Söz ve Dua
Kırk kilit, tek anahtar
“Sadece biri öldüğünde” dedi beyaz saçlı adam, “yaşamakta olduğunun farkına varıyor bir çok insan!”
Gökhan Özcan - Yeni Şafak
Öyle olduğunu bile bile fani olanın eteklerine sıkı sıkıya yapışmakla elimize ne geçecek? Bizden öncekilerin eline ne geçti ki bizim de geçsin. Bir bakalım etrafımıza, dün beraber yaşadıklarımızın bugün kaçı yanımızda. Kimlerle yiyip içiyor, gülüp eğleniyorduk, bugün nerede kimlerleyiz. Kimler hâlâ bizimle birlikte, kimlerin gülümseyen yüzü eksildi resimlerde. Günü gelen, vadesi dolan göçüp gidiyor, bilmeyenimiz var mı bunu? Şimdi buradayız diye dünyanın tapusunu alıp cebimize koyduk mu sanıyoruz? Yok öyle bir şey, hepimiz biliyoruz. Ama bilmeye ihanet ediyoruz. Dünyanın bir sonu yokmuş, acı bir salâ zamanın bir yerinde gününün gelmesini beklemiyormuş gibi yapıyoruz.
“Sadece biri öldüğünde” dedi beyaz saçlı adam, “yaÅŸamakta olduÄŸunun farkına varıyor bir çok insan!”
YaÅŸayanlar için ölüm hep baÅŸkasının başına gelen bir ÅŸey... YedeÄŸimizde ölümü kendimize bulaÅŸtırmadan savmaya yarayacak hazırkalıp laflar var. “Başın saÄŸ olsun” diyoruz mesela... “Dostlar saÄŸ olsun” diyor karşımızdaki de cevaben. Ölümü dil çabukluÄŸuyla nasıl da dışında bırakıveriyoruz kendi hayatlarımızın. Hani neredeyse adı konmamış bir kutlama yapar gibi karşılıklı: “Ölen öldü ama neyse ki biz hayattayız!” Ne başımız saÄŸ olacak sonsuza kadar oysa, ne de dostlarımız. Günü gelen, tıpkı kendisinden öncekiler gibi, ardında üç beÅŸ kırık dökük hatıra ve böyle birkaç beyhude diyalog bırakarak ayrılacak dünya hayatından. Hayattan sonrasının adını koymak için doÄŸduk hepimiz. Misafir gittiÄŸimiz eve yerleÅŸmeye kalkmanın ne mânâsı var?
Ölümden kurtulmak için kendini dünyanın kollarına atıyorsan, bil ki dünya da ölecek!
Mantıku't-Tayr'dan birkaç satır ibret, baÅŸucumuzda dursun daima: “Ölüm ne ahmağı unutur, ne de akıllıyı; ne iyi bir adam ondan kurtulur, ne de kötüsü. Hangi kavimden olursan ol, sen de ölecek, onlar gibi sen de çekip gideceksin. Kim ölür de toprağın altına girerse herkes ona der ki: kurtuldu, rahata erdi. Çünkü dünya daÄŸdaÄŸalarla doludur, onun ilk istirahat konağı da ölümdür. Madem ölüm sana galip gelecek, ne yapacaksan yap ondan kurtulmaya çare yok; kalk da göklere bir adım atalım. Bu kanla dolu çömleÄŸin üzerini örtelim.”
Görmeyi isteyen için her nokta bir mezar taşı...
Kefenini alıp bir bohçanın içinde saklardı eskiler, hiç unutmamak için gönlünün duvarına kendi ölümünün portresini asmış gibi...
Artık ölmeye hazır olduÄŸunu söyleyip duruyordu. “Neden?" diye sordular, “Bu kadar yaÅŸamak yetti!” dedi
Biyografilere bakın, başında bir doğum tarihi ve bir ölüm tarihi göreceksiniz. İki tarihi birbirinden sadece bir tire ayırıyor. Ne yaşıyorsak ifadesi işte o; doğduğumuz günle öldüğümüz gün arasına ilişen küçük bir tire!
Her ölüm ihtimalinden sonsuz bir hayatın derin fısıltısını işiten insanlar da var.
“Hangi tele vurunca böyle hıçkırabilir/ GüneÅŸi kanadında taşıyan büyük melek/ Senin ince gönlünü hangi kış kırabilir,/ Ey sırma nakışında sarkıt duran kelebek!” diyor 'AÄŸlamak'ta ÅŸair, Süleyman ÇobanoÄŸlu.
“Kapına kırk kilit vurup da” dedi meczup, “ölümü kendine güldürme!”
Henüz yorum yapılmamış.