Türkiye’nin ABD ile iliÅŸkileri esas olarak Batı dünyasıyla iliÅŸkilerinden ayrı deÄŸil. Daha on altıncı yüzyılda çözülmeye baÅŸlayan, 18. yüzyıla gelindiÄŸinde ise kurumları iÅŸlemez hale gelmiÅŸ olan Osmanlı siyasi varlığı için en büyük ÅŸanssızlık o günlerde hızla geliÅŸen ve kurumlarını modernleÅŸtiren Rusya’nın yayılmacı siyasetiydi. Jeostratejik bir hedef olarak “sıcak denizlere inmek” peÅŸindeki Çarlık yönetiminin amacı BoÄŸazları ele geçirmekti.
Osmanlı’nın ÅŸanssızlığı bu kadar aşırı orantısız güce sahip bir komÅŸunun agresif siyasetine karşı koyacak halde olmayışıydı. Ancak Rusların bu yayılmacı siyaseti Türkiye için ÅŸanssızlık olduÄŸu kadar ÅŸanstı da.
Rus yayılmacılığı bu ülkenin Avrupalı rakipleri için de kaygı sebebiydi. Özellikle Türk boÄŸazlarını ele geçirerek Akdeniz’e inen bir Rus imparatorluÄŸu baÅŸta Ä°ngilizler olmak üzere Avrupa güçlerinin isteyebilecekleri son ÅŸeydi. Böylesi bir jeopolitik avantaj Rusya’ya dizginlenemez bir güç bahÅŸedebilirdi. Bu yüzden Ä°ngiltere ve Fransa bizi çok sevdikleri için deÄŸil ama Moskova’yı frenlemek için Ruslara karşı mücadelemizde çoÄŸunlukla yanımızda yer aldılar. Kırım Savaşı bu ittifakın en belirgin dışavurumudur.
Sonraki süreç boyunca da Ä°ngiltere hemen hemen her defasında Rusya’ya karşı Osmanlının yanında yer aldı. Fransa da çoÄŸu zaman Ä°ngilizlerle birlikte hareket etti. Bazı durumlarda ise Ä°ngiliz nüfuzunu dengelemek için Moskova’ya yakın durmayı tercih etti. II. Abdülhamit devrinde ise Berlin de bu denkleme dahil oldu. Bilahare yaÅŸanan geliÅŸmeler neticesinde Londra Osmanlı devletinin toprak bütünlüğünün korunması siyasetinden vazgeçti ve Ä°ngiltere-Fransa-Rusya üçlüsüyle Cihan Harbinde karşı karşıya geldik. Ne var ki bu süreçte bile Ä°ngilizler en baÅŸta Türk boÄŸazları olmak üzere stratejik önceliÄŸi olan bölgelerin müttefiklerinin eline geçmemesi için çaba içinde oldular. ÖrneÄŸin Çanakkale Seferi aslında Ä°stanbul’un Rusların eline geçmesi ihtimalini ortadan kaldırmak gayesiyle düzenlenmiÅŸti. Keza savaşın baÅŸlama gerekçesi sayılan iki Alman zırhlısının Türk sularına geçmesine Ä°ngiliz donanmasının böyle bir hesaptan dolayı engel olmadıkları, çünkü Karadeniz’de Rus deniz gücünün dengelenmesinin arzu edildiÄŸini düşünen tarihçiler vardır.
***
Türkiye’nin bugün içinde yer aldığı ittifak sisteminin temel önceliÄŸinin Rus yayılmacılığını engellemek olduÄŸu malum. Ä°kinci Dünya Savaşı’nın sonuna kadar tarafsız bir politika izleyen Ankara savaÅŸ sonrasında Rusya’nın toprak taleplerini de içeren baskısı karşısında Atlantik ittifakına dahil olma zorunluluÄŸu hissetti. Sovyet Rusya’nın güney hattı boyunca uzanan stratejik konumu itibarıyla zaten Türkiye’ye ihtiyaç duyan ABD kendisine uzatılan eli -çok partili demokratik düzene geçilmesi ÅŸartıyla- tutmayı kabul etti.
Zaman içinde bazı çok ciddi krizler yaÅŸanmış olsa bile iki ülke arasındaki ittifak iliÅŸkisi hep “kazan-kazan” prensibine dayalı olarak sürdürüldü. Ancak bugün belki bu iliÅŸkinin tarihi boyunca yaÅŸanan en ciddi krizle karşı karşıya iki baÅŸkent. Özellikle Türkiye açısından çözülmesi zor olan problem politik yalnızlığımız. 1964’de Johnson Mektubu’na karşı Ä°smet PaÅŸa “Gerekirse yeni bir dünya kurulur, Türkiye orada yerini alır” demiÅŸti. Bugün bunu söyleyebilecek halde deÄŸiliz. Çünkü hem dünya o zamanki dünya deÄŸil hem de tartışma konusu olan meselede haklılığımızı anlatıp yanımızda olmalarını isteyebileceÄŸimiz pek kimse yok. YPG’nin desteklenmesi ve aslında Suriye’nin kuzeyinde yeni bir siyasi antite teÅŸkili konusunda Rusya da, AB de, hatta diÄŸer bölgesel güçler de ABD çizgisinde pozisyon almış durumdalar. Daha doÄŸrusu, özü itibarıyla Rus projesi olan PKK-PYD hareketini -daha önce defalarca yaptıkları gibi- kendi kontrolleri altına alıp belirli hesaplar için kullanmak niyetinde Amerikalılar.
***
Ama Türkiye’yi rahatsız eden bu politikanın uzun vadeli bir hesaba dayandığını düşünmek gerekmiyor. Zaten Rojava bugün ABD ve Rusya’yı arkasına alır, yarın bir baÅŸka güçle birlikte hareket eder, hatta muhtemeldir ki yarın bir gün en yakın dostu Türkiye de olabilir. Ancak bugünkü problem Ankara’nın stratejik ittifak içinde olduÄŸu ülkelere söz dinletemiyor oluÅŸu. Ãœstelik farklı veya benzer sebeplerle aynı anda hem küresel hem de bölgesel güçlerin neredeyse tamamını karşısına almış bulunması. Bu durum manevra kabiliyetimizi çok fazla sınırlıyor. Dahası son zamanlarda özellikle Batı dünyasının kamuoyunda oluÅŸan Türkiye algısı masanın karşı tarafında oturanlara asimetrik bir avantaj kazandırıyor.
Yine de karşı tarafın elindeki kozları azaltacak yeni bir politika geliştirmek imkânsız değil. Bu yolda atılması gereken ilk adım iç politikayı dış politikadan ayırmak suretiyle Washington ve Berlin ile aynı dili konuştuğumuzu göstermek olmalı. Bu yapılabilirse aradaki anlaşmazlıkların önemi de azalır, çözülmesi de kolaylaşır.
Ama bunu yapacaksak kendi ihtiyacımız olduğu için yapmalıyız. Yoksa Türk-Amerikan ilişkileri tamamen bozulmaz. İyi kötü devam eder. Çünkü bu ittifakın alternatifi yok.
Henüz yorum yapılmamış.