Dünya
Tahran saldırıları İran için ne anlama geliyor
Saldırılar, seçilen hedeflerin sembolik anlamları ve ölü sayısını arttırmaya yönelik olmaktan ziyade siyasi mesaj vermeyi hedeflemesi bakımından bugüne kadar DEAŞ'ın yaptığı saldırılardan ayrışıyor ve soru işaretlerine neden oluyor
Dr. Hakkı Uygur
7 Haziran günü Ä°ran Meclisini ve Ä°ran Ä°slam Cumhuriyetinin kurucusu Humeyni’nin türbesini hedef alan saldırılar ülke içinde ve dışında büyük yankı uyandırdı. Terör eylemi, 1994’te MeÅŸhed’deki Ä°mam Rıza türbesine yönelik saldırıdan sonra ülke içinde düzenlenen en büyük saldırı olma özelliÄŸini taşıyor. Ä°ran devleti o dönemde en az 25 kiÅŸinin öldüğü ve yüzlerce kiÅŸinin yaralandığı terör eyleminden Halkın Mücahitleri Örgütünü sorumlu tutmuÅŸ, örgüt iddiaları reddederek saldırıyı kınamıştı.
EÅŸ zamanlı saldırılar henüz sürerken DEAÅž terör örgütünün saldırıları üstlenmesi ve kısa süre içinde kendine baÄŸlı sitelerden saldırganların görüntülerini yayınlaması, olayı örgütün gerçekleÅŸtirdiÄŸi yönünde hiçbir şüpheye yer bırakmıyor. Bununla birlikte son eylem, seçilen hedeflerin sembolik anlamları ile sansasyon ve ölü sayısını arttırmaya yönelik olmaktan ziyade siyasi mesaj vermeyi hedeflemesi bakımından bugüne kadar örgütün yaptığı saldırılardan ayrışıyor ve soru iÅŸaretlerine neden oluyor. Zira Ä°ran’a ve ÅžiiliÄŸe bakışı belli olan DEAÅž’ın benzer silah ve mühimmatlarla daha kolay sivil hedeflere saldırması durumunda örgüte küresel çapta propaganda imkânı saÄŸlayacak kayıplar meydana gelebilirdi. Nitekim terör örgütünün Türkiye ve Avrupa’daki eylemlerine bakıldığında bu yöntemi tercih ettiÄŸi, korku ve panik yaratmak amacıyla kalabalık mekanlara saldırdığı görülüyor.
İRANLI YETKİLİLERİN AÇIKLAMALARI
Saldırılar birçok açıdan önem taşıyor. Öncelikle eÅŸ zamanlı saldırılar sürekli olarak niye Ä°ran’ı hedef almadığı sorulan DEAÅž’ın Ä°ran içindeki tek büyük saldırısı olarak kayıtlara geçti. DiÄŸer yandan bu eylem, baÅŸkentinde yaklaşık 35 yıldır bu ölçüde bir terör eylemine maruz kalmayan ülkede ÅŸok etkisi yarattı. BilindiÄŸi üzere Ä°ran güvenlik önlemlerine verdiÄŸi önem ve istihbarat faaliyetlerinin yaygınlığıyla tanınan ve bu gerekçeyle vatandaÅŸlarının günlük yaÅŸantılarına dahi müdahale etmekten çekinmeyen bir ülke. Özellikle ‘Arap Baharı’ sonrası bölgede yaÅŸanan kaos ve çatışmalar Tahran yönetiminin iç kamuoyuna yönelik olarak mevcut sert güvenlik önlemlerinin gerekli olduÄŸu propagandası yapmasına imkân saÄŸlamış, en basit hak talepleri bile ‘kamu güvenliÄŸini bozmaya yönelik’ olduÄŸu ithamıyla bastırılmıştı.
Dolayısıyla saldırıların hemen ardından Meclis BaÅŸkanı Laricani’nin “küçük bir olay, büyütmeye gerek yok” demesi, Hameney’in baÅŸsaÄŸlığı ve geçmiÅŸ olsun dileÄŸinde bile bulunmaya gerek duymadan yaÅŸananları önemsiz çatapat seslerine benzetmesi, yine “bölgesel müdahalelerimiz olmasaydı bu saldırılar çok daha fazla olurdu” yönündeki açıklaması özellikle son 5 yıldır geliÅŸtirilen güvenlik söyleminin açığa düşmesinden kaynaklanıyor. Ãœlkenin en korunaklı merkezlerine düzenlenen ve saatler boyu bastırılamayan eylemler Ä°ran’ın sürekli propagandasının aksine ne ölçüde kırılgan bir güvenlik sistemine sahip olduÄŸunu da açık bir ÅŸekilde ortaya koydu.
