Sosyal Medya

Güncel

Geçmiş geçip gider mi?-Gökhan Özcan

Bir şeyleri görmüş geçirmiş, tecrübe etmiş olmasaydık, yarınlarda neyi yaşayacağımıza dair bir fikrimiz de olmazdı. Adeta körebe oynar gibi bilinmezliğe doğru atılmış adımlardan ibaret bir şey olurdu yaşayışımız. Elbette gelecek gayba dahildir, bilinemez. Ama yine de bir körebe oyununa mahkum değiliz. Yaşadığımız acı tatlı tecrübeler bizi geleceğin karşısında tümüyle savunmasız, büsbütün gözleri bağlı olmaktan kurtarıyor ve geçmişten damıttığımız bu birikim bizi geleceğe karşı mücehhez kılıyor. Yani tabii olan yolumuzu kaybetmemiz değil; bize doğru istikameti fısıldayan bir ses daima var içimizde. Durmadan kayboluyorsak eğer; hazırkalıp tekerlemelerle her meseleyi bir şekilde yüzeyde kalmaya mahkum etmemizden ve kendimizi geri kazanılması güç şuur kayıplarına mahkum etmemizden kaynaklanıyor bu.



Asırlar öncesine uzanan nice ibretlik derslerle dolu zengin bir geçmişimiz var ama o geçmişe aynı zenginlikle bakabilmeye, bu zengin mirası hakkıyla değerlendirmeye yetecek çapta bir bugünümüz yok. Hal böyle olunca geçmişe yönelik merakımız derinliğine bir şuur oluşturacak kaliteye kavuşamadan çarçur oluyor; harcanan onca çabadan elimizde hamaset ve tartışma dışında bir şey kalmıyor.

“Yaşıyoruz ama sanki hiçbir ÅŸey birikmiyor hafızamızda” diye ÅŸikayet etti biri. “YaÅŸadığımız nereden belli o zaman ?” diye sordu diÄŸeri gayrı ihtiyari.

Kovboy kapıya tekmeyi basıp “Eller yukarı!” diye bağırdığında feci bir kaza çıkmadıysa; bu henüz bir aklıevvelin manikürü icat etmemiÅŸ olmasındandı.

Bir şeyleri görmüş geçirmiş, tecrübe etmiş olmasaydık, yarınlarda neyi yaşayacağımıza dair bir fikrimiz de olmazdı. Adeta körebe oynar gibi bilinmezliğe doğru atılmış adımlardan ibaret bir şey olurdu yaşayışımız. Elbette gelecek gayba dahildir, bilinemez. Ama yine de bir körebe oyununa mahkum değiliz. Yaşadığımız acı tatlı tecrübeler bizi geleceğin karşısında tümüyle savunmasız, büsbütün gözleri bağlı olmaktan kurtarıyor ve geçmişten damıttığımız bu birikim bizi geleceğe karşı mücehhez kılıyor. Yani tabii olan yolumuzu kaybetmemiz değil; bize doğru istikameti fısıldayan bir ses daima var içimizde. Durmadan kayboluyorsak eğer; hazırkalıp tekerlemelerle her meseleyi bir şekilde yüzeyde kalmaya mahkum etmemizden ve kendimizi geri kazanılması güç şuur kayıplarına mahkum etmemizden kaynaklanıyor bu.

“Kendisini mazide arayan bir kimse aslında geçmiÅŸi yaÅŸadığı zamana ve geleceÄŸe aktarıyor demektir; zira geçmiÅŸ olmadan gelecek tasavvuru imkânsızdır, gelecek geçmiÅŸin emrindedir. Maziye bakan kimse idrak ettiÄŸi zaman ve zeminden hareketle geçmiÅŸe bakma ihtiyacı hisseder. Hâle mazi istikamet verir, fakat maziyi de hâl yeni baÅŸtan yoÄŸurarak ÅŸekillendirdiÄŸi için bunlar birbirinin mizanı, âhengi ve ölçüsü hâline gelir” diyor M. Fatih Åžeker. Herkesin tarih konuÅŸtuÄŸu bir ülke isek gerçekten; M. Fatih Åžeker kitapları herhalde en çok okunan kitaplar arasında olmalıdır.

“Her cümlenin sonunda ünlem bulunan paragrafsız ve gürültülü bir makalede, tek başına sükûneti arayan bir kelime olmak ne kadar zor” diye geçirdi içinden. Bir süredir sonuna ünlem konmasın diye her ÅŸeyi sadece içinden geçiriyordu mecburen.

“kelimesizliÄŸi giyiyor adam/ kelimelerinden soyunuyor çocuk/ ve hayata giden yollarda/ saat kulelerine inat/ çoÄŸalıyor kırlangıç cesetleri” diye yazmış sevgili Suavi Kemal Yazgıç, 'Ve Adam Ve Çocuk Ve Kırlangıçlar'da.

Konuşurken sesinin ayarını hiç kaçırmayan, Kaf Dağı'nın ardındaki bir kör karıncanın uykusunu gözeten insanlar da var.

Fikirlerinin ancak sesini yükselterek söylediğinde bir karşılık bulacağına inanıyorsan, daha yüksek sesli biri gelip konuştuğunda süngün ister istemez düşecek, hayat böyle!

Şunu aslında hepimiz biliyoruz: Hakikat, fısıltıyla bile söylenmiş olsa; can kulağını açan herkes onu duyuyor.

“Daha kulaklarımız yaratılmamışken” dedi meczup, “biz duyacağımızı zaten duymuÅŸtuk!”

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.