Sosyal Medya

Güncel

Eski güzel günlerin ölümü gibi: Akif Ağabeyim...

"Kuytuda kalmış bilgeydi. Gölgede bırakılmış bir aydındı. Önü kesilmiş, kenarda tutulmuş bir dava adamıydı. Öyle de öldü. Eski güzel günlerin ölümü gibi, sarstı beni. Onu, içindeki dert öldürdü." -Kemal Öztürk



O günler…

Yani, ideallerimizin peÅŸinden deli gibi koÅŸtuÄŸumuz, karnımızın aç, üstümüzün hırpani, rutubetli öğrenci evlerinde büyük hayaller kurduÄŸumuz o günler…

O günler…

Yani, bir davanın yanıp tutuÅŸan gençleri, dünyayı deÄŸiÅŸtirecek, zalime pençeyi vuracak, mazlumu koruyacak aslan kesildiÄŸimiz o günler…

O günler…

Yani, dünyaya ait her ÅŸeyi elimizin tersiyle ittiÄŸimiz, doÄŸruluk ve dürüstlüğün baÅŸ köşemizde asılı olduÄŸu, hakikati haykırdığımız o günler…

O günler…

Yani, aÅŸkı bilmediÄŸimiz, derdi sevdiÄŸimiz, zenginliÄŸi bilmediÄŸimiz garibana tutulduÄŸumuz, yalanı bilmediÄŸimiz, doÄŸruluk için ölmeye hazır olduÄŸumuz o günler…

O günler…

Yani, ülke, millet, ümmet, Ä°slam diye yanıp tutuÅŸtuÄŸumuz, kavgaların en kor haline daldığımız, dayak yediÄŸimiz ama mutlu olduÄŸumuz o günler…

O günler,

Yani, güzel günler, yani o özlediÄŸimiz günlerin güzel adamıydı Akif Emre…

Tam o günlerde tanıdım Akif AÄŸabeyimi…

Yeni Åžafak Gazetesi'nde iÅŸe baÅŸladığım ilk günlerimde, ilk gördüğüm anda sevdim onu. Derin, sessiz, bilgiyle dopdolu, dertli…

Huysuz derlerdi ona. Doğru, içinde sancıları vardı çünkü. Daha iyi bir ülke, daha iyi bir ümmet, daha iyi bir gazete, daha iyi bir Müslümanlık, daha iyi bir insanlık gibi az görülen dertlere tutulmuştu.

Ben genç, ele avuca sığmaz bir gazeteci adayı, o ise sükutun, sakinliğin, derinliğin, aklın timsali yazı işleri müdürüydü.

Röportajlar yapardım. Hınzır sorularla adamları sıkıştırır, zaferler peşinde koşardım. O ise, ayaklarımı yere bastırır, bilginin ve doğrunun peşine yönlendirirdi beni.

Benim gönlümün yayın yönetmeniydi. Onu gazetenin başına geçirmek için uğraşır, kulis yapar, sonunda kafamı duvarlara toslardım. O ise talepkâr olmaz, istemez, sessizce işini yapardı.

Kuytuda kalmış bilgeydi.

Gölgede bırakılmış bir aydındı.

Önü kesilmiş, kenarda tutulmuş bir dava adamıydı.

Öyle de öldü.

Eski güzel günlerin ölümü gibi, sarstı beni.

Onu, içindeki dert öldürdü.

O derdi şöyle tarif etti geçen haftaki yazısında:

“Elimizi uzattığımız her ÅŸey çürüyor. Belki de dokunduÄŸumuz için biz çürütmekteyiz. Gördüklerimiz kirleniyor. Baktıklarımız bizi kirletiyor, içimizi…

Ä°ÅŸittiklerimizden dolayı, bildiklerimizden dolayı acı çekmeye baÅŸlıyoruz. Birebir ÅŸahit olamasak bile... Acı çekmeye icbar ediliyoruz sanki ya anlatılanlar gerçek olduÄŸu için yahut gerçek yerine sahte gerçekler ikame edildiÄŸi için. Bu denli yozlaÅŸma, çürümeye mahkûm olmak duygusu bizatihi insanın içini kemiren bir ÅŸey. Sadece insan teki olarak her birimiz deÄŸil toplum da içten içe çürüyor.” (18 Mayıs 2017)

Derdi içini kemirdi…

Uğradığı haksızlıklar, adaletsizlikler ve gördüğü çürüme, yozlaşma sonunda onu alıp götürdü aramızdan.

O güzel günlerin, elimizde, avucumuzda kalan son güzel adamlarından birini daha aldı götürdü kader.

Bize de, bu kirli dünyada onun için ağlamak, hayıflanmak, pişmanlıklar duymak, dertlenmek ve o güzel günleri özlemek kaldı geride.

İçimde kopup giden, her şeyi anlamsızlaştıran ve isyana sürükleyen fırtınalar kopardı Akif Ağabeyimin ölümü.

Ne uÄŸruna, ne için tüm bu yaÅŸadıklarımız? Bu yozlaÅŸma, bu pespayelik, bu dibe vurmuÅŸluk… Akif Emre'nin isyan ettiÄŸi tüm bu çürümüşlüğü neden yaşıyoruz hepimiz?

O günlerin özlemini çeken herkes ağladı dün.

O güzel günlerin kıymetini bilen herkesin yüreği yandı.

Son güzel adamlardan birinin, son dik duran adamlardan, son kalender adamlardan, son nezaket sahibi, sözünü esirgemeyen adamlardan birinin gidişine yandık, kavrulduk hepimiz.

Yine de umut tohumu ekerek gitti Akif AÄŸabeyim.

“Ne ki sahte hakikatlerin kararttığı çevremizde, dört bir yanımızı kuÅŸatan yalancı mutlulukların perdeleyemediÄŸi, hayata anlam katan, kendi özümüzü hatırlatan bir ses, bir tebessüm, dokunduÄŸu yerde bereketi yeÅŸerten bir el mutlaka olacaktır.”

Öldüğünde masasında son yemeği bir bardak çay, bir bardak su, yarım kalmış poğaçaydı.

Bu davanın gerçek sahipleri, gariplerdir.

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.