Güncel
Hocalar yüzde kaçlık bir kitleyi muhatap alıyor?
İlahiyatçılarımız, hocalarımız, vaizlerimiz konuşurlarken ülkenin yüzde kaçını hesaba katıyorlar sizce? Dinleyenlerine dair zihinlerindeki resim, ülkenin ne kadarını içeriyor?
AHMET MURAT / GERÇEK HAYAT
Görünen o ki, hocalarımızdan önemli bir kısmı ülkenin sadece yüzde ellisini muhatap kabul ediyor. Siyaset yoluyla oluşmuş bir yüzde ellilik blok, onun karşısında kendisini rahat hissettiği, dil konforunu bozmasına gerek kalmadan konuşabildiği bir muhatap kitle bu. Bu kitleyle siyasi bir tarafgirlik hizasında buluşarak, siyasetin dilini yankılayan bir din dili kuruyor ve kullanıyorlar.
Bu yüzde ellilik blok, muhafazakarlardan, zaten dini bir eÄŸitim almışlardan, Anadolu’daki dindar çevrelerin ve cemaatlerin insan kaynaklarından oluÅŸuyor. Ayetlere, hadislere aÅŸina, yurt dışına genellikle umre için çıkan, çocuÄŸunu imam hatiplere veren bir kitle. Ramazan deyince, Ayasofya deyince, DiriliÅŸ ErtuÄŸrul deyince, Kudüs deyince benzer duyarlıkları benzer kelimelerle ifade eden bir kitle bu. AÅŸinası olduÄŸumuz, gövdeyi oluÅŸturduÄŸunu düşündüğümüz kalabalık.
Bu yüzde ellilik kitleye seslenmenin belli bir konforu var. Dilinizi gözden geçirme ihtiyacı duymadan, yüz sene önceki bir vaazı yeniden dolaşıma sokarak konuşabilirsiniz. Hiç bir şey değişmemiş gibi davranarak, dahası değişen her şeye karşı belli bir öfkeyi gizleme gereği duymadan hitap edebilirsiniz. Yanlış anlaşılmayacağınızdan eminsinizdir. Sizin bıraktığınız yerden dinleyiciniz devam edebilir. Aynı dili, aynı kelimelerle, aynı hissiyatla konuşmayı uzun uzun sürdürebilirsiniz.
Ama Türkiye bu yüzde ellilik bloktan ibaret deÄŸil. Hele hocalar, ilahiyatçılar için hiç böyle olmamalı. Çünkü Ad ya da Semud kavimlerinde veya Mekke’de iÅŸitilen Peygamber dili, kendisine en zor muhatapları seçmiÅŸti.
Ä°lahiyatçılarımızın önemli bir kısmının, kendilerini ülkenin “öteki” yüzde ellisiyle karşılaÅŸmaktan uzak tutmalarının altında, onlara seslenecekleri dilden yoksun olmaları var. YetiÅŸtikleri çevre bu dili kurmaya müsait olmayabilir ama din eÄŸitimi verme iddiasında olan bir kurumun kendi öğrencisine bu dili kurmaya yardımcı olacak bir donanımı kazandırması gerekir. Ä°mam hatiplerde ya da ilahiyatlarda yer alan hitabet, belaÄŸat derslerinin müfredatları da hemen hemen tamamen camilerdeki hutbe ve vaazların nasıl olacağıyla ilgili olduÄŸu için, yine cami cemaatinden oluÅŸan “hazır kitle”den baÅŸkası dikkate alınmıyor.
Okulunda bu dili nasıl kuracağına dair bir eÄŸitim almamış taze bir Ä°lahiyat mezununun, aÅŸina olmadığı ve kendi mahallesi dışındaki o kitleyle karşılaÅŸmasının ne kadar travmatik sonuçlara yol açtığına dair her geçen gün yeni öyküler dinliyoruz. Büyük ÅŸehirlerdeki modern semtlerde yer alan, parlak çocukların gittiÄŸi bir Anadolu Lisesi’ne tayin olan yeniyetme bir hoca, Anadolu’nun içlerindeki Sünni muhitlerde bulunan bir Ä°mam Hatip lisesine ya da bir kasaba camiine tayin olan bir hocanın habersiz olduÄŸu sıkıntılarla boÄŸuÅŸurken, bir çok kez kendisini çaresiz ve yenilmiÅŸ hissediyor. Bu genç öğretmen bir de hanımsa, sorunlar katmerlenebiliyor. Daha geçenlerde, Ä°zmir’deki “seçkin” bir okulda öğretmenlik yaparken karşılaÅŸtığı dil ve iletiÅŸim sorunlarının giderek kendisini patolojik bir eÅŸiÄŸe getirdiÄŸi bir Ä°lahiyatçı hanımı dinledim. Kendisini bu dil ve iletiÅŸim alanında donanımsız mezun eden okula haklı olarak sitemkardı.
Bütünüyle yalıtılmış ve giderek mahalle içi bir jargona dönüştürülmüş din dilinden tamamen vaz geçelim diyemem. Bu hem gerekli, hem de gerçekçi deÄŸil. Cami cemaatinin, “hazır kitle”nin, muhafazakar mahallenin ihtiyaçlarını karşılayan bir vaiz kadrosuna elbette ihtiyaç var. Benim dikkat çekmeye çalıştığım, bu kitle dışındaki ve epeyce kalabalık da olan “öteki” kitlenin dışlanmadığı, kulak kabartmalarını temin edecek mutedil ve insani bir dilin iÅŸitilir olması. Böylece din dili seçenekleri arasında kendisine yer bulması. Bu dilin, mahalleler arasındaki bazı barikatları aÅŸabilmesi, kapalı bazı kapıları çalabilmesi.
Burada bir uyarının yeri geldi: Zamanında (ve kısmen hala da) Yaşar Nuri Öztürk çizgisinin bu ilişkileri kurabildiğini gördük. Ama oradaki durumun da eleştirdiğimiz popülist vaizlikten farkı yok. O çizgi de, muhataplarının duygularını okşama, o mahalleyi kendi içine kapatma, bu kez muhafazakar muhit üzerinden bir öteki yaratma şeklinde sonuç verdi. Modern insana seslenmek için modernist bir din yorumunu merkeze almanın başka ve daha güçlü bir konformizm doğurduğuna kuşku yok. Modern insanın ihtiyacı, yine modernizmin felsefi sorunlarıyla yaralı bir modernist bir din değildir.
Yani Türkiye’de din hakkında konuÅŸurken, içe kapanmak veya modernizme teslim olmak dışında seçenekleri çoÄŸaltmak gerekiyor. Din, bir ideoloji olmadığı gibi, bir parti programından ibaret de deÄŸildir. Bu sebeple inhisarcı bir dil kullanmamalıdır. Ä°nsanların Allah’la iliÅŸkisinin imkanlarını tıkamamak, aksine açmak ama bunu yaparken de tavizkar, modernist, savunmacı olmaya da gerek duymamalıdır.
Ve kestirmeden söylemem gerekirse, tasavvufi gelenek, bu imkanı içinde barındıran yegane seçenektir.
Henüz yorum yapılmamış.