İRAN İÇİN ZOR BİR DÖNEM BAŞLIYOR
Devrim Lideri Hameney’in açıklamasındaki ‘bölgesel müdahaleler’ vurgusu da ilgi çekicidir. Zira Ä°ran ülke içinde ve dışında bölgesel askeri müdahalelerini eleÅŸtirenlere sürekli olarak bu ülkelerde savaşılmazsa Ä°ran içinde savaşılacağı ya da komÅŸu ülkeler gibi terör eylemlerine maruz kalınacağı yönünde karşılık veriyordu. Dolayısıyla bu kadar geniÅŸ çaplı saldırılar daha ÅŸimdiden özellikle sosyal medyada söz konusu güvenlik ve dış politika söyleminin ve iÅŸlerliÄŸinin sorgulanmasına yol açmış durumda.
Saldırıların verdiÄŸi ana mesaj Ä°ran’ın bundan sonra gerek ülke içinde gerek ülke dışında güvenlik ve askeri alanlardaki konforlu döneminin sona erdiÄŸidir. DEAÅž muhtemelen bu mesajın ulaÅŸtırılmasında yalnızca bir aracı rolü üstlenmiÅŸtir ve mesajın aslında küresel ve bölgesel belli güçler tarafından verildiÄŸini düşündürecek yeterince karine mevcuttur.
Öncelikle ABD’nin yeni BaÅŸkanı Trump’ın Ä°ran ile ilgili görüşleri son derece nettir. Daha seçim kampanyasından itibaren Ä°ran’ı ve bu ülkeyle imzalanan nükleer anlaÅŸmayı hedefine koyan Trump, ilk yurtdışı ziyaretini Ä°ran’ın düşman olarak gördüğü Suudi Arabistan ve Ä°srail’e yapmış buralarda Ä°ran karşıtı mesajlarını tekrarlamıştır. GeçtiÄŸimiz haftalarda uluslararası basına sızdırılan ve CIA Ä°ran Operasyonlarının başına, Müslümanlığı seçtiÄŸi belirtilen Ayetullah Mike lakaplı Michalel D’Andrea adlı yurtdışındaki silahlı operasyonlarıyla öne çıkan bir figürün atandığını ve yakında Ä°ran’ın içinden eylem haberlerinin gelebileceÄŸini öne çıkaran haberler de Trump yönetimin Ä°ran politikalarında sözden eyleme geçmeye baÅŸlaması olarak deÄŸerlendirilmiÅŸti.
Yine ABD’nin Suriye’nin güneyinde Ä°ran’a baÄŸlı rejim yanlısı milislere saldırılarını rutin hale getirmesi, Amerika içinde iki kiÅŸinin Hizbullah’a üye olmak suçlamasıyla tutuklanması gibi geliÅŸmeler de Ä°ran’ın yeni dönemde Obama dönemindeki gibi rahat hareket edemeyeceÄŸinin pratikteki iÅŸaretleri olarak görülebilir.
TAHRAN-RÄ°YAD GERÄ°LÄ°MÄ°
Saldırılardan sonra Tahran’dan yapılan açıklamaların büyük oranda Suudi Arabistan’ı iÅŸaret etmesi iki ülke arasındaki gerilimin ve vekalet savaÅŸlarının ÅŸiddetlenmesine ya da bir adım ileriye taşınmasına neden olabilir. Arabistan ve Ä°ran arasındaki iliÅŸkiler özellikle Suudi Åžii din adamı Åžeyh Nimr’in 2016 yılının ilk günlerinde idam edilmesinden ve ardından Ä°ran’daki Suudi Elçiliklerine saldırılar düzenlenmesinden beri tarihin en kötü seviyesinde seyrediyor.
Washington’daki yeni yönetimi de arkasına alan Suudi Arabistanlı yetkililerin son dönemde Ä°ran karşıtı söylemlerini iyice artırdıkları ve iki ülke arasındaki çatışmayı Ä°ran’ın içine çekmekle tehdit ettikleri biliniyor. Dolayısıyla baÅŸta Hameney ve Devrim Muhafızları Ordusu Komutanları olmak üzere birçok önemli aktörün Arabistan’ı saldırıdan sorumlu tutmaları ve tehdit etmelerinde ÅŸaşılacak bir ÅŸey yok. Nitekim son olarak DMO Komutan Yardımcısı Hüseyin Selami saldırılara “bin katıyla karşılık verileceÄŸi” tehdidinde bulundu.
