Kürsü
Bilmediğini konuşma bilmediğinin peşine düşme-Hayrettin Karaman
Herkes ancak iyi bildiğini söylemeli; bilmediğine “biliyorum”, duymadığına “duydum”, görmediğine “gördüm” dememelidir.
Dini anlatacak olanlar usulüne göre din ilimlerini tahsil etmiş, din dilini bilir, dini anlama usulüne (usulü'l-fıkh) riayet ediyor olmalıdırlar.
Herkes ancak iyi bildiÄŸini söylemeli; bilmediÄŸine “biliyorum”, duymadığına “duydum”, görmediÄŸine “gördüm” dememelidir.
“Hakkında bilgin olmayan ÅŸeyin ardına düşme! Çünkü kulak, göz ve gönül, bunların hepsi ondan sorumludur.” (Ä°sra:17/36)
İmam Mâtürîdî bu âyetin tefsirinde şunları söylüyor:
“Ardına düşme, uyma, bilmediÄŸin ÅŸeyi söyleme, birinin üzerine atma”.
“Ä°lmin elde edilme yollarından (esbâb-ı ilim) elde ederek bilmediÄŸinin peÅŸin düşme, ona uyma, onu söyleme…”
Ebû Hanîfe- Mâtürîdî çizgisinin devamı olan Necmuddîn Ömer Nesefî (v.537/1142) Ehl-i sünnete göre hakikat bilgisinin (ilmin) elde edilme yollarını meÅŸhur “Akaid” kitabında şöyle anlatıyor (parantez arasındaki açıklamalar bana aittir):
(Not: Bütün bu yazdıklarımı müelliflerin kendi metinlerinden okuyorum):
Hakkı temsil edenler dediler ki:
EÅŸyanın (yaratılmış her ÅŸeyin) gerçekliÄŸi sabittir (bunlar vehim ve hayal deÄŸildir, gerçekten vardır). Sofistler muhalif olsalar da bunları bilmek de mümkündür ve gerçekleÅŸmiÅŸtir. Yaratılmışlar için ilme ulaÅŸma yolları üçtür: SaÄŸlıklı duyu organları, doÄŸru (sâdık) haber ve akıl…
İlham ise hakkı temsil edenlere (ehl-i sünnete) göre bir şeyin doğruluğu hakkında marifet (ilim) sebebi (ilme ulaşma yolu) değildir.
Allâme Teftâzânî'nin Nesefî'nin Akidesine yaptığı şerhten de birkaç satır aktarayım:
Sâdık haberden maksat mucize ile teyid edilmiş Peygamber'den tevatür yoluyla nakledilen haberdir/bilgidir. Tevatür yoluyla değil de tek râvî tarafından nakledilen (haber-i vâhid) Resûl'ün haberi olduğu konusunda şüphe devreye girdiği için ilim ifade etmez (zan ifade eder).
“Nesefî “ilham ilme ulaÅŸma yolu deÄŸildir” derken 'bir kimseye gelen ilhamın baÅŸkaları için ilim kaynağı olamayacağını ve onları baÄŸlamadığını' ifade ediyor; yoksa Allah'tan feyiz yoluyla gelen ilhamın (bilginin) varlığı hem Peygamberimiz (s.a.) tarafından hem de seleften nakledilmiÅŸtir.
Bu nakıllerden sonra Ehl-i sünnete göre Müslüman olanların:
1. Hakikat bilgisini sağlıklı duyu organlarından, mütevatir olan Resul haberlerinden ve akıldan alacaklardır. Her bir Müslüman kendine lazım olanı doğrudan bu kaynaklardan almakla yükümlüdür; dünya için ömür sarfederken din ilmi için vakit ayırmayan sorumlu olur. Başka bir beşerin inandığına inanmak, dediğine uymak taklittir; taklit zan ifade eder ve ancak zarureten (dini asıl yollarından öğrenmek ve uygulamak için başka çare yoksa) caiz olur.
2. Herkes için delil olan ve uyulması gereken ilmin yolları bu üçü olup bunun dışında kalan ilham ve keşif, şeriatı uygulayan, alim, takva sahibi bir kişide gerçekleşirse bu -esbab-ı ilme uygun düşmek şartıyla- ancak o kişi için ilim ifade eder, başkaları için değil.
3. Ehl-i sünnete göre gözüyle gördüğü, kulağı ile işittiği, sahih din bilgisi kaynağından elde ettiği, aklıyla idrak ettiği ve etmesi gereken hakikate rağmen sırf telkin yoluyla bağlandığı bir beşerin emir ve talimatını uygulayan, ona teslim olan, onu şerî ilim kaynağı telakki eden kimse yoldan çıkmıştır.
Yazı uzamasın diye bir baÅŸka yazıda Ehl-i sünnetin çerçevesini çizmeye çalışacağım. Bu çerçeve bize “Kimin Ehl-i sünneti, hangi Ehl-i sünnet?” sorusunun da cevabını oluÅŸturacak.
Henüz yorum yapılmamış.