anlattığı siyer kitabı yaklaşık 15 Ramazandır ben bu her 2 kitabı Ramazan boyunca tekrar tekrar okuyorum. Tabi bunları çok rasyonel sebeplerle tavsiye etmeyeceÄŸim bunları kalbi sebeplerle okuyorum ve yine kalbi sebeplerle tavsiye ediyorum denemek istersiniz belki.
Henüz yorum yapılmamış.