Ancak Ä°ran’ın içinde de bu durumdan endiÅŸe edenler olduÄŸu ve Ä°ran Suudi Arabistan savaşının çok daha büyük faciaya yol açacağı hususunda uyarılar yaptıkları görülüyor. Bu baÄŸlamda Meclis BaÅŸkan Yardımcısı Ali Mutahhari’nin “saldırılar Ä°srail’in iÅŸi ve bizi Arabistan’la savaÅŸa çekmek istiyorlar” açıklaması önemliydi. Ä°stihbarat Bakanı Mahmud Alevi’nin benzer ÅŸekilde “henüz olaydan Arabistan’ın sorumlu olduÄŸuna dair kesin bir kanıt yok” ÅŸeklinde ifadeler kullanması, ülke içinde Arabistan’a nasıl karşılık verileceÄŸi hususunda ittifak oluÅŸmamasından kaynaklanıyor olabilir. Daha düşük olasılık olmakla birlikte eÄŸer bu son yaklaşım ağırlık kazanırsa Tahran yönetimi muhtemel çatışmanın maliyetlerinden kaçınabilir ve Taliban’ın 1998’de Ä°ran’ın Mezar-ı Åžerif’teki BaÅŸkonsolosluÄŸunu basarak 11 Ä°ranlı diplomat ve bir gazeteciyi öldürmesinin ardından olduÄŸu gibi doÄŸrudan askeri misillemede bulunmamayı ve krizi soÄŸutmayı tercih edebilir.
KÖRFEZ'DEKİ KRİZ
Öte yandan Tahran saldırılarının Katar eksenli Körfez krizinden yalnızca bir gün sonra gerçekleÅŸmesi, yine Suudi Arabistan ve BAE’nin diÄŸer ithamların yanı sıra Katar’ı Ä°ran ile iliÅŸki içinde olmakla suçlamaları iki olay arasında baÄŸlantı kurulmasına neden oldu.
Ekonomik ve ticari olarak BAE’nin, siyasi olarak ise krizde tarafsızlığı seçen diÄŸer Körfez ülkesi Umman’ın Ä°ran ile daha yakın iliÅŸkiler içinde oldukları düşünüldüğünde suçlamaların kurt ve kuzu hikayesini anımsattığı ileri sürülebilir. Muhtemelen Suudi Arabistan Veliaht Prens Yardımcısı Muhammed bin Selman ve Abu Dabi Veliaht Prensi Muhammed bin Zayed’ın başını çektiÄŸi iki ülkenin içindeki ‘ÅŸahinler’ ve dış destekleyicileri böyle bir suçlamanın Arap ve Ä°slam dünyasındaki Ä°ran antipatisi nedeniyle iÅŸe yarayacağını düşünmüş olmalılar. Katar’a yapılan suçlamaların Ä°srail içinden ve Ä°slam karşıtlığıyla bilinen Neocon isimlerden hatta Trump’ın ÅŸahsından ciddi destek gelmesi, özellikle Hamas ve Müslüman KardeÅŸler gibi Ä°slamcı örgütler üzerinden Doha’ya yüklenilmesi meselenin Ä°ran ile irtibatını feri mesele haline getiriyor.
TÃœRKÄ°YE'NÄ°N TAVRI
Suudi Arabistan’ın Yemen, Bahreyn, Irak ve Suriye’deki politikalarının sonuçları ortadayken Türkiye’yi küstürme ihtimalini göze alarak Katar’a böyle sert bir biçimde müdahale etmesi soru iÅŸaretlerine sebep oluyor. Son hamlesinde Umman ve Kuveyt gibi Körfez ülkelerini ya da yakın iliÅŸkiye sahip olduÄŸu Sudan ve Pakistan’ı bile ikna edemeyen genç prenslerin etkisi altındaki Riyad yönetimi dış politika önceliklerini doÄŸru teÅŸhis edememesi durumunda kendisini Katar’dan daha fazla izole edilebilmiÅŸ halde bulabilir. Suudi Arabistan’ın bu tavrı büyük olasılıkla Riyad zirvesi esnasında kendisine verilen sözlerle ilgilidir ama yakın tarih bölge dışı güçlerin destek ya da tarafsızlık sözlerinin Saddam Irakının başına neler getirdiÄŸini acı bir ÅŸekilde gösteriyor.
Son olarak saldırılardan birkaç saat sonra Ankara’ya gelen Ä°ran DışiÅŸleri Bakanı Cevad Zarif’in ziyaretine de deÄŸinmek gerekiyor. Saldırıların arkasında Suudi Arabistan olduÄŸu yönünde kesin bir inanca sahip olan Ä°ranlılar Suud-Katar gerginliÄŸini Türkiye ile iliÅŸkilerinde fırsata çevirmek düşüncesinde olabilirler. Ancak Türkiye’nin Ä°ran gibi Suud karşıtı politikalar benimsemesi ya da Ä°ran Suud gerginliÄŸinde Ä°ran’ın yanında yer alması en azından ÅŸu aÅŸamada mümkün görünmüyor. Ankara, Mısır-Suud- Ä°srail eksenli bölgesel oluÅŸumdan kendisine yönelik doÄŸrudan bir tehdit gelmemesi durumunda iki krizin de saÄŸduyulu ve siyasi diyaloglarla çözülmesi yönündeki görüşünü korumayı sürdürecektir.
[Dr. Hakkı Uygur, İran Araştırmaları Merkezi (İRAM) Başkan Yardımcısı]
KAYNAK: AA
Henüz yorum yapılmamış.